text
stringlengths 21
17k
| label
stringclasses 187
values |
|---|---|
Emîr Şâhî-i Sebzvârî, IX/XV. yüzyıllar arasında yaşamış, Fars edebiyatının en za-rif gazel söyleyen şairlerinden biri olarak tanınmıştır. Timurlular döneminde yaşayan şair, Sultan Şahruh'un oğlu Baysungur'un sarayında onun nedimi ve şairi olarak hizmet et-miştir. İslam kültürünün etkisiyle şiirdeki üslup değişikliğine uyum sağlamış şairlerden-dir. Şairin günümüze kadar ulaşmış gazel, kıta, rubaî ve musammat gibi çeşitli nazım şekillerinden oluşmuş bir divanı bulunmaktadır.
Bu çalışmanın giriş bölümünde; Emîr Şâhî-i Sebzvârî'nin yaşadığı dönem hak-kında genel bir bilgi verilmiştir. Birinci bölümde Emîr Şâhî-i Sebzvârî'nin hayatı, edebi kişiliği, memduhları ve eseri anlatılmıştır. İkinci bölümde gazellerin, vezin ve oranları, kafiye, redif, dil ve üslup özellikleri, edebi sanatları incelenmiş; gazellerde adı geçen şahsiyetler ve işlenen konular anlatılmıştır. Üçüncü bölümde; Farsça gazellerin, kıta, rûbaî ve musammatın Türkçe çevirileri verilmiştir. Son bölümde ise Emîr Şâhî-i Seb-zvârî'nin Dr. Sa'îd-i Hamîdiyân tarafından Dîvân-ı Emîr Şâhî-i Sebzvârî adı ile neşredi-len Farsça Divan'daki (Tahran 1348 hş.) gazellerin metni esas alınmıştır.
|
Doğu Dilleri ve Edebiyatı
|
Amaç: Methotreksat, anti kanserojen, antiinflamatuar özellikleri sayesinde kanser, romatoid artrit, psoriazis gibi çok sayıda hastalığın tedavisinde kullanılabilen bir folik asit antagonistidir. Beraberinde karaciğerde metabolize olması sebebiyle hepatotoksisite riski bulunmaktadır. Methotreksat, ilerleyici hepatik fibroz ve siroz gibi karaciğer toksisitelerine neden olabilmektedir. Bu çalışmada methotrexat kullanan hastalarda karaciğerde fibrozis gelişiminin, methotrexat kullanım süresi ile ilişkisi olup olmadığının elastik doku ultrasonografi ile değerlendirilmesi amaçlandı.
Materyal ve yöntem: K.S.Ü Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde takip edilen ve methotrexat kullanan 120 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Methotrexat kullanım süreleri kayıt edildi. Hastalar 4 gruba ayrıldı.0-6 ay ilaç kullanan hastalar 1. grup , 6-12 ay ilaç kullanan hastalar 2. grup ,12-18 ay ilaç kullanan hastalar 3. grup ,18-24 ay ilaç kullanan hastalar 4. grup kabul edildi. İlacı kullanan hastaların karaciğerinde fibrozis gelişip gelişmediği takip edildi. Takip sırasında sorumlu araştırmacılar tarafından kliniğimizde mevcut olan FibroScan-502-touch(Echosens,Paris, France) model elastik doku ultrasonografi cihazı kullanıldı. Bunun yanı sıra çalışmaya katılan hastaların Kan üre nitrojeni (BUN), kreatinin(Cr), Alanin aminotransferaz(ALT), Aspartat aminotransferaz (AST), total bilirubin, direkt bilirubin,gama glutamil transferaz( GGT), Alkalen fosfataz (ALP), albümin , uluslararası düzeltme oranı (INR), trombosit, hemoglobin(Hb) değerleri de incelendi.Değişkenlere ait veriler toplandıktan sonra karaciğer elastisite değerleri (fibrozis derecesi),ilaç kullanım süreleri ve bu değişkenler arasındaki ilişki değerlendirildi.
Bulgular: Elastik doku ultrasonografi ile değerlendirme sonrası elde edilen ve karaciğer fibrozisini gösteren emedian değerleri 1.grupta ortalama 4.65 kPa, 2. Grupta ortalama 4.85 kPa, 3. Grupta ortalama 5.40 kPa, 4. Grupta ortalama 5.95 kPa saptandı. Çalışmaya alınan hastaların methotrexat kullanım süresi arttıkça emedian değerlerinin de yükseldiği gözlendi. Ancak yapılan istatiksel değerlendirmede gruplar arasındaki fibrozis değerleri istatistiksel olarak anlamlı değildi.
Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada, kliniklerde birçok hastalığın tedavisinde kullanılan methotreksatın kullanımı sırasında hastaların takiplerin düzenli yapılması gerektiği belirlenmiştir. Aksi halde metotreksat kullanımı ile karaciğerde fibrozis de dahil olmak üzere yapısal ve fizyolojik anlamda ciddi bozukluklar meydana gelebilir. Bu hastaların takibinde günümüzde non-invaziv yöntemler de kullanılabilmektedir.Elastik doku ultrasonografisi de bu yöntemlerden birisi olup, doğruluğu guvenilir, tekrarlanabilir ve invaziv olmayan bir yontem olarak ön plana çıkmaktadır. Çalışmamız sonucunda daha geniş süre zarfında ve daha fazla hasta sayısıyla yapılacak çalışmalarla daha anlamlı sonuçlar elde edilebileceği kanaatine vardık.
|
Gastroenteroloji
|
Hisse senetleri menkul kıymet borsalarında günlük islem gören finansal yatırımaraçları oldugundan, piyasa kosullarına göre getirileri olabildigi gibi kimi zaman kayıplar dayasanabilmektedir. Meydana gelebilecek bu tür getiri kayıplarını teminat altına almayıamaçlayan çalısmada, yatırımcının kısıtlamadan uzak bir portföy stratejisi belirleyebilmesiamaçlanmıstır. Herhangi bir portföyde yer alan hisse senetleri için geçmis getiri kayıplarındanyararlanarak riziko-prim iliskisi kurulmaya çalısılmıstır. Bu iliski kurulurken; hisse senetleri,getiri kayıplarına göre istatistiksel tekniklerden yararlanılarak risk gruplarına ayrılmıstır.Daha sonra farklı risk gruplarına ait hisse senetleri için, sigorta literatüründe yer alan hasarayönelik teknik hesaplamalardan yararlanılarak risk primi hesaplanmıstır. Söz konusu riskprimi yalnızca net primi kapsamaktadır.Sonuç olarak bulunan prim oranı bazı durumlardayüksek olmakla beraber yatırımcıya herhangi bir vade ya da özel sart uygulanmaksızınkendisini hisse senetlerinde meydana gelebilecek getiri kayıplarına karsı koruma imkanısaglayan ve belirlenen bir prim ile islemleri yürütebilecek bir koruma aracı ortayakonulmustur.
|
Bankacılık
|
Bu çalışmada, Scombridae ailesine ait ve ülkemiz denizlerinden örneklenen Auxis rochei, Euthynnus alletteratus, Sarda sarda, Scomber japonicus, Scomber scombrus, Scomberomorus commerson, Thunnus alalunga türleri incelenmiştir. Türlerin mtDNA üzerinde bulunan Sitokrom b, 12S rRNA ve COI bölgeleri PZR ile çoğaltılmış ve dizi analizi gerçekleştirilmiştir. Dizi analizleriyle elde edilen veriler kullanılarak filogenetik analizler gerçekleştirilmiş ve türler arası ilişkiler belirlenmiştir.
Çalışmada COI gen bölgesinde 9 haplotip, 12S rRNA ve sitokrom b gen bölgelerinde 7 haplotip belirlenmiştir. COI, 12S rRNA ve Sitokrom b gen bölgeleri için haplotip çeşitliliği ve nükleotit çeşitliliği sırasıyla Hd:0.912, Pi:0,07854; Hd:0.800, Pi:0.03778; Hd:0.964, Pi:0.07230 olarak bulunmuştur. Elde edilen matrikslerde baz kompozisyonları COI gen bölgesi için A:0.2382, C:0.2867, G:0.1874 ve T:0.2878, 12S gen bölgesi için A:0.281, C:0.268, G:0.223 ve T:0.228 ve Sitokrom b gen bölgesi için A:0.2510, C:0.3198, G:0.1527 ve T:0.2764 olarak belirlenmiştir.
Filogenetik analizlerde oluşturulan ağaçlar incelendiğinde S. sarda haplotiplerinin bir grup, A. rochei, E. alletteratus hapolotiplerinin bir grup, S. scomber ve S. japonicus haplotiplerinin ise bir grup oluşturduğu ve ayrım gösterdikleri görülmektedir. T. alalunga haplotipinin ise A. rochei, E. alletteratus haplotiplerine yakın durduğu, S. sarda haplotiplerinin ise diğer haplotiplere uzak durduğu görülmüştür.
Sonuç olarak bu çalışmada, işlenmiş etlerde kullanılan hayvan türlerini belirlemek ve Türkiye pazarlarında ürün etiketleri üzerinde gıda içeriğinin yanlış tanımlanması ile ilgili durumun araştırılabilmesine yardımcı olmak için basit bir DNA testi gösterilmiştir. Ayrıca, bu yöntem son derece esnektir: mitokondriyal genom üzerinde gen bölgelerine ait sekans bilgileri gen bankaları üzerinden araştırmacılara ve laboratuvar çalışanlarına açık olup hızla hedef dizilerin seçimi ve gerekli analizlerin yapılması her geçen gün artmaktadır. Bu genom bilgiler hala sınırlı olduğu için deniz ve iç su ürünleri türlerinin ayrımı için özellikle önemlidir.
|
Deniz Bilimleri
|
Teknolojinin hızlı bir biçimde gelişmiş olduğu ve günlük yaşamımıza ciddi şekilde etki ettiğini görmekteyiz. Özellikle yaılan birçok işin kolay ve hızlı bir şekilde internet sayesinde yapıldığını söyleyebiliriz. Gerek internetin ve teknolojinin gerekse de dijital oyunların hayatımızın her alanında olduğu günümüzde, her yaş ve her meslekten bireylerin yararlandığı, birçok alanda teknolojinin sağlamış olduğu imkânları kullanmaktayız. Dolayısıyla dijital oyunların toplumun tüm kesimini ve hayatını doğrudan etkilediği görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, özel okullarda öğrenim gören ortaokul öğrencilerinin dijital oyun oynama motivasyonlarının farklı değişkenler açısından incelenmesidir. Araştırmanın evrenini Gaziantep İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı özel okullarda öğrenim gören ortaokul öğrencileri, örneklem grubunu ise gönüllülük esasına dayalı olarak seçilen 304 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak; Tekkurşun-Demir ve Hazar (2018) tarafından geliştirilen, geçerlik ve güvenirlik analizleri yapılmış olan "Dijital Oyun Oynama Motivasyonu Ölçeği (DOOMÖ)" kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 22.0 programından yararlanılmıştır. Çalışmadaki verilerin normal dağılım gösterdiği belirlenmiş ve parametrik testler uygulanmıştır. Betimsel istatistik hesaplamalar, yüzde frekansı analizleri yapılmıştır. Verilerin Bağımsız değişkenler arasındaki farklılığın tespitinde independent samples t-testi ve One Way Anova analizlerinden yararlanılarak, sayısal veriler tablolar halinde yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda, ortaokul öğrencilerinin dijital oyun oynama motivasyonları puanlarının yüksek olduğu görülmüştür. Cinsiyet değişkeni açısından başarı ve canlanma boyutu ile merak ve sosyal kabul boyutlarında erkekler lehine anlamlı farklılıkların olduğu ve görülürken, erkeklerin kadınlardan daha yüksek puanlar elde ettiği tespit edilmiştir. Ortaokul öğrencilerinin dijital oyun oynama motivasyonlarının öğrenim görülen sınıf seviyesi değişkeni açısından ölçeğin tüm alt boyutlarında anlamlı farklılık olduğu ve 8. sınıfta olanların diğer sınıflarda olanlardan daha yüksek puan elde ettikleri görülmüştür. Ayrıca ölçeğin merak ve sosyal kabul, oyun isteğinde belirsizlik alt boyutlarında oyun süresi değişkeni açısından gruplar arası herhangi bir farklılık olmadığı, başarı ve canlanma alt boyutunda oyun süresi 4, 3 ve 2 olanların 1 olanlardan daha yüksek puan elde ettikleri, 4 olanların 2 olanlardan daha yüksek puan elde ettikleri sonucuna ulaşılmıştır.
|
Spor
|
Giriş: Sindesmofitlerin spinal kolonda köprüleşmesi AS'nin progresyonu açısından anahtar bir role sahiptir. Bu çalışmamızda romatoloji kliniğimizde takip edilen grade 4 sakroiliit saptanan Ankilozan Spondilit (AS) tanılı hastalarda spinal kolon tutulumu olmayan ve tam spinal ankilozu (bambu kamışı vertebra) olan hastaları klinik, demografik ve laboratuvar bulguları ile birlikte değerlendirmeyi amaçladık.
Metod: Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi veri sisteminde kayıtlı, modifiye New York tanı kriterlerine göre AS tanısı alan ve unilateral/bilateral grade 4 sakroiliit olan 202 hasta çalışmaya alındı. Tüm hastaların servikal, dorsal ve lomber grafileri yapısal hasar açısından lateral anterior ve anteroposterior yönlere ek olarak lateral posterior ile faset eklem tutulumu değerlendirildi. Çalışmada tüm grafiler ayrı zamanlarda iki kez değerlendirildi. Bu hasta gruplarının klinik özellikleri, vertebral füzyonu predikte eden faktörler ve anti-TNF kullanım özellikleri değerlendirildi.
Bulgular: 19 (%9,5) hastada spinal kolonda hiçbir tutulum olmadığı ve 19 (%9,5)'unda ise spinal füzyon görünümü olduğu saptandı. Spinal füzyon saptanan hastaların hiçbir spinal tutulumu olmayan hastalardan daha yaşlı olduğu (p<0.001) ve erkek cinsiyet sıklığının daha fazla olduğu (p=0.042) saptandı. Hastalarda spinal füzyon gelişimini predikte eden faktörlerin değerlendirilmesi için yapılan istatistiksel modelde sadece >45 yaş olmanın [OR: 10.5, GA: %95, 2.8-39.2; (p<0.001)] ve erkek cinsiyete sahip olmanın [OR: 10.5, GA: %95, 1.14-96.56; (p=0,042)] etkili olduğu saptandı. Her iki grupta da TNF kullanım oranları (%78,9'a karşın %52,6), TNF switch oranları (%53,3'e karşın %45,5) ve TNF dağılımları benzerdi (p>0,05). AS tanılı hastaların kalça tutulum özellikleri 'de özetlenmiştir. Tam spinal füzyon saptanan ve hiçbir spinal tutulum saptanmayan hastalar arasında sağ ve sol kalça BASRİ skorları açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05)
Sonuç: Çalışmamızda dört önemli klinik sonuca ulaştık: (1) Bilateral Grade 4 sakroiliiti olan AS tanılı hastaların %9,5'inde spinal füzyon izlendiği, %9,5'inde hiçbir spinal tutulum olmadığı ve %81'inde ise değişen derecelerde spinal hasar olduğu saptandı. (2) Anti-TNF tedavi yanıtları spinal füzyon olan ve hiçbir spinal tutulum olmayan hastalarda benzer saptandı. (3) >45 yaş olmak ve erkek cinsiyete sahip olmak dışında spinal füzyon gelişimini öngördüren başka bir faktör saptanmadı. (4) Tam spinal füzyon saptanan ve hiçbir spinal tutulum saptanmayan hastalar arasında kalça tutulum dereceleri açısından farklılık saptanmadı.
|
Romatoloji
|
İnsan meme kanseri, kanser tipleri arasında en yaygın hastalıklardan biridir. Meme kanserinin tedavisinin temelini cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi oluşturmaktadır. Ancak şimdiye kadar etkin bir tedavi yöntemi bulunamamıştır. Tedavideki başarısızlığın başlıca nedenlerini tedaviden sonra kanser hücrelerinin metaztazı ve ilaçlara karşı dirençliliği oluşturmaktadır. Buna göre de, son yıllarda meme kanserine karşı tedavide yeni yaklaşımlardan biri olarak bu hücrelerde bulunan mikro RNA'ların (miRNA) kanserin oluşmasında etkin bir rol oynadığına yönelik çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. Kanser hücrelerinin invazyon ve migrasyon gibi özelliğinden sorumlu olan miR-21, onkojenik bir aktiviteye sahiptir. Çalışmalarda, meme kanserinin agresif fenotipinde miR-21'in expresyonunun oldukça yüksek olduğu belirtilmiştir. Buna göre de, meme kanserinin tedavisinde miR-21 inhibisyonu tedavi açısından oldukça önemlidir. Literatürde miRNA-21'in susturulmasına yönelik inhibitörlerin tek başına, çeşitli nanopartiküllere ve tümör kaynaklı EV'lere kapsüle edilerek meme kanseri hücrelerinin migrasyonu, proliferasyonu ve invazyonunun engellenmesine yönelik çalışmalara rastlansa da; çalışmamıza kadar zencefil kaynaklı EV'lere miRNA-21 inhibitörlerinin kapsüle edilerek meme kanseri hücreleri üzerinde etkinliğinin incelendiği çalışmalara rastlanmamıştır. Buna göre de, projenin amacını zencefil kaynaklı nanoveziküllerin miRNA-21minhibitörleriyle enkapsüle edilmesiyle oluşturulacak yeni nanoformülasyonların MCF-7 insan meme kanseri hücreleri üzerinde in vitro incelenmesi oluşturmaktadır. Bu tez çalışmasında öncelikle zencefil kökü suyundan veziküllerin izolasyonu ve karakterizasyonu çeşitli yöntemlerle (elektron mikroskobu, zeta sizer ve akış sitometrisi) gerçekleştirilmiştir. İnhibitörün veziküllere ısı şoku/kalsiyum klorid transfeksiyonu yöntemi ile kapsülasyonundan sonra nanotaşıyıcı sistemlerin etkinliği MCF-7 hücreleri üzerinde etkileri hücrelerin morfolojisi, proliferasyonu, canlılığı, transkripsiyonel düzeydeki gen ekspresyonları ve migrasyonu/invazyonu gibi parametrelere göre incelenmiştir. Nanoveziküllerin J774 makrofaj ve L929 fibroblast hücre hatları üzerinde toksik etkisine bakılmıştır. Elde edilen zeta sizer sonuçlarına göre veziküllerin ortalama 261 nm ve zeta potansiyeli ise -10,3 Mv olarak boş veziküllerin ve miR-21 inhibitörü yüklü veziküllerin önemli derecede toksik olmadığı ve kanser hücreleri üzerinde anti-kanser etkisine sahip olduğu ortaya çıkmıştır. İn vitro yara iyileşme testine göre miRNA yüklü vezikül verilen MCF-7 hücrelerinde, vezikül verilmeyen hücrelere göre daha az hücre migrasyonu ve invazyonu kapasitesi meydana gelmiştir. miR-21 ana hedef genleri olan PTEN, PDCD-4 ve TIMP3 genlerinin mRNA seviyelerinin kantitatif eş zamanlı PZR analizlerine göre ise miR-21 inhibisyonu sonucunda, bu genlerin aktivitesinin belirgin bir şekilde arttığı görülmüştür Ulaşılan olumlu sonuçlar doğrultusunda, dünyada ve ülkemizde ilk kez olarak insan meme kanserinin tedavisinde bitkisel kaynaklı ekstraselüler vezikül kaynaklı gen salım sistemlerine dayalı yeni bir yaklaşım geliştirilmiştir.
|
Biyomühendislik
|
Giriş: Behçet Sendromunda (BS), alt ekstremite venöz tromboz (AEVT) vasküler tutulumunun en sık karşımıza çıkan formudur. Ven duvar kalınlığının vasküler tutulumunu öngörmede kullanılabileceği düşünülmüştür. Yapılan bir MR çalışmasında, vasküler tutulumu olmayan BS'unda ven duvar kontrast tutulumu sağlıklılara gore daha yüksek bulunmuş (1). Bir diğer çalışmada, doppler USG kullanarak ölçülen VDK'ının vasküler tutulumu olmayan BS hastalarında, ankilozan spondilit ve sağlıklı kontrollere karşılaştırıldığında daha yüksek olduğu bulunmuştur (2).
Amaç: Biz araştırmamızda alt ekstremite venöz tutulumu olan ve olmayan Behçet hastalarında ve sağlıklılarda B-mod doppler ultrasonografi (USG) aracılığıyla alt ekstremite venlerin duvar kalınlıklarını ölçmeyi amaçladık.
Metod: Çalışmamıza AEVT olan 50 BS hasta (43 E/7 K), AEVT olmayan 50 BS hasta (43 E/7K) , yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 50 sağlıklı kontrol (43 E/7K) dahil edildi. Hasta-kontrol profiline kör olan 2 radyolog birbirinden bağımsız olarak B mod USG aracılığıyla her iki bacakta ana femoral ven (CFV), yüzeyel femoral ven (SFV) ve vena safena magna (VSM) ven duvar kalınlıkarını ölçtü. Gözlemciler arası güvenirlilik Bland-Altman grafikleri ve sınıf içi korelasyon katsayısını kullanılarak belirlendi.
Sonuçlar: Ortalama hastalık süresi 2 Behçet grubu arasında benzerdi. AEVT öyküsü olan hastaların ortalama ilk tromboz yaşları 26.4 ± 5.8 yıl idi. İki gözlemci arasında çok iyi uyum vardı. Ölçülen her damarın ven dumar kalınlığı AEVT olan ve olmayan BS hastalarında sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. En yüksek VDK ise AEVT olan BS hastalarında saptandı.
Tartışma: Klinik ve radyolojik olarak vasküler tutulumu olmayan BS hastalarında, derin ve yüzeyel alt ekstremite venlerinin venöz duvar kalınlığının artmış olduğunu saptadık. VDK'nın BS'nun vasküler tutulumunun yönetimi ile ilgili ve hastalık mekanizmalarının aydınlatılmasında yararlı olabilir. Bunun için ileri prospektif araştırmalara ihtiyaç vardır.
|
Romatoloji
|
Günümüzde uzay ile ilgili artan çalışmalar ve görevler, daha uzak yerleri keşfetme ve
oralar hakkında araştırma yapma ihtiyaçları, roket tasarımına ve verimliliğine ilgiyi
arttırmıştır. Lüle tasarımları tarih boyunca sürekli gelişim göstermiştir. Konik lüle,
kullanılan ilk lülelerdir. Konik lüleler, roketin itki gücünü arttırırken aynı zamanda
yönlendirilebilirliğini de daha iyi hale getirdi. Konik lüle sabit bir açı ile genişler ve
bu durum konik lülelerin çok uzun ve ağır bir yapıya sahip olmasına neden olur. Bu
yüzden araştırmacılar daha küçük boyutlarda aynı performansa ulaşabilecek yeni lüle
tasarımları üzerinde çalışmalara başladılar. Daha sonra çan lülesini keşfettiler. Çan
lülesi, konik lülenin geliştirilmiş bir formudur. Çan lülesi, çıkışta küçük bir sapma açısı
elde etmek için lüle kontur eğimini kademeli olarak tersine çeviren, lüle boğazının
arkasında yüksek açılı bir genişleme bölümüne sahiptir. Lüle duvarları, akışı eksenel
yöne daha yakın yönlendirerek itme kaybını en aza indirecek şekilde şekillendirilir.
Çan lülesinin konik lüleye göre temel farkı boyutu minimize ederken performansı
maksimize etmesidir. Ancak çan lülesinin de bir dezavantajı vardır. Bu da, sadece bir
irtifa değeri için optimum çalışıyor olmasıdır. Araştırmacılar bu kısıtlamayı da ortadan
kaldırmak istediler ve çalışmalara başladılar. Çalışmalar sonucunda aerospike lüle
fikri ortaya atıldı.
Aerospike lüle, 1950'li yıllardan beridir üzerine çalışılan bir lüle tipidir. Uzun bir süre
kullanılıp kullanılmaması üzerine tartışmalar sürerken, NASA, 1990'lı yıllarda
Venture Star olarak da bilinen X-33 görevinde tek kademeli uzay aracının tahrik
sisteminde doğrusal tapa yapısını kullanmıştır. Aerospike lülenin, geleneksel çan
lülelerine göre çeşitli avantajları bulunmaktadır. Bu avantajlardan en önemlisi ise irtifa
dengeleme özelliğidir. Aerospike lülenin irtifa dengeleme özelliği, son yıllarda
aerospike lüleye ilginin artmasını ve aerospike lüleler hakkında çeşitli çalışmalar
yapılmasını sağladı.
Mühendisler, aerospike lülenin konturunu tasarlamak için çeşitli yaklaşımlar ortaya
koymuşlar ve yöntemler geliştirmişlerdir. Aerospike lüle konturunun tasarımı için
geliştirilen yöntemler arasında Wang ve Qin, B-Spline metodu, Rao metodu, Zebbiche
ve Youbi metodu, Foelsch metodu ve Angelino metodu gibi metotlar vardır. Bu
çalışmada, Angelino metodunu tercih edilme sebebi, yönteminin basitliği ve
doğruluğudur. Yöntemin temeli, geometrik denklem, genişleme fanı Prandtl-Meyer
fonksiyonu ve izentropik akış ilişkilerine dayanmaktadır. Bu çalışamda, bir Matlab
kodu yardımıyla Angelino metodu hesaplamaları yapılacak ve deniz seviyesi için optimum çalışan ve 10000 metre irtifa için optimum çalışan aerospike lüle
konturlarının noktaları belirlenecektir.
Bu çalışmada aerospike lülenin irtifa dengeleme özelliğini araştırmak için deniz
seviyesine göre tasarlanmış aerospike lüle için deniz seviyesinde, 5000 metre, 10000
metre, 20000 metre, 40000 metre, 50000 metre, 60000 metre, 70000 metre ve 80000
metre olmak üzere 9 farklı irtifada HAD analizleri yapılacaktır. Bu analizler, bir
Matlab kodu yardımıyla Angelino metodu hesaplamaları yapılarak ortaya çıkarılan,
deniz seviyesinde optimum çalışacak şekilde tasarlanan aerospike lüle kontur
geometrisi için yapılacaktır. 10000 metre irtifada optimum çalışacak şekilde tasarlanan
lüle için ise deniz seviyesi, 5000 metre, 10000 metre, 20000 metre ve 40000 metre
irtifalarda HAD analizi yapılacaktır. Bu çalışma, irtifa değişiminin toplam itki ve
spesifik itki üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır. Aynı zamanda farklı
irtifalara göre tasarlanmış aerospike lüle konturu tasarımları için, irtifanın performans
üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.
HAD, akışkanların hareketini tanımlayan temel denklemleri çözmeye dayanır. Bu
denklemler genellikle Navier-Stokes denklemleri olarak bilinir ve hareket eden
akışkanın özelliklerini matematiksel olarak ifade eder. Bilgisayarlar, sayısal
çözümleme yöntemleri kullanılarak denklemleri çözmek için kullanılır. Hesaplamalar
genellikle bir bilgisayar programı aracılığıyla gerçekleştirilir. Sayısal yöntemler,
akışkanın karmaşık davranışlarını simüle etmek için kullanılır. HAD
simülasyonlarında, akışkanın başlangıç koşulları ve çevresel etkileşimler sınır
koşulları olarak belirlenir. Bu koşullar, gerçek sistemdeki fiziksel özelliklere
dayanarak belirlenir. HAD simülasyonları için bir hesaplama alanı oluşturulur ve bu
alan bir ağ ile bölünür. Hesaplamalar bu ağ üzerinde gerçekleştirilir. Daha ince bir ağ,
daha hassas sonuçlar sağlar, ancak hesaplama maliyetini artırır. HAD
simülasyonlarından elde edilen sonuçlar, akışkanın hızı, basınç dağılımı, sıcaklık
değişiklikleri gibi çeşitli parametreleri içerir. Bu sonuçlar, tasarım iyileştirmeleri veya
problem çözümleri için analiz edilir.
Bu çalışmada, ticari bir HAD programı olan ANSYS Fluent kullanılmıştır. Lüle
geometrisi eksenel simetrik olduğu için 2 boyutlu bir analiz gerçekleştirilir. Kontur
geometrisi ve akış alanının olduğu geometri SolidWorks yardımıyla ANSYS'e
aktarıldıktan sonra bir ağ yapısı kurulur. Çözücü ayarları yapılırken daha hassas bir
sonuç elde edebilmek için çift hassasiyet ayarlanır. Sıkıştırılabilir bir akış problemi
çözüldüğü için yoğunluk bazlı çözücü ayarı kullanılır. Geometri eksenel simetrik
olduğu için eksenel simetrik çözüm seçeneği seçilir. Akışkan ayarları yapılırken,
akışkan ideal gaz kabul edilir ve akışkan vizkositesi için Sutherland yasası kullanılır.
Türbülans modeli olarak k-epsilon (2 denklemli) türbülans modeli seçilir. Enerji
denklemi açık konuma getirilir.
Sınır şartları duvar olarak kabul edilir. Bunun sebebi, lülenin rüzgar tünelinde test
edildiğinin varsayılmasıdır. Giriş sınırı için giriş basıncı ve giriş sıcaklığı olarak,
yanma odası basıncı ve sıcaklığı kabul edilir. Yanma odası basıncı 4800000 Pa ve
yanma odası sıcaklığı 1773 K olarak seçilmiştir. Çıkış sınır şartları ise analizin
yapılacağı irtifa değerlerine göre değişmektedir. Her irtifada farklı bir atmosfer basıncı
ve sıcaklığı vardır. Eksen için eksen sınır şartı seçilir. Kontur yüzeyi, dudak ve yanma
odası duvarları, duvar sınır şartıyla belirtilir.
ANSYS Fluent'te ayarlamalar yapıldıktan sonra elde edilen sonuçlar hem Mach sayısı
konturu, hem hız büyüklüğü konturu, hem basınç konturu hem de sıcaklık konturu
olarak birbirleri ile karşılaştırılır. ANSYS Fluent sonuçlarına göre; deniz seviyesine göre tasarlanan konturda deniz seviyesinde optimum genleşme gerçekleşmektedir.
Sırasıyla 5000 metre, 10000 metre, 20000 metre, 40000 metre, 50000 metre, 60000
metre, 70000 metre ve 80000 metre irtifalarda az genişleme gerçekleşmektedir. 10000
metre irtifaya göre tasarlanan konturda ise deniz seviyesi ve 5000 metre irtifada aşırı
genleşme durumu, 10000 metre irtifada optimum genleşme, 20000 metre ve 40000
metre irtifada ise az genleşme görülür.
ANSYS Fluent'ten alınan çıktılar, itki hesaplamaları için yazılan Matlab koduna
aktarılır. Bu sayede deniz seviyesine göre tasarlanan aerospike lüle için çeşitli
irtifalarda toplam itki ve spesifik itki hesaplamaları yapılır. Çıkan itki sonuçları
birbirleri ile karşılaştırılır. Deniz seviyesinde 1.4508e+04 N olan toplam itki kuvveti,
irtifa arttıkça artmaya devam etmekte ve 40000 metre irtifada 1.5372e+04 N değerine
ulaşmaktadır. 40000 metre irtifadan daha yüksek irtifalarda, azalan atmosfer basıncı
değişimden dolayı toplam itkide büyük bir değişim gözlenmemiştir. Spesifik itki
değeri ise, deniz seviyesinde 189.3538 değerindeyken, irtifa arttıkça artmaya devam
etmekte ve 80000 metre irtifada 200.6732 değerini görmektedir. 10000 metre irtifaya
göre tasarlanan aerospike lüle için ise itki hesabı yapılmamıştır. Çalışmada farlı
irtifalarda optimum çalışması için tasarlanan iki lülenin karşılaştırılabilmesi için çeşitli
parametrelerin hesaplanmasına ihtiyaç vardır.
|
Havacılık ve Uzay Mühendisliği
|
DOKTORA TEZ OZU FEN BİLGİSİ DERSİNDE ÖĞRENME HALKASI YAKLAŞIMININ ÖĞRENCİLERİN AKADEMİK BAŞARILARINA VE HATIRLAMA DÜZEYLERİNE ETKİSİ Emine Aysın KÜÇÜKYILMAZ İlköğretim Anabilim Dalı Sınıf Öğretmenliği Programı Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2003 Danışman: Prof.Dr.Şefık YAŞAR Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, toplumların yapısında değişikliklere neden olmakta, toplumların eğitim kurumlarından beklentileri; buna koşut olarak da eğitimin amaçlan değişmektedir. Toplumlar, eğitim sisteminden bu hızlı değişime ayak uydurabilecek ve değişimi gelişmeye götürebilecek nitelikte düşünen, üreten, sorgulayan, araştıran, problem çözebilen, problem çözme yollarım karşılaştığı yeni problemlere de uygulayabilen bireyler yetiştirmesini beklemektedir. Bu niteliklere sahip bireylerin yetiştirilmesinde ise ilköğretimde Fen Bilgisi dersinin ve fen öğretiminin önemi büyüktür. Fen Bilgisi dersi yoluyla öğrencilere kazandırılması gereken özelliklerin, bilgi aktarma ve aktarılan bilgiyi geri isteme biçiminde gerçekleşen geleneksel öğretim yöntemleriyle kazandırılması olanaklı değildir. Çünkü, fen bilimlerinin hızla artan içeriğinin öğrenciye geleneksel yollarla kazandırılması olanaklı görülmemektedir. Bu nedenle, sınıf içerisinde artık öğrencinin öğrenmeyi öğrenmesi, problem çözmesi, bilgiye ulaşma yollarını kavraması ve uygulaması, bilgiyi verildiği biçimiyle almaktan çok kendi deneyimleriyle bilgiyi kendisinin oluşturmasını sağlayan öğretim yaklaşımlarına gereksinim vardır. Bu yaklaşımlardan biri yapılandırmacılık, onun Fen Bilgisi öğretimindeki uygulamalarından biri de öğrenme halkası yaklaşımıdır. ııBu araştırma, ilköğretim beşinci sınıf Fen Bilgisi dersinde öğrenme halkası yaklaşımının öğrencilerin akademik basanlarına ve hatırlama düzeylerine etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, gerçek deneme modellerinden "öntest-sontest kontrol gruplu model" kullanılmıştır. Araştırmaya ilişkin uygulama, 2002-2003 öğretim yılının birinci döneminde Eskişehir Merkez Yunusemre İlköğretim Okulu 5/A ve 5/B sınıfı öğrencileri üzerinde altı hafta süre ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanması amacıyla öğrencilerin akademik başarılarını ve hatırlama düzeylerini ölçmek üzere beşinci sınıf Fen Bilgisi dersi "Ses ve Işık" ünitesine ilişkin bir başarı testi uygulanmıştır. Öğrencileri denkleştirmek için bir kişisel bilgiler anketi, söz konusu ünitenin öğrenme halkası yaklaşımına göre işlenebilmesi için de ders planlan ve materyalleri geliştirilmiştir. Araştırma sonunda elde edilen verilerin istatistiksel çözümlemesinde SPSS paket programından yararlanılmış, gruplar arası karşılaştırmalarda bağımlı t testi uygulanmış, anlamlılık düzeyi.05 olarak benimsenmiştir. Araştırmada verilerin çözümlenmesinden sonra şu sonuçlara ulaşılmıştır: 1. Fen Bilgisi dersinde öğrenme halkası yaklaşımının uygulandığı deney grubu ile geleneksel öğretimin uygulandığı kontrol grubu öğrencilerinin akademik başarıları arasında anlamlı bir fark yoktur. 2. Fen Bilgisi dersinde öğrenme halkası yaklaşımının uygulandığı deney grubu ile geleneksel öğretimin uygulandığı kontrol grubu öğrencilerinin bilgileri hatırlama düzeyleri arasında deney grubu lehine anlamlı bir fark vardır. ııı
|
Eğitim ve Öğretim
|
Amaç: Laktat düzeyi tansiyon ve nabız gibi vital bulgular normal olsa dahi dolaşım bozukluğunun erken belirteci olarak önemli bir yere sahiptir. Yükselmiş laktatın mortalite tahmininde anlamlı olması, laktat düzeyi normal veya normale yakın olan hastalarda laktat klirensini daha ön plana çıkarmıştır. Bu bağlamda ülkemizde ve dünyada pulmoner emboli tanısı almış hastalarda laktat klirensinin mortaliteye etkisi üzerine çalışmalar kısıtlıdır. Bu çalışmada amacımız, hastanemize başvuran 18 yaş üstü pulmoner emboli tanısı alan hastalarda laktat ve laktat klirensinin erken ve geç dönem mortalite ile ilişkisini araştırmaktır. Sonuçlarımızı PE'li hastaların mortalite tahmininde kullanılan skorlama sistemleri ile karşılaştırmayı planladık.
Gereç ve Yöntem: Prospektif kesitsel olarak tasarlanan bu çalışma 01 Eylül 2020 – 01 Ağustos 2021 tarihleri arasında, T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği'nde yapıldı. Acil servise başvuran ve pulmoner emboli tanısı alan hastalar çalışmaya alındı. Hastaların risk faktörleri, vital bulguları, laktat (geliş ve 2. saatte) düzeyleri, toraks BT anjiyografi görüntüleri, ekokardiyografik görüntülemeleri incelendi. Elde edilen verilerilerle hastaların PESI skorları hesaplandı. Hastalar, hastane yatışları ve taburculukları sonrası da takip edildi. PTE tanısı aldıktan sonraki süreçte hastaların 24 saatlik, 7 günlük ve 30 günlük sağ kalım oranları hastane bilgi yönetim sistemi ve Sağlık Bakanlığı Ölüm Bildirim Sistemi kullanılarak bulundu. Olumsuz sonlanımlar hastaların kayıtlı telefon numaraları aranarak doğrulandı. Mortaliteyi öngörmede laktat düzeyi ve laktat klirensinin istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı değerlendirildi.
Bulgular: PTE tanısı konulan 119 hastadan 77 hasta çalışmaya alındı. Olguların, 51'ini (%66.2) kadın hastaların oluşturduğu, ortalama yaşın ise 71.8 (±14.6, min. 35 – max. 96) olduğu görüldü. Hastaların 54 tanesi (%70.2) sağ kalırken, 23'ünde (%29.8) 30 gün içinde eksitus gerçekleşti. PESI, PE'li hastalarda mortaliteyi öngörmede anlamlı bulundu (p:0.002). PESI skorlamasının ROC eğrisi analizinde EAA 0.703 (%95 GA: 0.586 – 0.820) olarak hesaplandı. Hastalardan başvuru sırasında alınan 0. saat laktat düzeyi ve 2. saat laktat düzeyi, PE'li hastalarda 30 günlük mortaliteyi öngörmede sırasıyla p:0.009 ve p:0.002 ile anlamlı bulundu. Hastaların 0. saat laktat değeri için yapılan ROC eğrisi analizinde EAA 0.688 (%95 GA: 0.552 – 0.824) olarak hesaplandı. Hastaların 2. saat laktat değerleri için yapılan ROC eğrisi analizinde ise EAA, 0.722 (%95 GA: 0.586 – 0.857) büyüklüğünde bulundu. Laktat klirensi için yapılan istatistiksel analizler sonucunda PE'li hastalarının 30 günlük mortalitesini öngörmede laktat klirensinin anlamlı olmadığı görüldü (p:0.290). PESI, 0. saat laktat ve 2. saat laktat değişkenlerinin ROC curve eğrileri arasında mortaliteyi öngörmede anlamlı fark bulunamadı. Mortalite zamanında ise PESI skorlaması p:0.598 ile moralite zamanını tahmin edemiyorken, 0. ve 2. saat laktat düzeyleri mortalite zamanı ile korele bulundu (p:0.001, p:0.001).
Sonuç: Acil serviste PE tanısı alan hastalarda plazma laktat düzey yüksekliğini mortalite ile ilişkili bulundu. Çalışmamızda PE'li hastalarda laktat klirensi mortalite ile ilişkili değildi. PE'li hastaların mortalite tahmininde plazma laktat düzey ölçümleri ile PESI skorlaması arasında anlamlı bir fark yoktu.
|
İlk ve Acil Yardım
|
Kültürel miras olarak Aizanoi antik kentinin maddi-manevi kültürel değerlerin yazılı ortama aktarımıyla Soküm çalışmalarına katkı sağlamak ve kültürel değerlerin korunmasında bireylerde farkındalık oluşturmak amaçlanmaktadır. Sözlü aktarımlar ile kuşaktan kuşağa miras bırakılan sözlü geleneğin ulusal ve uluslararası düzeyde kayıt altına alınması, geçmiş ve günümüz adetleri ile kıyaslayarak somut olmayan kültürel mirasımızın yaşatılması noktasında gelecek nesillere taşımak hedeflenmiştir.
Konusu "Çavdarhisar Ölü Gömme Adetleri" olan çalışmada: ölümü düşündüren haller, hayvanların çıkardığı seslerin, doğa olaylarının ve meteorolojik olayların, rüyaların, büyünün, hurafelerin, batıl inanışların ölümle ilişkilendirilmesi gibi konu ve konu alt başlıkları değerlendirmeye alınacaktır. Aynı zamanda Aizanoi kazı çalışmalarında elde edilen arkeolojik buluntular, Aizanoi kazısı somut olmayan kültürel mirasın belgelenmesi kapsamında gerçekleştirilen Halk Bilimi alan araştırması verileri ilgili literatür çalışmaları dahilinde ele alınacaktır.
|
Arkeoloji
|
AMAÇ: Fonksiyonel dispepsi (FD) toplumda sık karşılaşılan bir hastalıktır, etiyolojisi iyi bilinmemekle birlikte çeşitli psikiyatrik bozukluklarla bir arada bulunabilir. Ülkemizde dispepsi ile ilgili çalışmalar genellikle H pylori infeksiyonu, çölyak hastalığı gibi organik hastalıklarla dispepi ilişkisini araştırmıştır. Dispepsi hastalarını psikolojik bakımdan değerlendiren tek çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı fonksiyonel dispepsi hastalarının somatizasyon, depresyon, anksiyete, bağlanma ve aleksitimi düzeylerinin sağlıklı kontroller ve organik dispepsi (OD) hastaları ile karşılaştırarak araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya gastroenteroloji polikliniğine başvuran 30 FD, 29 OD ve 27 kontrol hastası alındı. Tüm hastalar ve sağlıklı kontrollere Beck Depresyon Envanteri (BDE), Toronto Aleksitimi Skalası (TAS), Erişkin Bağlanma Ölçeği (EBÖ), Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (DSKE), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ve Belirti Tarama Listesi'nin (SCL-90) 1, 4, 12, 27, 40, 42, 48, 49, 52, 53, 56, 58 no'lu soruları uygulandı. Bir psikiyatr bütün katılımcılarla yüzyüze görüşerek somatizasyonu değerlendirdi. Hasta ve kontrol gruplarına ait sürekli veriler çok varyanslı analiz (ANOVA) yöntemi ile, kategorik veriler ise ki kare testi ile karşılaştırıldı. 0,05 den küçük p değerleri anlamlı kabul edildi..
SONUÇ : Kontrol grubu OD grubundan daha gençti. OD grubunda diğer gruplara göre daha kadın/erkek oranı daha düşüktü. Depresyon skoru FD grubunda kontrol grubuna göre daha yüksekti. FD grubunun kontrol grubuna göre daha güvenli bağlandığı saptandı. Yapılan psikiyatrik görüşmede FD grubunda daha yüksek oranda somatizasyon görüldü. Anksiyete, aleksitimi, sosyal destek açısından ise gruplar arasında bir fark izlenmedi.
TARTIŞMA: FD grubunda depresyon ve somatizasyon daha sıktı. Verimiz hastaların tedavisinde çok disliplinli bir yaklaşımın daha başarılı olacağına işaret eder.
|
Gastroenteroloji
|
oz YÜKSEK LİSANS TEZİ K.K.T.C. ÇÖMLEKÇİ D.Ü.Ç. SÜT SIĞIRCILIĞI İŞLETMESİNİN GELİŞTİRME OLANAKLARI AkayİNCE ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ZOOTEKNİ ANADİLİM DALI Danışman : Prof. Dr. Kemal ÖZKÜTÜK Yıl:2004, Sayfa: 99 Jüri : Prof. Dr. Kemal ÖZKÜTÜK Prof. Dr. Faruk ÖZGÜVEN Yrd.Dr. Serap GÖNCÜ KARAKÖK Bu çalışma ile, KKTC Çömlekçi ve Margo İşletmelerinde yürütülen Siyah Alaca süt sığırcılığı, bu günkü durumunun ortaya konulması ve geliştirilmesi için önerlerde bulunulması amacıyla, geniş kapsamlı incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Düvelerde ilkine tohumlama yaşının gecikmesi, kızgınlıkların belirlenmesinde eksiklikler ve en önemlisi, aşım ve tohumlama da başarı oranlarının çok düşük olduğu saptanmıştır. İlkine çiftleşme yaşı ve ilkine buzağılama yaşları sırasıyla ortalama 19.9 ve 29.5 ay bulunmuştur. Yapay tohumlamalarda başarı oranları yıllara göre % 19 ile % 41 arasında olup, bu işletmede başarılı bir üreme performansı sağlanamadığı anlaşılmıştır. İşletmenin yapısal iyileştirilmesi için yeni ahırda tadilat yapılması önerilmiştir. Böylece bu ahırın kapasitesi iki katına çıkabilecektir. Verim seviyesinin arttırılması amacıyla çevrenin iyileştirilmesine ilişkin öneriler yanında genotipin iyileştirilmesi ve işletmenin gerçek bir damızlık işletmesi olabilmesi amacıyla Hiyerarşik MOET programının gerekli olduğu vurgulanmıştır.
|
Zooloji
|
Finansal başarısızlık tahmini, işletmelerin faaliyetlerine uzun süre devam edebilmeleri ve karşılaşabilecekleri güçlükleri önceden görebilmeleri açısından çok önemlidir. Özellikle 1970'li yıllardan sonra uluslar arası finansal sistemdeki gelişmeler paralelinde risk olgusundaki artışla birlikte firmalar daha fazla finansal sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bu ortamda finansal başarısızlığı tahmin etmeye yönelik çalışmalar daha önemli bir hale gelmiştir. Tahmin konusunda yapılan çalışmalarda teorik olarak elde edilen bulguların pratik hayatta da uygulanabilirliği, bu konunun önemini daha da artırmıştır. Bu çalışmanın amacı İMKB'de işlem gören ve imalat sektöründe faaliyet gösteren firmaların finansal başarısızlıklarının tahminine yönelik faktörlerin belirlenmesidir. Tahmin modeli geliştirmek amacıyla son yıllarda sıklıkla kullanılmaya başlanan veri madenciliği yöntemlerinden karar ağaçları C5.0 ve sinir ağları teknikleri kullanılmıştır. Çalışma kapsamında 2005-2010 yılları arası 12 aylık bilanço ve gelir tabloları verileri kullanılmıştır. Elde edilen bulgulara göre finansal başarısızlığı en fazla etkileyen değişkenin ?Faaliyet Kârı / Aktif Toplamı? oranı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca sinir ağları tekniğinin finansal başarısızlığı tahminlemedeki performansının karar ağaçları C5.0 tekniğine göre daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
|
İşletme
|
Bu çalışmada, camsı karbon elektrot yüzeyi, farklı oranlarda kitosan (Chi) ve indirgenmiş grafen oksit (rGO) içerecek şekilde rGO/Chi kompozit yapısı ile modifiye edilmiştir. Elde edilen bu kompozit yapıların elektrokimyasal hidrojen oluşumunda gösterdikleri katalitik aktiviteleri, dönüşümlü voltametri (CV), Tafel polarizasyon eğrileri ve elektrokimyasal impedans spektroskopisi (EIS) gibi elektrokimyasal teknikler kullanılarak incelenmiştir. En yüksek akım yoğunluğunun elde edildiği kompozit yüzeyi, hidrojen oluşumunda katalitik aktifliği yüksek olduğu bilinen Pd metali ile nano düzeyde iki farklı yöntemle modifiye edilmiş, elde edilen rGO/Chi/Pd nanokompozit yapıların hidrojen oluşumundaki performansları, aynı elektrokimyasal yöntemler kullanılarak karşılaştırılmıştır. Camsı karbon elektrot yüzeyinde elde edilen rGO, rGO/Chi ve rGO/Chi/Pd nanokompozit yapıların yüzey özellikleri ve kimyasal kompozisyonları, taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve enerji dağılım spektroskopisi (EDS) teknikleri ile incelenmiştir.
|
Kimya
|
Ateşli silahların bir kullanıcı tarafından ateşlenmesiyle oluşan namlu patlaması
sonucu namlu ucunda yüksek görünümlü alevler oluşur. Ateşli silahların özellikle
gece kullanımlarında namlu patlaması sonrasında oluşan yüksek alev görünümlerinin
ciddi zararları vardır. Bunlardan en önemlileri, gece kullanımlarında ateşleme
sonrasında oluşan yüksek alev görünümü kullanıcının gözlerini kör edebilir ve
oluşan yüksek alev görünümü ile düşman kuvvetlerin kullanıcının konumunun tespit
etmesine neden olur. Başlıca bu ve diğer nedenlerden dolayı ateşli silahların namlu
ucuna takılan cihazlar geliştirilmiştir. Geliştirilen cihazlara namlu ucu cihazları
denmektedir. Namlu ucu cihazlarından en yaygın olarak kullanılanları ise namlu
frenleri, susturucular ve alev gizleyenlerdir. Yapılan çalışma da özellikle gece
kullanımlarında kullanıcının gece görüşünü artırıp, konumunu gizlemek için ve
içerisinde özel fonksiyonlarda bulunan çok fonksiyonlu bir alev gizleyen tasarlanıp
prototipi imal edilmiştir.
Geleneksel tasarım yöntemi kullanılarak 7.62 mm kalibrelerde kullanılmak üzere her
birinin farklı özel yapı ve fonksiyonları bulunan üç alev gizleyen modeli
tasarlanmıştır. Alev gizleyen modelleri SolidWorks programı ile tasarlanmıştır ve üç
modelin içerisindeki hava akış analizleri SolidFlow ile hesaplanmıştır. Modellerin
yapı, özellik, fonksiyon ve akış analizleri göz önünde bulundurulduğunda Atabey
Çok Fonksiyonlu Alev Gizleyen modelinin en verimli olduğu gözlemlenmiştir.
Tasarlanan alev gizleyen modellerinin, üç boyutlu yazıcı Zortrax firmasının ürettiği
M200 modeli ile prototipi imal edilmiştir. Atabey Çok Fonksiyonlu Alev Gizleyen
ile namlu patlaması sonrasında oluşan alev görünümü minimize edilerek kullanıcının
gece görüşü artırılır ve konumu gizlenir. Özel tasarımı ile telleri kesebilir, kesici ve
delici yapısı ile düşman kuvvetlere karşı birebir müdafaa da kullanılabilir. Eklenen
özel fonksiyonlar ile alanında eşsiz bir alev gizleyen olmuştur.
|
Savunma ve Savunma Teknolojileri
|
Bu çalışma kapsamında, Irak'ın teorik olarak saha ve teknik güneş enerjisi potansiyeli araştırılarak belirlenmiş, günlük detayda yıllık elektrik tüketim veri seti oluşturulmuş ve elektrik tüketimi fotovoltaik yapıda simüle edilmiş, fotovoltaik elektrik üretim sistemleriyle karşılama durumu değerlendirilmiştir. Çalışma sadece Basra, Bağdat ve Kerkük şehirleri ile sınırlandırılmış bu üç bölgenin Irak'ın güneş enerji potansiyelini temsil edebilme becerisi olduğuna kanaat getirilmiştir ve bu bölgelerde ortalama bir hanenin toplam ihtiyaçları göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir. Bölgenin yıllık toplam güneşlenme süresi; Basra için 4420 saat, Bağdat için 4417 saat ve Kerkük için de 4380 saat ve saha güneş enerjisi potansiyeli Basra için 2915 kWh/m2, Bağdat için 2274 kWh/m2 ve Kerkük için de 2106 kWh/m2 olarak hesaplanmıştır. Yıllık toplam teorik güneş enerjisi potansiyeli 3 şehir için ortalama 2431 kWh/m2 olan bölgelerde; yatayda tam güneye bakan ve dikeyde Basra için 15 derece, Bağdat için 20 derece ve Kerkük için de 30 derece açıyla yerleştirilen fotovoltaik panellerle kurulacak bir güneş elektriği üretim sisteminin teknik güneş enerjisi potansiyeli; Basra için 5316,96 kWh/yıl, Bağdat için 5184,72 kWh/yıl ve Kerkük için de 4802,86 kWh/yıl bulunmuştur. Ortalama bir hanenin yıllık elektrik tüketimi 4693,49 kWh/yıl olarak belirlenmiş olup mevsimlere göre de toplam enerji tüketimi yaz aylarında 2154,74 kWh/yıl, bahar aylarında 416,91 kWh/yıl ve kış aylarında da 961,83 kWh/yıl olarak belirlenmiştir. Bu yükü karşılayabilecek şebeke ve aynı zamanda akü bağlantılı Poly-Crystalline Silicon FV modülü 0,75 performans oranına sahip tüketim davranışlarına ve çevre şartlarına en uygun donanımlardan olduğu sonucuna varılmıştır. FV modüllerinin sayıları Basra için 8 adet, Bağdat için 9 adet çıkarken Kerkük için ise 10 adet FV modül sistemi çıkmaktadır. Bu çalışmada ilgili şehirler için yapılan maliliyet hesapları sonucu; Basra için 8998 $ ve Bağdat ile Kerkük için de 9628 er $ tutarında FV güneş paneli sistemleri ile karşılanabileceği görülmüştür. Bu veriler ışığında çalışmamızın ilk bölümünde elektrik enerjisi ve üretim yöntemleri ile ikinci bölümde de güneş enerji sistemleri anlatılmıştır. Üçüncü bölümde ise tezin esasını teşkil eden Irak'taki enerji üretimini ele alıp Irak'ta mevcut enerji politikalarını ve güneş enerjisi ile enerji açığının durumu ve bu açığın giderilebilirliği üzerinde çalışılmıştır.
|
Enerji
|
Havayolu taşımacılığı yapan havayolu şirketlerinin en önemli ürünlerinden biri uçak koltuklarıdır. Havayolu şirketleri koltukları pazarlamaktadırlar. Diğer sektörlerde olduğu gibi havayolu sektöründe de fazla ürünler satışları arttırdığı gibi maliyetleri de arttırmaktadır. Aynı zamanda havayolu şirketlerinin, uçak kalkışa geçmeden koltuklar satılmalıdır. Aksi takdirde satılamayan koltuklar şirketlere zarar ettirmektedir. Bu nedenle ideal strateji doğru miktarda koltuğu, doğru fiyattan müşterilerine sunmaları gerekir. Bu stratejilerden birincisi filo ataması problemi ile ilgiliyken, diğeri gelir yönetimi ile ilgilidir.
Bu çalışmanın amacı, havayolu şirketlerinin en büyük maliyet kalemlerinden biri olan filo ataması konusunun incelenmesi ve filo ataması probleminin tüm detayları ile anlatılıp, probleminin çözümü için üç farklı optimizasyon modelinin hybrid bir model haline getirerek çoklu seçim modelinin geliştirilmesidir.
Filo ataması problemi yöneylem araştırması literatüründe nispeten yeni bir konu olup, endüstriyel anlamda ciddi maliyet artışlarına sebep olan doğru uçuşa doğru uçağın atanması sorununun çözümü için gereklidir.
Çalışmanın teorik bölümünde literatür ve filo atama modelleri incelenmiş olup, uygulama kısmında Türk Hava Yollarının veri seti kullanılarak hybrid atama modeli kurulup, bu model MATLAB (Global Optimization Toolbox ve Optimizasyon Toolbox) optimizasyon programı ile kodlanıp maliyetlerin minimum ve gelirleri maksimum yapacak şekilde filoların uçuşa atanmasını sağlayan çoklu karar verme hybrid modeli geliştirilmiştir.
|
Havacılık Mühendisliği
|
Yaygın din eğitimi genel olarak, örgün din eğitimi kurumlarında verilen din eğitimi ve öğretimi dışında, halkı din konusunda aydınlatmak, güzel davranışları fertlere kazandırmak amacıyla yapılan faaliyetlerdir. Yaygın İslam din eğitimine, İslam'ın ilk yıllarından günümüze gelinceye kadar en kapsamlı bir şekilde camide gerçekleştiği için cami eğitimi de denmektedir. Bu nedenle çalışmamızın ana temasını cami eğitimi teşkil etmektedir.
Belçika'daki sosyal şartlara baktığımızda cami eğitiminin, burada yaşayan Türk toplumuna yönelik din eğitiminin omurgasını oluşturduğunu görmekteyiz.
Bu çalışma, Belçika'nın Antwerpen ili sınırları dahilindeki Türk toplumuna ait camilerde ve cezaevlerinde yapılan yaygın İslam din eğitiminde karşılaşılan sorunları tespit etmek amacıyla Türk toplumuna ait camilerde görevli 19 imam, 28 eğitimci, 2 cezaevi görevlisi ile daha önce uzun bir zaman cezaevinde kalan bir mahkumla birebir görüşülerek yapılmıştır. Ayrıca "Executief van de Moslims van Belgie (EMB)"nin Belçika Müslümanları Yürütme Kurulu Eğitim Bölüm Başkanı Sayın Mehmet Üstün ile de görüşerek örgün eğitimde İslam dersleri ve camilerdeki faaliyetlerle ilgili EMB'nin aktüel çalışmaları hakkında bilgi aldık. Araştırmada din eğitimcilerine, yetişkinlere, 7-13 yaş gurubu hafta sonu kurslarındaki öğrencilere ve cezaevlerindeki mahkumlara yönelik yapılan din eğitimi faaliyetleri hakkında sorular yöneltilmiştir. Bu çalışmada, din eğitimcilerinin genelde mesleki bilgiye haiz oldukları halde % 38'inin pedagojik formasyona sahip olmadıkları, imamların % 90'ının yabancı dil sorunu olduğu, 3 veya 6 aylık kısa dönem için görevlendirilen imamların sosyal ortamı tanımadan görev yaptıkları, buna karşılık din görevlilerinin cemaati tanıma noktasında başarılı oldukları, Türk toplumunun %47'sinin çeşitli nedenlerle camilerle bağlantılarının olmaması nedeniyle cami hizmetlerinden istifade etmedikleri, kadınlara yönelik faaliyetlerde görev yapacak bayan din görevlilerinin ve cezaevlerindeki din görevlilerinin sayılarının yetersiz olduğu, bazı camilerde fiziki ortamın uygun olmamasından dolayı sınıf ortamında derslerin yapılamadığı, velilerin bir kısmının çocuklarının derslere devamı hususunda gereken ilgiyi göstermedikleri, 3-6 yaş grubuna yönelik din eğitimiyle ilgili ana sınıfı sayısının yetersiz olduğu ve bunun yanında cami dernek yönetimleri ve imamların koordinasyonunun çok iyi olduğu tesbit edilmiştir.
|
Din
|
Lewis asidik bor merkezlerine sahip bor bileşikleri, geniş uygulama alanlarına sahip olmaları nedeniyle her geçen gün akademik camianın ilgisini çekmektedir. Eşsiz özellikleri ve farklı kimyasal yapıları nedeniyle yeni kimyasal bileşiklerin geliştirilmesinde muazzam bir etkiye sahiptir ve erişilebilir karmaşık moleküllerin yapı iskeleti kapsamını genişletmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalar da polimer grup içeren bor bileşiklerinin kontrollü/canlı polimerizasyon, halka açılma polimerizasyonu (ROP) ve diğer polimerizasyon teknikleri yoluyla mükemmel bir şekilde sentezlenebileceğini açıkça göstermektedir. Burada, bor sınıfının önemli bir üyesi olan polimer grubu içeren bor bileşikleri gözden geçirilmiştir. İlk olarak, iyi tanımlanmış yapılara sahip üç koordineli bor bazlı biyolojik olarak parçalanabilen poli(ε-kaprolakton) (PCL) ve poli(L-laktid) (PLLA) polimerleri ve bunların B←N koordinasyon bağları içeren dört koordineli formları sentezlendi. Sentezlenen boronat ester ve polimerleri, elementel analiz, NMR (1H, 13C ve 11B) spektroskopisi, FT-IR spektroskopisi, UV-Vis spektroskopisi, floresans spektroskopisi ve LC-MS/MS spektrometrisi ile karakterize edildi. Bununla birlikte, bor polimerlerinin termal ve morfolojik davranışları TG-DTA, DTG ve SEM teknikleri ile incelenmiştir. İkinci olarak, bor içeren yeni salen ligandları ve bunların N→B koordinasyon bağları içeren dört-koordineli bor bazlı polimerleri uygun koşullar altında sentezlendi. Sentezlenen bor içeren salen ligandları ve karşılık gelen N→B koordinasyon bağları içeren dört-koordineli polimerlerin yapıları erime noktası, elementel analiz, LC-MS/MS spektrometre, FT-IR spektroskopisi, UV-Vis spektroskopisi ve NMR (1H, 13C ve 11B) spektroskopisi ile aydınlatıldı. Sentezlenen bor içeren salen ligandları ve bunların N→B koordinasyon bağları içeren polimerleri uygun koşullar altında çeşitli aromatik ketonların transfer hidrojenasyonunda yeni organokatalizörler olarak kullanımı test edildi. Tüm katalitik sonuçlar göz önüne alındığında, salen ligandlarının ve bunların N→B koordinasyon bağları içeren dört-koordineli bor bazlı polimerlerin gelecekte transfer hidrojenasyonu için uygun organokatalizörler olduğu görülmüştür. Üçüncü olarak da polimer grup içeren boronik asit ve boronat ester bazlı polimerler sentezlendi. Sentezi gerçekleştirilen boronik asit ve boronat ester bazlı polimerlerin yapıları, NMR (1H, 13C ve 11B) spektroskopisi, FT-IR spektroskopisi, UV-Vis spektroskopisi, floresan spektroskopisi ve LC-MS/MS spektrometrisi ile karakterize edildi.
|
Kimya
|
Kızıldağ-Köprücük Cu-Pb-Zn cevherleşmeleri Türkiye'nin doğusunda Harput'un kuzeyinde yeralmaktadır. Bu tez cevherleşmelerle ilişkili kuvars damarlarındaki kuvarslarda sıvı kapanımincelemelerini içermektedir. Birincil ve ikincil sıvı kapanımlarda farklı tuzluluk ve homojenleşmesıcaklık değerleri saptanmıştır. Birincil sıvı kapanımlarda homojenleşme sıcaklığı 258-700 °C vetuzluluk değerleri ise 33-45,21 % NaCl eşdeğeridir. İkincil sıvı kapanımlarda homojenleşme sıcaklığı199-214 °C ve tuzluluk değerleri 5-15 % NaCl eşdeğeridir.Sonuç olarak, hidrotermal sistem içerisinde granitik kayaçlarda farklı zamanlarda iki farklı fizikokimyasalözellikte sıvı dolaşımı vardır: erken evreyi, yüksek tuzluluk ve sıcaklığa sahip hidrotermalçözeltiler, geç evreyi ise, düşük sıcaklık ve tuzluluk değerlerine sahip çözeltiler oluşturmaktadır.Başlangıçta cevherleşmeler, yüksek tuzluluğa sahip hidrotermal çözeltiler tarafından kuvars veserizitik yan kayaçlar içerisinde (fillik zon) oluşurken; daha sonra meteorik suların hidrotermalçözeltileri seyreltmesi ile yan kayaçlarda kaolinleşme oluşmaktadır.Key Words: alterasyon, Cu, Pb, Zn, Homojenleşme sıcaklığı, tuzluluk, Kızıldağ, Turkiye
|
Jeoloji Mühendisliği
|
Uçak sistemlerinde kanat bölgesindeki ana kiriş (main spar), çevresel aerodinamik yüklerin etkisiyle basma, çekme, eğilme ve kesme yüklerine maruz kalır. Bu kuvvetlerin sebep olduğu gerilmeler altında kiriş gövde ve flanşları kopma, akma gibi kararlı; bükülme (crippling), burkulma (buckling) gibi kararsız kırılma modları etkisi altına girer. Bu tez kapsamında uçak kanadı ana kiriş gövdesi, "normal gerilme" ve kararsız kırılma modlarından biri olan "burkulma" açısından analitik yöntemler ve sonlu elemanlar yöntemi kullanılarak incelenmiş, sonuçlar karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.
Detay model standartlara uygun olarak hazırlandığı ve doğruluğundan emin olunabildiği takdirde en iyi ve gerçeğe en yakın sonucu veren analiz yöntemidir. Ancak tüm bir uçağı detaylı modellemek zaman ve maliyet açısından çok fazla yük getirecek bir durum olduğundan her koşulda kullanılacak bir yöntem değildir.
İlk prototipi yapılan uçaklarda kaba model yaklaşımları kullanılarak daha emniyetli tarafta kalmak tercih edilebilir. Hızlı ve güvenilir boyutlandırma yapmak için kaba model son derece kullanışlıdır. Ayrıca detay model ve kaba model ile gerilme değerleri açısından karşılaştırma yapıldığında değerler arasındaki oransal fark maksimum %8.68 olarak bulunduğundan ve bu farkın radyus geçişi gibi gerilme konsantrasyon yüksek olduğu bölgede olduğu düşünüldüğünde panel üzerindeki gerilme değerlerinin tahmini için kaba model oldukça güvenilir sonuçlar vermektedir.
Bu çalışma sonunda kaba model kullanılarak analitik yöntemlerle elde edilen sonuçlar belirli ölçüde detay model ile doğrulanmış, hazırlanan analitik metodoloji bu tip problemlerde kullanılabilecek genel bir makro haline getirilmiştir.
|
Havacılık Mühendisliği
|
Çalışmanın amacı, Filistin Batı Şeria'da yer alan üç farklı yerleşim yerinde (kırsal alan, mülteci kampı ve kentsel alan) yaşayan 15-49 yaş arası evli kadınlarda karşılanmayan AP gereksinimi prevalansının ve ilişkili faktörlerin belirlenmesidir.
Kesitsel çalışma, 2021-2022 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Örnek büyüklüğü, hedef populasyon 13752 (Kalkilya, Tulkarım mülteci kampları ve Azzun'dakı15-49 yaş evli kadın sayısı) %95 Güven Aralığı, %5 hata payı, prevalans %13,1 ve desen etkisi 3 değerleri ile yapılan hesaplamada 522 olarak saptanmıştır. Veriler yüz yüze görüşme yoluyla toplanmıştır. Verilerin analizde iki değişkenli ve çok değişkenli lojistik regresyon analizleri kullanıldı analizi uygulanmıştır.
Kadınların %40,8'si modern ve %25,9'u geleneksel olmak üzere, %66,7'si herhangi bir AP yöntemi kullanmaktadır. En yaygın kullanılan üç yöntem geri çekme (%36,2), rahim içi araç (%30,7) ve oral kontraseptiftir (%12.6). Karşılanmayan aile planlaması sıklığı herhangi bir yöntem için %7,1 ve modern yöntemler için %32,9 olarak saptanmıştır. Karşılanmayan aile planlaması gereksinimi Kalkilya'da yaşayanlarda 2,2 kat, sağlık merkezine erişimin zor olduğunu düşünenlerde 5,7 kat, kayınvalidesi yöntem kullanımını onaylamayanlarda 5,1 kat ve yöntemlerin yan etki korkusu nedeni ile aile planlaması merkezine başvurmayanlarda 3,2 kat fazla idi. Karşılanmayan aile planlaması gereksiniminin ortadan kaldırılabilmesi için toplumun gereksinimlerine odaklanan güçlü birinci basamak sağlık hizmeti temel gerekliliktir.
|
Aile Planlaması
|
Gelişen dünyada artan gemi taşımacılığı talebi, gemi tasarımı için önemli bir rol oynamaktadır. Talepleri karşılamak için daha büyük gemiler daha hızlı seyir yapacak şekilde tasarlanmaya başlandı. Daha büyük ve daha hızlı gemiler daha fazla güce ihtiyaç duyar ve daha büyük makine ihtiyacı doğar. Gemilerde daha büyük ve daha hızlı sevk sistemlerinin kullanılması birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu makinelerin getirdiği sorunlardan birisi de titreşimdir. Gemilerdeki en büyük titreşim kaynakları geminin ana makinesi ve sevk sistemidir, ana makine ve sevk sistemi gemiler için hayati önem taşımaktadır. Gemilerin sevk sistemini kaybetmesi veya zarar görmesi durumunda gemi hareket kabiliyetini kaybeder. Bu yüzden ana makine dairesinde oluşacak olan problemler önem arz etmektedir. Geminin en büyük ve hayati önem taşıyan elemanları ana makine dairesinde bulunduğundan, titreşim problemi bu bölgenin tasarımında önemli bir yere sahiptir. Tasarım aşamasında tasarımcılar sorunu önceden görür ve çözüm üretirler. Tasarım aşmasında öngörülemeyen titreşim problemlerinin daha sonra çözümü hem maliyetli hem de zordur.
Bu tez için örnek olarak alınan 500 TEU taşıma kapasiteli konteyner gemisinin ana makine dairesi sonlu elemanlar yöntemi ile modellenmiş ve dizayn optimizasyonu yapılmıştır. Serbest titreşim analizleri sonucunda rezonans problemi olduğu ortaya çıkan konteyner gemisinin ana makine dairesinde dizayn optimizasyonu yapılmıştır. Serbest titreşim analizleri yapılan geminin analiz sonuçları optimizasyon kısıtı olarak kullanılmıştır. Ayrıca klas kurallarına göre güverte yükleri belirlenip statik analiz sonuçları da optimizasyon kısıtı olarak kullanılmıştır. Modellenen gemi için klas kurallarına göre rezonans problemi aralığı tanımlanmıştır. Analizler için parametrik bir sonlu eleman modeli (Ansys-APDL) oluşturulmuş ve harici bir optimizasyon koduna bağlanmıştır. Kod bağlantılı bir sonlu elemanlar çözücüsü kullanılarak analiz çözümleri elde edilmiştir. Optimizasyonda ağırlık (yapı maliyetinin bir göstergesi olarak) amaç fonksiyonu olarak seçilmiştir. Optimizasyon probleminin çözümü için COBYLA algoritması kullanılmıştır. Algoritma Python programı içinde bulunan NLOPT optimizasyon kütüphanesi içinde yer almaktadır. Algoritma, doğrusal olmayan eşitsizlik kısıtlamaları ile türevi olmayan problemleri çözmek için kullanılır. Sabit bir topoloji ile makine dairesindeki yapısal elemanların kalınlıkları tasarım probleminin dizayn değişkenleri olarak seçilmiştir. Dizayn değişkenleri olarak güverteler, güvertelerin enine ve boyuna elemanlar, ana makine yatağı ve perdeler alınmıştır. Kısıtlar, klas kurallarının yapısal gerekliliklerine ve sınırlamalarına göre her dizayn değişkeni için ayrı olarak belirlenmiştir. Algoritma, bu dizayn değişkenleri üzerinde ağırlık fonksiyonunun minimum yapmak için kullanılmaktadır. Algoritma her iterasyon için bir serbest titreşim analizi ve statik analiz çözmektedir. Analiz sonucu olarak alınan doğal frekans değeri belirlenen frekans değerinden düşük olup olmadığı kontrol edilir, benzer şekilde okunan gerilme değeri belirlenen güvenli
gerilme değerinden düşük olmalıdır. Her iki kısıt belirlenen aralıkta değilse bir sonraki iterasyon için döngü tekrar eder. Optimizasyon sonucunda, belirlenen rezonans probleminin çözümü gerçekleşmiştir. Rezonans problemi çözülen yapının toplam ağırlığında azalış görülmüştür.
|
Gemi Mühendisliği
|
Bu çalışmada, ön ısıl işlem ve tanen modifikasyonunun ahşap taşıyıcı yapı elemanlarının fiziksel ve mekanik özelliklerine etkileri araştırılmıştır. Bu maksatla; Sarıçam (Pinus sylvestris L.), meşe (Quercus petraea L.) ve kestane (Castanea sativa M.) odunlarından 32x32 mm en kesitli parçalar D4 tutkalı ile yapıştırılarak 32x64 mm kolon ve kiriş örnekleri elde edilmiştir. Örneklerin bir kısmına ön ısıl işlem, kalan diğer kısmına ise emprenye sonrası ön ısıl işlem uygulanmıştır. Örneklerin %10'luk meşe palamudu taneni (valeks) çözeltisi içerisine 24 saat süre ile daldırılarak yapılmıştır. Isıl işlem Sarıçam odunlarına 150℃'de, meşe ve kestane odunlarına ise 160℃'de 3 saat süre ile toplam 37 saatte düşük sıcaklıkta 3 atm buhar basıncı altında uygulanmıştır. Her üç düzeyde hazırlanan örnekler sırasıyla 20℃ sıcaklık ve %65 bağıl nem, 40℃ sıcaklık %35 bağıl nem ve 10℃ sıcaklık %50 bağıl nemde üç farklı iklim şartında kondüsyonlanmıştır. TS ISO 13061-1 ve TS ISO 13061-2'e göre tam kuru ve hava kurusu yoğunluk, TS ISO 13061-15'e göre boyutsal kararlılık, TS ISO 13061-3'e göre eğilme, TS ISO 13061-4'e göre eğilmede elastikiyet modülü, TS 2595 ve TS 647'e göre sütun (burkulma), TS EN 205'e göre liflere paralel yapışma, TS EN 13446'e göre liflere dik vida tutma, TS ISO 13061-12'e göre Brinell sertlik direnci testleri uygulanmıştır. Bu testler sonucunda; ön ısıl işlemli ve tanen emprenyeli örneklerin yoğunlukları ile denge rutubetlerinde azalmalar tespit edilmiştir. Örneklerin boyutsal stabilizasyonu olumlu yönde etkilenmiştir. Ön ısıl işlem ile meşe ve kestane odunlarının eğilme direnci azalırken, Sarıçam odunu tanen emprenyeli örneklerin eğilme direncinde artış olmuştur. Ön ısıl işlemli ve tanen modifiyeli örneklerin sütun direnci ile elastikiyet modülü değerlerinde artışlar kaydedilmiştir. Genel olarak ön ısıl işlem ahşap taşıyıcı yapı elemanlarının bazı mekanik ve fiziksel özelliklerinde azalmalara, tanen modifiyesi ise direnç kayıplarının bir miktar etkisini azaltmada etkili olmuştur.
|
Ağaç İşleri
|
VII. ÖZETÇalışmamızda farklı menstrüel döngü evrelerinde, uterus duvarında olaylanan ince yapıdüzeyindeki değişikliklerin ışık ve elektron mikroskobu düzeyinde incelenmesi amaçlandı.Bu amaçla, uterusun 4 menstrüal evresinde bulunan 16 adet Sprague Dawley albino cinsidişi sıçan, her grupta 4' er adet olacak şekilde gruplandırıldı. Sıçanların menstrüal evreleri(proöstrus, östrus, metaöstrus ve diöstrus) her gün vajinal smear alınarak, Papanicolaou boyamayöntemiyle ayırt edildi. Sıçan uterus dokularından, ışık ve elektron mikroskobik çalışma için uygunbloklar hazırlandı. Alınan yarı ince kesitler toluidin mavisi ile boyanarak Olympus foto ışıkmikroskopta değerlendirilirken, işaretlenen bölgelerden alınan ince kesitler Carl Zeiss EM 900mikroskopta incelenerek resimlendirildiler.Proöstrus evresine ait uterus dokusunun elektron mikroskobik incelemelerinde, hücrelerdeyan yüzün apikal bölgelerinde belirgin bağlantı birimleri ayırt edildi. Hücre yan yüzlerinin basalbölgelerinde, belirgin interdigitasyonlar görüldü. Epitel boyunun büyümeye başlaması, lümenin azgirintili çıkıntılı oluşu, yalancı bezlerin oluşmaya başlaması, lamina propriya' da fibroblast benzeristromal hücrelerin gelişkin yapı sergilemesi ve damarlardaki dolgunluk erken proliferasyonevresindeki gelişim ile uyumluydu. Östrus evresinde, apikale yakın hücre yan yüzlerinde sıkıbağlantı birimleri gelişkin, genelde nokta halinde görüldü. Hücrelerin yan yüzlerinin basalindeizlenen interdigitasyonlar proöstrus grubuna göre daha gelişkindi ve yer yer hücreler arası aralığınaçıldığı izlendi. Bu evrede izlenen epitel boyundaki artış, apoptotik hücre ve cisimciklerin varlığı,bez lümenlerinde katlantıların şekillenmesi, lamina propriya' da yerleşik gelişkin stromal hücreler,damarlanmada ve kollagen liflerde artış, hipertrofik düz kas hücreleri östrus evresindeki sıçanuterusunun, folliküler evre (geç proliferasyon) yapısal değişimlerine uygun bulgular olarakdeğerlendirildi. Metaöstrus evresindeki sıçan uterusunda olaylanan yapısal değişimlerden, epitelboyundaki belirgin alçalma (kısalma), son derece gelişkin uterus ve yalancı bezlerin varlığı, laminapropriya' nın gelişkin stromal hücrelerindeki artış, yoğun sitoplazmalı düz kas hücreleri sekresyonevresi başlangıcı ile uyumlu bulgular olarak değerlendirildi. Diöstrus evresinde ise metaöstrusevresinde izlenen değişimler artarak insan uterusunun geç sekresyon evresi ile uyumlu bulgularsergilemiştir.Sonuç olarak proöstrus, östrus, metaöstrus ve diöstrus evrelerinden oluşan sıçan menstrüaldöngüsünün ışık ve elektron mikroskobik bulguların insan proliferasyon, folliküler ve erken-geçsekresyon evre bulguları ile örtüştüğü kanısına varılmıştır.
|
Morfoloji
|
Sigortacılık sektörü, yıllar itibariyle gösterdiği büyüme ve gelişim ile ekonomi için lokomotif sektörlerden biri olmuştur. Sigortacılık sektörünün yegâne çıktısı olan sigorta poliçesinin somut bir yapıya sahip olmaması nedeniyle sigorta şirketleri, coğrafi kısıtlara yakalanmadan dünyanın her yerinde ürün satışı gerçekleştirebilmektedir. Ancak bu aşamada, şirketlerin fiilen tüm coğrafi noktalarda aynı güçte yer alması mümkün olmamaktadır. Bu sebeple sigorta şirketleri çok çeşitli hizmet dağıtım kanallarına başvurmakta ve bu kanallar sayesinde müşterilerine ulaşmaktadır. Günümüzde sigortacılık ürünlerinin pazarlanmasında en az şirketler kadar, yardımcı dağıtım kanalları da ön plana çıkmıştır. Hizmet sektöründe sigorta şirketlerinin yerel anlamda etkinliğini sürdürebilmesi ve farklılık yaratması için var olan dağıtım kanalları çalışmada önerilen dağıtım kanalı modeliyle geliştirilecek olup yeni dağıtım kanalı modeli özellikle Türkiye'de sigortacılık faaliyetinin istihdam yaratma imkanlarını arttırarak hizmet sektörü bu alanda sürdürülebilir ekonomik büyümeye katkı sağlayacaktır.
|
Sigortacılık
|
Bu çalışmanın amacı, kişi-örgüt uyumunun örgütsel özdeşleşme ve işten ayrılma niyeti üzerinde etkili olup olmadığını belirlemektir. Bunun yanı sıra kişi-örgüt uyumu ve işten ayrılma niyeti ilişkisinde örgütsel çekiciliğin düzenleyici bir rolünün bulunup bulunmadığı da çalışma kapsamında incelenmiştir. Son olarak kişi-örgüt uyumunun örgütte çalışma süresine göre farklılık gösterip göstermediği de çalışma kapsamında ele alınmıştır. Çalışmanın hipotezleri Manisa ilinde soğutma sistemleri üzerine üretim yapmakta olan bir fabrikanın 300 çalışanından elde edilen verilerle test edilmiştir. Veriler anket yöntemiyle toplanmıştır.
Çalışmada toplanan verilerin ve ölçeklerin uygunluğunu test etmek amacıyla öncelikle faktör analizi ve güvenilirlik analizi yapılmıştır. Modelde yer alan değişkenler arasındaki doğrudan etkileri test etmek için doğrusal regresyon analizinden yararlanılmıştır. Kişi-örgüt uyumu ve işten ayrılma niyeti ilişkisinde örgütsel çekiciliğin düzenleyici bir rol oynayıp oynamadığını belirlemek için SPSS Process Macro analizi kullanılmıştır. Kişi-örgüt uyumunun çalışma süresine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini tespit etmek içinse ANOVA testi uygulanmıştır.
Yapılan analizler sonucunda kişi-örgüt uyumunun işten ayrılma niyetini negatif yönde, örgütsel özdeşleşme düzeyini pozitif yönde etkilediği belirlenmiştir. Ayrıca kişi-örgüt uyumunun işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisinde örgütsel çekiciliğin düzenleyici bir rol oynadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mevcut çalışmada örgütte çalışma süresi arttıkça kişi-örgüt uyumu derecesinin arttığı gözlenmiştir.
|
İşletme
|
Bu araştırma Akdeniz iklim koşullarında bazı çok yıllık buğdaygil türlerinin (miskantus, dallı darı, kargı kamışı ve yumrulu yem kanyaşı türlerinin) 4 farklı azot dozu (0, 100, 150 ve 200 kg/ha) ve 2 farklı hasat zamanı (Sonbahar ve Kış)'nda enerji bitkisi olarak kullanım olanaklarını araştırmak amacıyla, Kasım 2013 – Şubat 2017 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Araştırma ve Uygulama Arazisinde yürütülmüştür. Araştırmada en yüksek kuru madde (42.96 t/ha) ve net enerji verimi (744.1 GJ/ha) kargı kamışı türünden, en düşük nem (% 14.60) oranı yumrulu yem kanyaşı türünden, en düşük kül (% 1.89) ve azot (% 0.13) oranları ise miskantus türünden elde edilmiştir. Miskantus, dallı darı ve yumrulu yem kanyaşı türlerinden elde edilen kuru madde ve net enerji verimi değerleri azot dozu uygulamalarından etkilenmemiş fakat kargı kamışı türünde ise 100 kg/ha azot dozu optimum kuru madde ve net enerji verimi için yeterli olmuştur. Hasadın kışa ertelenmesi durumunda tüm bitki türlerinde kuru madde ve net enerji verimi değerleri önemli düzeyde azalmıştır. Fakat miskantus, dallı darı ve kargı kamışı türlerinde kış hasatlarından elde edilen kül, bitki besin elementi ve nem oranlarının sonbahar hasatlarına nazaran daha düşük çıkmasından ötürü bu türlerde hasadın kışa ertelenmesinin biyokütle kalitesini arttırdığı saptanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlar 4 bitki türünün de bölge koşullarında enerji bitkisi olarak başarıyla yetiştirilebileceğini göstermektedir.
|
Enerji
|
ÖZETAmaç:Bu çalışmanın amacı; retrospektif olarak hastalardaki yaş, sigara, cinsiyet, ana semptom, preop tanı yöntemi, sigara öyküsü, TNM evresi, histopatoloji, cerrahi rezeksiyon prosedürü gibi klinikopatolojik parametrelerin preop dönemde çekilen PET-BT'de primer tümör ve mediastinal lenf nodu SUVmax ile evrelere göre sağ kalım ilişkisini kıyaslamaktır.Gereç ve Yöntem:Çalışmamıza dahil edilen 263 hastanın yaş aralığı 20-85 olup ortalama yaş 58'dir (18 <). Cinsiyetleri ise 52 (%20) kadın ve 211 (%80)'i erkek idi.Hastaların demografik verileri; yaş, cinsiyet, semptom başlama tarihi, kilo kaybı, sigara içim öyküsü, sigara miktarı (paket-yıl olarak), eşlik eden hastalıklar, ana semptom, preop bulgular, tanı anında performans skoru, perop-postop komplikasyon bilgileri elde edildi. Operasyon tarihi, operasyon şekli, mediastinoskopi yapılıp-yapılmadığı araştırıldı.Evrelemede 2009 yılından önceki 6. sisteme göre arşivlenen olgular, yeni 7. sisteme dönüştürülerek yeniden sınıflandırıldı.Retrospektif çalışmamızda hastaların yapılan cerrahi rezeksiyon sonrası sağ olup olmadıkları öğrenildiBulgular ve SonuçÇalışmaya dahil edilen 2007-2011 yılları arasında 211'i erkek, 52'si kadın 263 hastanın yaş ortalaması 58,27±10,903 idi. Evrelere göre cinsiyet dağılımı erkeklerde evre3a'da 71 (33,6) ile kadınlarda evre1a'da 19 (36,5) olduğu tespit edildi.PET çekilen hastalarda yaş grupları ile tümör SUV arasında ilişkiye bakıldığında istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi (p>0.05).PET çekilen hastalarda cinsiyetlerine göre bakıldığında erkeklerde SUV değerinin kadınlara göre daha yüksek olduğu tespit edildi. İstatistiksel olarak anlamlı fark görülmüştür (p<0,05).PET -BT 263 hastanın 159'una (%60,5) çekilmiş, 104'ne (%39,5) çekilmemiş. En çok Evre 3'de tanıya yardımcı olmuş.Nefes darlığı ve paraneoplastik sendrom semptomlarıyla gelen PET çekilen hastalarda ana lezyon SUV değeri ile nefes darlığı ve paraneoplastik sendrom arasında ilişki tespit edilemedi (p>0,05).Kilo kaybı değerlerine bakıldığında Evre 4'de %35,7 ile en fazla olan evreydi.Tümör histopatolojisi 34'le (%52,3) yassı hücreli ca Evre 3a'da ve 17 ile (%26,2) adeno ca en çok görülmüştür.Bronkoskopi ile kesin tanı 41 hasta (%27) ile en çok Evre 3a ve 35 hasta ile en çok (%23) Evre 1a'da tanı konulmuştur. İstatistiksel olarak anlamlılık gözlenmiştir (p<0,05).Evreler arasında preop histopatolojik tanıları açısından istatistiksel olarak anlamlılık gözlenmemiştir (p>0,05).Sigara kullanmayanlarda PET-BT çekilen hastalarda SUV değerine bakıldığında sigara kullanan hastalardan SUV değerinin daha düşük olduğu tespit edildi. SUV değeri 20'nin üzerinde olan 18 hasta (%100) sigara kullananlardı. İstatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi (p<0,05).Postoperatif dönemde pozitif gelen mediastinal lenf nodu istasyoları PET-BT'deki SUV değerlerine göre karşılaştırıldığında lenf nodlarının SUV tutulumları arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi (p>0,05).Mediastinoskopi hastalardan 66'sına (%25,1) yapılmış, 197'sine (%74,9) yapılmamış. En çok Evre 3a'da 45 hastaya (%57,7) mediastinoskopi yapılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (p<0,05).Postop lenf nodu haritalanması (N2) yeni evreye göre yapılarak, evrelerde hasta sayılarına göre yüzde ve sağ kalımlıkları tespit edilmiştirHastalarda uygulanan cerrahi prosedürler; yüzdeleri hesaplandığında en çok uygulanan lobektomi idi.İntraoperatif radyolojik uyumluluk yüzdelerine bakıldığında 142 hasta (%54) radyolojik olarak perop görüntü olarak karşılaştırıldığında uyumluluk tespit edilmiş. İstatistiksel olarak anlamlı fark görülmüştür (p<0,05).Evre 3a'da 56 hasta ile en çok lenf nodu pozitifliği görülen evredir. 26 olguda N1, 60 olguda N2 istasyonunda lenf nodu tutulumu göstermiştir.PET-BT çekilen hastaların ortalama tümör çaplarına bakıldığında sıklık sırasına göre evre 3 a'da toplam 65 hasta ortalaması 4,81±2,68 idi. tümör çapları arasındaki ilişkiye bakıldığında tümör çapları arttıkça SUV değerlerinin yükseldiği tespit edildi. İstatsistiki olarak anlamlı fark vardı (p<0,05). Hastaların 7. sisteme göre tümör boyutlarına baktığımızda ortalama sağ kalım süresi tümör boyutu T1b'de 23,31±18,87 ay ile en uzun idi.Hastaların çekilen PET-BT'lerindeki anasuv değerlerini üç grup altında incelediğimizde sırası ile SUV < 10 olan grupda ortalalama sağ kalım 24,03 (ay), 10>SUV<20'de sağ kalım 9,75 (ay) ve SUV>20'de sağ kalım 4,73 (ay) olarak gözlendi. Ana kitlenin SUV değeri ile sürvi arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, bizim çalışmamızda istatistiksel olarak yüksek oranda anlamlı farklılık saptandı (p>0,05).PET-BT çekilen hastalarda mediasten pozitif tespit edilip, postoperatif histopatolojide doğruluğu tespit edilen (Gerçek pozitif) hasta sayısı 40, PET-BT pozitif histopatoloji negatif olan (Yalancı pozitif) hasta sayısı 34, PET-BT negatif histopatoloji pozitif olan (Yalancı negatif) 18, PET-BT negatif histopatoloji negatif olan (Gerçek negatif) hasta sayımız 86 olarak tespit edildi.Sonuç olarak retrospektif çalışmamız da KHDAK'li hastalarda cerrahi prosedür öncesi PET-BT ile tespit edilen SUV değerinin sağ kalıma etkisi karşılaştırıldığında anlamlı olduğu fakat tek başına yeterli olmadığı, birçok parametrenin sağ kalımı etkilediği, PET-BT'nin maliyetinin yüksek olmasına rağmen tedaviyi planlamada yol gösterici olduğunu tespit ettik.PET-BT'nin gelecekte maliyetinin düşmesi ve güvenilirliğinin artması ile teşhis ve evreleme için en önde gelen cerrahiye yardımcı yöntemlerden biri olarak rutin kullanımda yer alacağı öngörülmektedir.Çalışmamızda PET-BT'nin tek merkezde çekilmiş olması SUV değerinin standardize edilmesi sayesinde doğruluğunu artırmıştır. SUV değerinin yüksek olması halinde bile biyopsi ile tümör histopatolojisini tespit etmek cerrahi prosedürümüzü belirlemede etkili olmuştur. PET-BT'nin tek başına güvenilir bir gösterge olması için daha fazla geliştirmesine ihtiyaç vardır.Çalışmamız rezeksiyon yapılan KHDAK'li hastalarda cerrahi prosedürün hasta sağ kalım süresini arttırdığı ve akciğer kanseri tedavisinde cerrahi seçeneğin ilk ve en önemli seçenek olduğu istatistiksel olarak anlamlı şekilde yarar sağladığı kanısındayız.
|
Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi
|
Ticari boratlar arasında bulunan baryum metaborat (BaO.B2O3 / BaB2O4) boyalarda, plastik, tekstil, kauçuk, yapıştırıcı sanayinde ve ahşap ürünlerin korunmasında çok kullanılan bir katkı maddesidir, ancak henüz ülkemizde üretimi mevcut değildir. Baryum metaboratın düşük sıcaklık formu olan ß- BaB2O4 kristali mükemmel özelliklere sahip doğrusal olmayan optik bir kristaldir (Nonlinear Optical Crystal).Bu tez çalışmasında baryum metaborat`ın verimli ve hızlı bir yöntemle üretilmesini sağlayacak tekniğin geliştirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bu amaçla; baryum metaborat üretiminde ilk defa uygulanan yeni nesil üretim sistemlerinden biri olan ultrasonik ses dalgaları kullanılmıştır. Bor kaynağı olarak boraks dekahidrat, borik asit ve sodyum metaborat tetrahidrat ile hazırlanmış sulu çözeltilerde reaksiyon sıcaklığı, reaksiyon süresi, kristallenme süresi, reaktanların molar oran ve pH değerlerinin reaksiyon verimine ve kristal oluşumuna olan etkisi incelenmiştir. Reaksiyon parametreleri belirlenerek, tek kristal büyütmesinde başlangıç malzemesi olarak kullanılabilen nano yapılı ß-baryum metaborat tozunun üretimi gerçekleştirilmiştir. Endüstriyel uygulamaya adapte edilebilecek sürekli üretim sistemi de laboratuar ölçeğinde geliştirilmiştir.Alternatif olarak, baryum metaborat üretiminde mikrodalga sentez yöntemi bu tez çalışmasında yine ilk defa olarak kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Mikrodalga güç seviyelerine ve zamana göre farklı bor kaynaklarıyla yapılan deneylerde üretim verimindeki değişimler aydınlatılmıştır. Ayrıca borik asit ve baryum karbonatın kullanıldığı katı hal sentez yöntemi de incelenerek üretim parametreleri belirlenmiştir
|
Kimya Mühendisliği
|
Günümüzde özellikle sağlık teknolojisinde yaşanan olağanüstü yenilikler ve gelişmeler ile iletişim ağlarının yoğun bir şekilde kullanılması, eğitim seviyesinin yükselmesi, insan haklarına yönelik gelişmeler, bilgiye ulaşmanın kolay olması, kişisel verilerin elektronik ortamda kaydedilmesi gibi nedenler sağlık hizmetlerinin sunumu esnasında mahremiyetin ve sağlık verilerinin kaydedilmesi ve korunması konusunda önemli değişim ve uygulamaları beraberinde getirmiştir. Buradan hareketle planlanan çalışma tanımlayıcı ve kesitsel tipte tasarlanmış ve sağlık çalışanlarının mahremiyet algısının kişisel sağlık verilerinin kayıt ve korunmasına yönelik tutumlarına etkisindeki farkındalıklarını belirlemek amaçlanmıştır. Çalışmanın evrenini İstanbul'da, özel bir grup hastanesindeki sağlık çalışanları oluşturmaktadır. Araştırmanın yapıldığı dönemde, insan kaynakları birimi verilerine göre 1478 kadrolu sağlık çalışanından, 650 çalışana anket dağıtılmış ve 571 sağlık çalışanı araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırma sonucunda hasta mahremiyeti ölçeği boyutları ile kişisel sağlık verilerinin korunması ölçeği boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif yönde 0,299-0,585 aralığında değişen korelasyon katsayılarına sahip çeşitli düzeylerde ilişkiler saptanmıştır (p<0,05). Hasta mahremiyetine özen gösteren sağlık personelinin, kişisel sağlık verilerinin kayıt ve korunmasına ilişkin farkındalıklarının yüksek olduğu saptanmıştır (r=0,585; p=0,001). Çalışma süresi 15 yıl ve üzerinde olup, konuyla ilgili eğitim alan, kurs/seminere katılan, hasta hakları yönetmeliğinin mahremiyet bölümünü okuyan çalışanların, hasta mahremiyetine daha fazla özen gösterdikleri belirlenmiştir (p=0,006; p=0,001). Sağlık çalışanlarının mahremiyet algılarının sağlık verilerinin kayıt ve korunmasına yönelik tutumlarına olumlu etki gösterdiği ve bu sebeple meslek hayatlarının herhangi bir döneminde bu konuda hizmet içi eğitim veya benzeri programlara katılımlarının sağlanmasının yararlı olacağı öngörülmektedir.
|
Sağlık Kurumları Yönetimi
|
Amaç: Atrial fibrilasyon tanılı 65 yaş üstü geriatrik hastalarda tip 2 diabetes mellitus (T2DM) varlığının morbidite ve mortalite ile ilişkili olduğu öne sürülmüştür. Bununla birlikte atrial fibrilasyonda optimal diyabet kontrolünün daha iyi klinik sonuçlarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Çalışmamızda diyabet başta olmak üzere ek bazı risk faktörlerinin hastaneye yatış ve mortalite üzerine olan etkisini incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Kartal Lütfi Kırdar Şehir hastanesi İç Hastalıkları servisine 2020-2023 yılları arasında yatan Nonvalvüler Atrial fibrilasyon tanılı 65 yaş üstü diyabeti olan veya olmayan 178 hasta dahil edildi. 65 yaş altı, valvüler atrial fibrilasyon tanısı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar retrospektif olarak mortalite, hastaneye yatış süresi, tekrarlayan hastaneye yatış sayısı, komorbiditeleri açısından diyabet varlığına göre karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Mortalite ve hastane yatış süresini etkileyen faktörler lijistik regresyon analizleri ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen AF tanılı 178 geriatrik hastanın 82 (% 46.3)'si T2DM tanılı idi. Hastaların 55 i (%31.1) erkek 122 si (%68.9) kadın cinsiyette ve yaş ortalaması 78.796.88 olarak görüldü. BMI 29.046.04 olarak görüldü. En sık primer yatış sebebi DKKY olduğu görüldü. Diyabeti olan hastaların BMI (p:0.002)daha yüksek EGFR'nin(0.065) daha düşük olduğu görüldü. Diyabeti olan ve olmayan hasta grubunda 6 aylık mortalite de anlamlı fark görülmedi (p:0.208). Diyabeti olan hastaların hastaneye yatış süresinindaha uzun olduğu görüldü (8.36.0, p=0.004). Son bir yıl içindeki hastaneye yatış sayısında T2DM varlığına göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç: Atrial fibrilasyon tanılı geriatrik hastalarda diyabet varlığının hastaneye yatış süresi ile ilişkili olduğu; fakat hastaneye yatış sayısı ve mortalite üzerine etkisi olmadığı görüldü. KKY, malignitenin mortaliteyi arttırdığı görülmüştür. AF tanılı geriatrik hastalarda malignite varlığının mortaliteyi 0,229 kat, KKY varlığının 0,305 kat arttırdığı görüldü.
|
İç Hastalıkları
|
Çalışmamızın amacı "Ülkemizde hastane güvenliği konusu kavramsal düzeyde nasıl algılanmakta ve bu konu bütün yönleri ele alınarak sistematik olarak hastanelerimizde uygulanabilmekte midir?" sorusuna cevap aramaktır. Çalışmada öncelikle konunun kavramsal boyutu incelenerek ülkemizde bu konunun yeterince anlaşılıp anlaşılmadığı sorusuna cevap aranacaktır. Yine çalışmamızda ülkemizde hastane güvenliği konusu yasal ve yapısal olarak hangi düzeydedir sorusuna cevap aranacaktır. Ayrıca çalışmada hastane güvenliğinde etkin rolü olan aktörler ve uygulamaların yeterli olup olmadığı sorusuna cevap aranacaktır.
Bu sorunun yanında ek olarak; Hastane yöneticileri güvenlik konusunu sistematik olarak ele almakta mıdır? Hastane güvenliği konusu kavramsal olarak hastane yöneticileri tarafından ne kadar bilinmektedir? Hastanelerde güvenliğin arttırılması için yönetici, personel ve hastaların katkılarının olması için her hangi bir çalışma var mıdır? Bu yönüyle bakıldığında "Dışarıdan yasa koyucular ve yasalar, alanda çalışan bilim insanları içeriden de yöneticiler, çalışanlar, hastalar ve ziyaretçiler olmak üzere katılımcı bir hastane güvenlik anlayışı getirmek mümkün müdür?" soruları çalışmada sorulacaktır.
Çalışmamızın evreni İzmir ve Manisa'da bulunan 10 ayrı hastanede görev yapan hastane yöneticileri ve eğer hastane içinde varsa güvenlik amirleridir.Çalışmada nitel araştırma tekniklerinden alan yazın çalışması yapılmış ABD'de bulunan hastane güvenliği sistemi, ülkemizdeki mevcut yapısal ve yasal sistem incelenmiş ve yarı yapılandırılmış görüşme için de 35 ucu açık soru hazırlanmıştır."kavramsal, sistem, aktörler, uygulama" başlıklarına göre sınıflandırılarak konunun ülkemizde işleyen durumu alan yazım verileri ile karşılaştırılarak incelenmiştir.
Araştırmada elde edilen bulgulara göre ülkemizde hastane güvenliği konusunda bütüncül bir yaklaşım halen yoktur. Sağlık güvenliği sistemsel (yassal ve yapısal), aktörler (yönetici, çalışan ve hasta) ve uygulama olarak gelişmiş ülkeler düzeyinde değildir. Bu durumun iyileştirilmesi içinde gelişmiş ülkelerde yapılan ve uygulanan düzenlemelerin örnek olarak alınması gerekliliği vardır.
|
Hastaneler
|
Kızılçam (Pinus brutia) ekonomik olarak değerli bir türdür ve dünyada en geniş yayılışı Türkiye'dedir. Türkiye'de bulunan iğne yapraklı orman ağaçları içinde en fazla yayılışa sahip tür %18 oranı ile P. brutia'dır. Yerel gereksinim olarak özellikle ambalaj sanayinde çok kullanılır. Ülkemizde reçine üretiminde kullanımı mevcuttur. Kızılçam, birçok biyotik ve abiyotik strese karşı dayanıklılığını artıran alkaloidler, glikozitler, oksalatlar, fitotoksinler, reçineli bileşikler, tanenler, uçucu yağlar ve organik toksik maddeler içerir. Çamların reçinesi olarak da adlandırılan terpentin, çok akışkan ve keskin kokulu bir maddedir. Ağacın dokuları içerisinde bulunan bu terpenoid bileşiklerinin miktarı genetik olarak kontrol edilmektedir. Fakat bu genetik kontrolün etkinliği; sıcaklık artışı, ışık miktarı, kuraklık, hava kirliliği, herbivor baskısı gibi biyotik ve/veya abiyotik faktörlerden çok çabuk etkilenip değişebilmektedir. Bu çalışma Antalya ili Tahtalı dağında 0-400-800-1200 metrelik, dört farklı rakımda gerçekleştirilmiştir. Her rakım için 20 ağaç olmak üzere toplam 80 ağaçtan yeterli sayıda ibre örnekleri toplanmıştır ve bu örneklerin terpen analizleri yapılmıştır. Belirlenen bileşiklerin yükseltiye bağlı değişimleri gözlenmiş ve yükseltiye bağlı varyasyonları ortaya çıkarılmıştır. Sonuçlara göre 24 bileşik tespit edilmiş ve bunların 14'ünün monoterpen, 10'unun seskiterpen olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızda, 3-carene (P=0,001), trans-β-ocimene (P<0,001), linalyl acetate (P=0,026), bornyl acetate (P=0,040) monoterpenleri ile caryophyllene oxide (P=0,010) seskiterpeni konsantrasyonlarında yükseltiye bağlı olarak istatistiksel anlamda fark gözlemlenmiştir.
|
Botanik
|
Günümüzde artık ticaretin temel kavramları arasına giren marka,kuruluşlar için stratejik değertaşımaya başlamıştır.Kurum markası kavramı, kuruluşların hedef kitleleri ile planlı ve uzunvadeli iletişim kurmaları için temel şart halini almıştır.Bu çalışma da Türkiye'nin önde gelen gsm operatörlerinden Turkcell'in marka olarakincelemesi yapılmış ve Turkcell'in Pazar payının en yüksek olduğu İstanbul'un dörtbölgesinde 600 kişi üzerinde bir anket çalışması yapılmıştır.
|
Halkla İlişkiler
|
Bu araştırma Bulgaristan göçmeni yaşlıların algılanan aile ve arkadaş desteğini, sosyal ağın büyüklüğünü belirlemek ve bunlar ile sosyo-demografik, göç, sağlık durumu özellikleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile yapılmış tanımlayıcı-ilişkisel bir alan araştırmasıdır. Araştırma İzmir'e bağlı Menderes İlçesinin Görece Beldesi'nde (Göçmen Konutları) Ekim-Aralık 2008 tarihleri arasında yürütülmüştür.Araştırmanın evrenini Görece Beldesinde yaşayan 65 yaş ve üzeri Bulgaristan göçmeni 332 yaşlı oluşturmuştur. Araştırmada örneklem yoluna gidilmeyerek tüm evrene ulaşılmaya çalışılmıştır, yaşlıların %90.36'sı araştırmaya katılmışlardır(n=300). Araştırma verileri araştırmacı tarafından yüzyüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırmaya katılan yaşlıların sosyo-demografik, sağlık ve göçe ilişkin özellikleri araştırmacı tarafından hazırlanan ?Tanıtıcı Bilgi Formu? kullanılarak elde edilmiştir. Ayrıca göçmen yaşlıların algılanan sosyal desteğini ve sosyal ağını belirlemek amacı ile ?Algılanan Aile Desteği Ölçeği?, ?Algılanan Arkadaş Desteği Ölçeği?, ?Sosyal Ağ Listesi? kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler SPSS 15.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırma bulgularının analizinde; tanımlayıcı verilerde sayı-yüzde dağılımları, yaşlıların sosyal ağ büyüklüğü, algılanan aile ve arkadaş desteği puanları ile bu puanları etkileyebileceği düşünülen sosyo-demografik, sağlık, göç özellikleri arasındaki ilişkinin incelenmesinde Student T Test, Mann-Whitney U Testi, Kruskal Wallis Test, Tek Yönlü Varyans Analizi, ve One Samples Test, Korelasyon ve Regresyon Analizi kullanılmıştır.Göçmen yaşlıların yaş ortalaması 73.0 ? 5.94 ve %57.3'ü kadın, %22.3'ü okur-yazar değildir, yalnızca %1.3'ü yüksekokul/fakülte mezunudur. Yaşlıların %65.7'si evli, %55'i eşle birlikte, %11.0'ı yalnız yaşamaktadır. Yaşlıların %10'unun herhangi bir sosyal güvencesi yoktur. %85.0'ı emekli, emekli olanların %78.0'ı Bulgaristan emeklisidir ve %74.7'si ?gelirini giderinden az? olarak ifade etmektedir.Yaşlıların %89.7' sinin hekim tarafından tanısı konulmuş en az bir kronik hastalığı vardır. En yaygın kronik hastalık %50 oranında hipertansiyondur. Yaşlıların %71.3'ü en az bir yardımcı aygıt kullanmaktadır. Yaşlıların %90.6 sı herhangi bir sağlık sorunu olduğunda herhangi bir sağlık kurumuna başvurduğunu, %66.7'si ilk başvurulan kurum olarak sağlık ocağını belirtmişlerdir. Yaşlıların %70.7'si siyasal zorunluluk sebebi ile göç etmişlerdir. Ve %68.7'si 20 ve üzeri yıl önce Bulgaristan'dan göç etmiştir.Yaşlıların aile desteği puan ortalaması 28.38 ? 8.91, arkadaş desteği puan ortalaması 18.41 ? 11.33 ve iki puan arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır(p<0.01). Sosyal ağ büyüklüğü ise ortalama13 ? 4.48 kişiden oluşmaktadır.Yaşlıların sosyal ağının büyüklüğü ile algılanan aile ve arkadaş desteği puan ortalaması arasında pozitif yönde ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur(p<0.05).Göçmen yaşlılarda algılanan aile desteği puanını birlikte yaşadığı kişiler, medeni durum, yaşadığı yere uyum, akrabalarla görüşme, gelir durumu değişkenleri etkilemektedir (p<0.05). Algılanan aile desteği puanındaki değişimin %19'u buradaki beş bağımsız değişkenle açıklanabilir (R²=0.190). Yaş, yaşam memnuniyeti ve sağlık durumunu algılama ise algılanan aile desteği puanını etkileyen, önemsiz bağımsız değişkenlerdir(P>0.05)Göçmen yaşlılarda algılanan arkadaş desteği puanını yaşam memnuniyeti, göç yılı, sağlık durumu değişkenleri etkilemektedir(p<0.05). Algılanan arkadaş desteği puanındaki değişimin %14'ü buradaki üç bağımsız değişkenle açıklanabilir(R=0.140). Yaşadığı yere uyum, göç etme nedeni, gelir durumu, yaşanan güçlük gibi değişkenler ise algılanan arkadaş desteğini etkileyen önemsiz değişkenlerdir(P>0.05).Göçmen yaşlılarda sosyal ağın büyüklüğünü yaşadığı yere uyum, yaşam memnuniyeti, yaşadığı güçlük, akrabalarla görüşme gibi değişkenler etkilemektedir(p<0.05). Sosyal Ağdaki değişimin %11'i buradaki dört bağımsız değişkenle açıklanabilir(R=0.111).Göç yılı, gelir durumu gibi değişkenler ise sosyal ağın büyüklüğünü etkileyen önemsiz değişkenlerdir.Bu bulgular sonucunda şu önerilerde bulunulmuştur. Yaşlıların sosyal destek yapılarının yaşlıların sağlık durumu yönünden bir gösterge olarak dikkate alınması, yaşlıları değişen toplum yapısı içerisinde sorunlarına ve gereksinimlerine en iyi şekilde cevap verebilmek, aile ve toplumla bütünleşmelerini, daha rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamak için yeni hizmet modellerinin geliştirilmesi önerilmiştir.Anahtar sözcükler: Sosyal Destek, Sosyal Ağ, Göç, Bulgaristan Göçmeni, Yaşlıe-mail: [email protected]
|
Halk Sağlığı
|
Titanyum (Ti) ve alaşımları, yüksek mukavemet, yüksek biyouyumluluk, mükemmel korozyon direnci ve hafiflik özellikleriyle diş hekimliğinde giderek daha fazla kullanılmaktadır. Dental implantlarda vida başarısı ve osteointegrasyonun yanı sıra abutment seçimi ve peri-implantitisin önlenmesi de tedavinin genel başarısını etkileyen önemli faktörlerdendir. Bu çalışmada, diş implant tedavisinde genellikle gözden kaçan gingival doku adaptasyonu ve titanyum abutment yüzey modifikasyonlarına odaklanılmıştır.
Titanyum alaşımlı diskler (Ti6Al4V) üzerinde asitle aşındırma ve mikroark oksidasyon ile yüzey modifikasyonu gerçekleştirilmiş ve yüzeyler antimikrobiyal özellik kazandırılması amacıyla çinko asetat (ZnC2H3O2) ile kaplanmıştır. Yüzey pürüzlülüğü profilometre ile belirlenmiş, çinko asetat kaplama X-ışını kristalografisi (XRD) ile incelenmiş, yüzey morfolojisi taramalı elektron mikroskobu (SEM) ile ve yüzey ıslanabilirliği temas açısı ölçümü ile analiz edilmiştir. In vitro hücre kültür analizleri, insan gingival fibroblast (HGF) ve periodontal ligament fibroblast (PDLF) hücre hatları ile gerçekleştirilmiştir. Hücre canlılığı, 4, 7 ve 14. günlerde MTT canlılık analizi ve SEM görüntüleme ile analiz edilmiştir. İki farklı bakteriyel suş ile antimikrobiyal özelliklerin belirlenmesi için disk difüzyon testleri yapılmıştır. Elde edilen yüzeylerdeki en yüksek pürüzlülük mikro-ark oksidasyon işleminde başarılmıştır. Hücre kültürü çalışmalarında mikro ark ile işlem görmüş yüzeylerde hücre tutunmasının fazla olduğu, çinko asetat kaplı titanyum disklerde de antimikrobiyal etki görülmüştür.
Anahtar sözcükler: Diş implantı, dental abutment, asit aşındırma, mikroark oksidasyon, biyouyumluluk.
|
Biyomühendislik
|
Amaç: Plazma hücrelerinin malign çoğalması sonucu oluşan multipl miyelom (MM) hastalığının risk faktörleri ve etiyolojisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Bilinen bir risk faktörü ise ailesel yatkınlıktır. Epidemiyolojik çalışmalarda, hastaların birinci derece akrabalarında MM ve diğer solid kanser riskinin arttığı tespit edilmiştir. Genom ölçekli asosiyasyon çalışmalarında bazı yaygın görülen varyantların hastalık ile ilişkisi tespit edilmiştir. Ailesel olgularda yapılan çalışmalarda ise, nadir görülen ancak genetik açıdan kuvvetli varyantlar saptanmıştır. Bu varyantların bağımsız örneklemlerde test edilmesi gerekmektedir. Diğer yandan, ülkemizde ailesel MM ile ilgili kapsamlı çalışma yoktur. Bu projenin amacı; Türkiye'deki ailesel MM olguların belirlenmesi, bu olgularda daha önceden tespit edilmiş nadir genetik varyantların test edilmesi ve yeni olası genetik varyantların araştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Ailesel olgu; bir veya birden fazla birinci, ikinci, üçüncü veya uzak akrabasında MM ya da plazma hücre hastalığı (MGUS, primer amiloidoz) olan hastalar olarak tanımlandı. Türkiye genelinde hematologlar ile iletişime geçilerek ve MM sivil toplum kuruluşu aracılığı ile ailesel olgular tespit edildi. Hastaların temel demografik ve klinik verileri elde edildi. Onamı olan hastalar, periferik kan örneği vererek çalışmaya katıldı. Daha önce bilinen nadir genetik varyantlar, 6 gende ( EP300, CDKN2A, USP45, ARID1A, KDM1A, DIS314 ) 14 varyant, hedefe yönelik yeni nesil dizileme paneli ile araştırıldı. Örneği uygun olan hastalarda tüm ekzom dizileme ve analizi yapılarak yeni varyantlar araştırıldı. Saptanan varyantların özellikleri NCBI veri tabanında ve MutationTaster in silico analizleri ile değerlendirildi.
Bulgular: Türkiye geneli yapılan arama sonucunda, 15 farklı merkezde takipli toplam 30 MM ailesi ve bu ailelerde toplam 63 hasta tespit edildi. Ailelerin %69'unda ( n=18) birinci derece, %4'ünde (n=1) ikinci derece, %27'sinde (n=7) üçüncü derece akrabalık tespit edildi. Toplam 33 hasta örneği, , 6 gende ( EP300, CDKN2A, USP45, ARID1A, KDM1A, DIS314 ) 14 varyanta yönelik oluşturulan hedefe yönelik NGS paneli ile analiz edildi. Bu hastaların hiçbirinde daha önceden bilinen bu varyantlar saptanmadı. 3 hastada ise CDKN2A (siklin bağımlı kinaz inhibitörü 2A) geninde, incelenen bölgenin dışında bir varyant heterozigot olarak saptandı. Birinci derece akrabalık olan 4 ailede toplam 7 hasta tüm ekzom dizileme ile değerlendirildi. BRIP1, ACD, RET genlerinde aminoasit değişikliğine yol açan, polimorfizm olabilecek missense varyantlar; RAG2, CBL, APC ve PTCH1 genlerinde ise aminoasit değişikliğine yol açan, hastalık yapıcı missense varyantlar heterozigot olarak tespit edildi.
Sonuç: Ailesel MM olgularında olasılıkla her ailede farklı varyant ve varyant kombinasyonları etkileşerek hastalığa yatkınlık yaratmaktadır. Bu nedenle; erken tanı ve risk belirlemek amacıyla bir varyant paneli kullanılması verimli görünmemektedir. Tüm ekzom analizinde tespit edilen varyantlar için; bu genlerin biyolojik rolü ve mutasyonlarının yol açtığı bilinen hastalıklar, saptanan varyantların aynı ailedeki hasta iki kişide de görülmesi, toplumda frekanslarının çok düşük olması, aminoasit değişikliğine yol açması ve in silico analizde hastalık yapıcı olarak sonuçlanmaları göz önüne alındığında, ailesel MM'a yatkınlıkta rol alabilecekleri gösterilmiştir. Ailesel miyelom olgularında saptanacak varyantlar, hastalığın patogenezinin anlaşılmasına ve yeni tedavi hedeflerinin araştırılmasına katkıda bulunacaktır.
|
Hematoloji
|
(Controller Area Network,CAN) 1983 yılında Robert Bosch GmbH'ta otomotiv sektörü için geliştirilmiştir. Önceleri Avrupa'da üretilen arabalar için geliştirilmişse de, mobil otomasyon ve diğer pek çok sektörde kullanılan bir ağ olmuştur. Veri iletişimi, farklı elektronik CAN modülleri arasında elektriksel gürültüden etkilenmeyecek CAN High ve CAN Low olarak adlandırılan birbirinin aynası şeklinde bilgi ileten çok güvenli bir protokol vasıtasıyla sağlanır.
Kontrol Alan Ağı'nın otomotiv endüstrisinde yaygınlaşmasıyla modüler yapıdaki elektronik kontrol üniteleri (ECU) içten yanmalı elektronik motorlarda kullanılmaya başlanmıştır. Elektronik motorlarda kullanılan ECU'ların sayısının artmasıyla birlikte hata tespit sistemleri gelişmiştir. Elektronik motorlarda kullanılan ECU'lardan biri hata verdiği zaman kullanıcı, gösterge paneli üzerindeki motor uyarı ikazı ile uyarılır ve aracın servise götürülmesi gerekir.
Bu tez çalışmasında kamyon,otobüs gibi ağır iş araçlarının (heavy-duty, HD) CANbus hattında J1939 standartında bulunan verileri alınıp işlenmiş ve mobil uygulamada görüntülenmiştir. Mobil uygulamada motor hata kodları ve motorun devir değeri, motor soğutma suyu gibi önemli bilgileri görüntülenmiştir.
Bu tezin amacı, araçlarına motor arıza ikazı gelen araç sürücülerine araçlarını servise götürmeden, motor arıza nedenini ve motorun CANbus hattında bulunan tüm bilgilerini kullanıcıya anlık olarak uygulama üzerinden göstermek ve giderilen motor hatalarını silmektir. Motor arızaları yakıt borusu tıkanıklığı, filtre tıkanıklığı gibi kullanıcının dahi düzeltebileceği basit arızalardan meydana gelebilmektedir. Motor arızası giderildikten sonra arıza CANbus hattından yine servis tarafından silinmektedir. Ayrıca motorda anlık oluşan sorunlar sonucunda motor rölantide kalabilmekte ve bu durum servis bu hatayı sildiğinde çözülmektedir.
Tezin birinci bölümünde Kontrol Alan Ağı (Controller Area Network,CAN) hakkında genel bilgi verilmiştir. Ardından tezin amacı sunulmuştur. Kontrol Alan ağı hakkında literatürde yapılan çalışmalardan bahsedilerek birinci bölüm tamamlanmıştır.
Tezin ikinci bölümünde CANbus hattının fiziksel özellikleri, çerçeve çeşitleri, mesaj önceliklendirmesi anlatılmıştır. Ardından uygulamada kullanılan CANbus protokolünün J1939 standartı hakkında teorik bilgi verilmiştir.
Tezin üçüncü bölümünde uygulamada kullanılan elektronik elemanlar tanıtılarak tasarlanan devre hakkında bilgi verilmiştir. Ardından mobil uygulama geliştirme ortamı tanıtılarak, tasarlanan uygulama tanıtılmıştır. CANbus hattında yapılan çözümleme işlemlerinin nasıl gerçekleştiği denklemlerle açıklanmıştır. Yapılan deneyler görselleriyle birlikte açıklanarak bölüm bitirilmiştir.
Tezin dördüncü bölümünde yapılan çalışmalar irdelenmiştir. Gelecekte yapılacak çalışmalar hakkında bilgiler verilmiştir.
|
Mekatronik Mühendisliği
|
Alzheimer hastalığı (AH) ilerleyici nörodejeneratif bir hastalıktır. Hastaların erken teşhis edilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması önemlidir. Hafif kognitif bozukluk (HKB), AH için bir risk faktörüdür ve HKB hastalarındaki spesifik beyin atrofisi modellerinin aydınlatılması gerekmektedir. Ayrıca HKB'li kişileri doğru bir şekilde sınıflandırabilecek bilgisayar destekli bir sistemin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı, subkortikal yapılardaki boylamsal atrofi paternini tanımlamak ve yapısal manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanarak HKB'yi sağlıklı kontrollerden ayırmak için bir derin öğrenme modeli geliştirmektir.
Bir buçuk yıl arayla yapısal MRG taraması yapılan 47 HKB hastası ve 40 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Subkortikal derin gri cevher yapılarının hacimlerini elde etmek için FSL-FIRST algoritması kullanıldı. Derin öğrenme amacıyla 97 HKB ve 119 kontrolün MR görüntüleri çalışmaya dahil edildi. HKB ve kontrolleri sınıflandırmak için önceden eğitilmiş bir evrişimli sinir ağı mimarisi olan VGG-19 kullanıldı. VGG-19'a ince ayar yapılarak görüntüleri sınıflandırmak için transfer öğrenme kullanıldı. Önerilen yöntem, sınıflandırma için segmente edilmiş subkortikal yapılardan oluşan önceden işlenmiş görüntüler üzerinde eğitildi ve test edildi.
Sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında başlangıçta HKB hipokampus ve amigdalada subkortikal atrofi gözlendi. Takip MR incelemesi sonucunda hipokampus ve amigdalanın yanı sıra talamus ve akumbens çekirdekte de anlamlı atrofi gözlendi. İki grup arasında atrofi oranları karşılaştırıldığında putamende farklılık saptandı. Sınıflandırma sonuçları HKB ve kontrollerin ayırt edilmesinde önerdiğimiz yöntemin %83'e varan bir doğruluğa sahip olduğunu gösterdi.
Hipokampus, akumbens çekirdek, talamus ve putamen HKB için ek tanısal bilgi sağlayabilir. Önerilen mimarimiz küçük veri kümeleri üzerinde eğitilse bile segmente görüntülerin sınıflandırılmasında %83'e varan doğruluk göstererek umut verici sonuçlar göstermiştir. Sonuçlarımız, önerdiğimiz derin öğrenme yönteminin HKB'nin değerlendirilmesine yönelik klinik uygulamalar için umut verici olduğunu göstermektedir.
|
Radyoloji ve Nükleer Tıp
|
21.yy da kentleşmenin artan ivmesiyle birlikte, dünya genelindeki şehirler verimlilik, çevre dostu pratikler ve sürdürülebilirlik ilkelerini benimseyerek bu hedeflere ulaşmada ileri teknolojilerden faydalanmaktadırlar. Bunun için akıllı şehir konseptini uygulamaktadırlar. Üniversiteler de bilgi üretiminin yanı sıra, sosyal, kültürel bir aktivite alanı oldukları için bir şehir gibi işlev görmekte ve gelişen küresel gelişmeleri uyum sağlamaları beklenmektedir. Bu kapsamda teknolojik ilerlemeler eşliğinde, akıllı şehirlerin özelliklerini yansıtan akıllı kampüs uygulamaları ortaya çıkmıştır. Akıllı kampüs uygulamaları, alana özgü nitelikler taşımalıdır. Bu tezin amacı, akıllı kampüs özelliklerinin değerlendirilmesi amacıyla metodolojik bir çerçeve geliştirmek ve Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ)'ni değerlendirmektir. Bu kapsamda, Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-Analyses (PRISMA) modeli ve içerik analizinin katkılarıyla zenginleştirilmiş literatür taraması sonucunda 7 akıllı kampüs bileşeni ve 61 gösterge tanımlanmıştır. Bu çerçevede tasarlanan anket formu ve 210 katılımcıyla gerçekleşen anket çalışmasıyla, Gebze Teknik Üniversitesi için göstergelerin geçerliliği, önemi ve mevcut durumu incelenmiş, Önem-Performans Analizi (ÖPA) yöntemi kullanılarak değerlendirilmiştir. Değerlendirmede, GTÜ için tüm bileşenlerin ortalama önemi %84, performansı ise % 49 çıkmıştır. Bu doğrultuda gelecekte kampüs kullanıcılarının ihtiyaçlarına odaklanarak, öğrenme ve çalışma ortamlarını daha işlevsel ve etkileşimli kılmak, sosyal ve kültürel entegrasyonu desteklemek için erişilebilir ve kapsayıcı bir kampüs tasarımına nasıl yaklaşılacağı dair uygulanabilirliğe yönelik öneriler geliştirilmiştir. Tez çalışmasında ortaya konan akıllı kampüs değerlendirme çerçevesi ve analiz yöntemleri, başka kampüs alanlarının da değerlendirilmesine, akıllı kampüs girişimlerindeki iyileştirme ve geliştirme sürecinin izlenmesine imkan verecektir. Böylece düzenli olarak gerçekleştirilecek bu değerlendirmeler, kampüsleri akıllı kampüs hedeflerine ne derece ulaştığını, hangi alanlarda başarı sağladığını ve hangi alanlarda gelişime ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyacaktır. Değerlendirme sonuçları aynı zamanda, üniversitelerin stratejik planlamasına ve kaynak tahsisine rehberlik edecektir.
|
Şehircilik ve Bölge Planlama
|
Rotator manşet yırtığında cerrahi endikasyonlar güncel tartışma konularından biridir. Bu çalışmada, rotator manşet tamiri yapılan hastalarda tendon bütünlüğünün korunup korunmadığı incelenerek, yeniden oluşan yırtıkların klinik sonuçlara etkisi araştırıldı.2000-2010 yılları arasında açık ve mini-açık yöntem ile rotator manşet tamiri yapılan hastalar çağrıldı. Ameliyat öncesi demografik özellikleri ve ameliyat sırasında kaydedilen bilgiler dışında eklem hareket açıklıkları, dinamometre ile omuz kas kuvvetleri kaydedildi. Constant ve ASES skorlama sitemlerine göre klinik sonuçlar değerlendirildi. Ayrıca hastaların tendon tamir devamlılıkları ultrason ile incelendi. Klinik ve anatomik sonuçların ameliyat öncesi ve ameliyat sırasındaki özelliklerle ilişkisi araştırıldı. Klinik ve anatomik sonuçlar arasındaki korelasyon değerlendirildi.Çalışmaya alınan 49 hastanın (31 kadın, 18 erkek) ortalama yaşları 55 (38-74) ve ortalama takip süresi 59 ay (12-119) idi. Otuz sekiz hastada sadece supraspinatusta; 7 hastada ise hem supraspinatus, hem infraspinatusta yırtık; 4 hastada parsiyel yırtık gözlenirken ortalama tendon defekti 20 mm. idi. Hastaların ameliyat öncesi ortalama Constant skorları 46 iken takiplerde ortalama 79 olarak bulundu. Subjektif değerlendirmede % 94 mükemmel ve iyi sonuç belirtilmesine rağmen, USG incelemesinde 11 hastada (% 22) yeniden yırtık gözlendi. Tamir devamlılığı kaybolan hastaların cerrahi sırasındaki defekt genişlikleri ortalama 23 mm. olarak bulundu. Tamir devamlılığı ile hasta özellikleri incelendiğinde; ileri yaş ve yırtık büyüklüğü olumsuz etkenler olarak değerlendirildi. Ayrıca yeniden yırtık gelişen hastalarda subjektif ve klinik sonuçlar (Ortalama CM: 74, Ortalama ASES: 87, Ortalama öne elevasyon kuvveti: 4.8 kg), tendon devamlılığı olanlara göre (Ortalama CM: 80, Ortalama ASES: 95, Ortalama öne elevasyon kuvveti: 5.9 kg) daha kötü bulundu.Rotator manşet açık ve mini-açık tamirlerinin orta dönem fonksiyonel sonuçları oldukça tatmin edici olmasına rağmen, klinik sonuçlar tamir devamlılığı ile paralellik göstermemektedir. Rotator manşet yırtıklarında tedavi endikasyonu belirlenirken, hastanın ve yırtığın özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. İleri yaşta ve geniş defekti olan hastalar, yeniden yırtık oluşma açısından riski açısından bilgilendirilmelidir.
|
Ortopedi ve Travmatoloji
|
İletken polimerler, halkalarında delokalize π-sistemleri zincirine sahip olan polimerik malzemelerdir. Dopant maddelerinin katkılama seviyesine ve doğasına bağlı olarak yalıtkan, yarı iletken veya iletken olabilirler. Redoks kademelerine bağlı olarak çok farklı özellikler gösterebilirler. Redoks kademeleri gözönünde bulundurulduğunda sentezleri için en elverişli yöntem çevrimsel voltametridir. Bu tez çalışmasında, pirol ardışık çevrimsel voltametri (CV) yöntemi kullanılarak elektrokimyasal olarak polimerize edilmiştir. Ardışık çevrimlerle akım yoğunluğundaki tedrici artışlar pirol monomerinin oksitlenmeye başladığını ve kademeli olarak polipirole dönüştüğünü gösterir.
Polipirol 430 kodlu paslanmaz çelik (430SS) yüzeyinde, azo, antrakinon ve kompleks grubu 3 ayrı asit boyar madde ile dopantlanarak, oksalik asit çözücü ortamında sentezlenmiştir. Geleneksel üç elektrot sisteminin kullanıldığı çalışmada, çalışma elektrotu olarak 430 kodlu paslanmaz çelik, referans elektrot olarak Ag/AgCl ve karşıt elektrot olarakta platin tel kullanılmıştır. Lanaset Red 2B (LR2B), Lanaset Green B (LGB) ve Lanaset Red G (LRG) boyar maddeleri varlığında pirol elektropolimerizasyonu gerçekleştirilerek kompozit kaplamalar elde edilmiştir. Oksidasyon pik potansiyeli çevrim sayısı ile daha pozitif değerlere kayarken redüksiyon pik potansiyeli daha negatif değerlere doğru hareket etmiştir. Ardışık CV' lerde 430SS/PPy/LRG örneği ile en yüksek pik akımlarına sahip kaplamalar elde edilirken, 430SS/PPy/LR2B kaplamanın da 430SS/PPy/LGB'den daha yüksek pik akımına sahip olduğu gözlenmiştir. Elektropolimerizasyon koşulları dopant konsantrasyonu, potansiyel aralığı, tarama hızı ve çevrim sayısı yönünden optimize edilmiştir.
Elektrokimyasal karakterizasyonlar, potansiyodinamik polarizasyon (PDP) ve elektrokimyasal empedans spektroskopi (EIS) teknikleri kullanılarak yapılmıştır. Kompozit kaplamalı 430 kodlu çeliğin korozyon dayanıklılığı uzun süreli daldırma boyunca %3,5 NaCl ve 0,1 M H2SO4 ortamında Nyquist ve Bode grafikleri ve Tafel polarizasyon eğrileri kaydedilerek incelenmiştir.
430 paslanmaz çelik üzerinde elde edilmiş olan kompozit kaplamalar farklı korozif ortamlarda birbirinden farklı korozyon inhibisyonu sağlamıştır. Kompozit kaplamalar uzun süreli asit ortamına daldırmalarda tuzlu ortama göre daha yüksek korozyon koruması göstermişlerdir. Kaplamanın korozyon koruma verimi, polipirol yapısında inhibitör olarak biriken Lanaset Red 2B ve Lanaset Red G' nin kontrollü salımı nedeniyle her iki korozif ortamda da 432 saat daldırma süresi sonunda başlangıç değerinden daha yüksek olup, Lanaset Green B'de 336 saat devam eden koruma sağlanmıştır.
Korozyon akımları ve korozyondan koruma verimi tuzlu ortamda 432 saat sonunda, LR2B için 1,25 µA.cm-2 ile %97,57, LRG için 0,15 µA.cm-2 ile 99,70 ve LGB için 3,43 µA.cm-2 ile %95,78 olarak elde edilmişken, asit ortamında sırayla 2,38 µA.cm-2 ile %99,53, 1,16 µA.cm-2 ile %99,78 ve 17,07 µA.cm-2 ile %96,77olarak bulunmuştur. PDP tekniği ile ulaşılan sonuçları EIS tekniği sonuçları ile de uyumludur. Yük transfer direnci (Rct) değerleri tuzlu ortamda LR2B, LRG ve LGB için sırasıyla 213,70 kΩ, 37,15 kΩ ve 9,23 kΩ olarak hesaplanmışken, asit ortamında 1914,00 kΩ, 1052,70 kΩ ve 53,14 kΩ değerleri elde edilmiştir. Bu sonuçlar her iki korozif ortamda da 430SS/PPy/LRG ve 430SS/PPy/LR2B örneğinin oldukça başarılı korozif ortam performansı sergilediğini göstermiştir. Her iki örnekle kıyaslandığında 430SS/PPy/LGB örneği daha zayıf koruma sağlamakla birlikte 336 saate ulaşan iyi bir performans sergilemiştir.
|
Kimya
|
Uluslararası çalışma alanlarının temel konularından biri olan kültürlerarası yönetim, Kültürel Zekâ kavramının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kültürel farklılıklar gösteren ortamlarda bilgi sahibi olma, farkındalık ve bulunulan kültürlerarası ortama uyum sağlayarak etkin iletişim kurma becerisi olarak ifade edilen kültürel zekâ kavramı üst bilişsel, bilişsel, motivasyonel ve davranışsal olmak üzere dört alt boyuttan oluşmaktadır. Kültürel farklılıklardan oluşan çalışma ortamlarında kabin ekiplerinin kültürel zekalarının incelenmesi amacıyla Türkiye'de faaliyet gösteren havayolu şirketlerinde çalışan kabin ekibi üyelerine Kültürel Zekâ Ölçeği uygulanarak, kültürel zekâ ölçeğinin üst bilişsel, bilişsel, motivasyonel ve davranışsal olmak üzere dört alt boyutu incelenmiştir. Konu ile ilgili olarak havacılık sektörü ile ilgili yapılan çalışmaların az olması nedeniyle çalışmanın Türkçe literatüre ve havacılık sektörüne katkı sağlanması hedeflenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre kabin ekiplerinin cinsiyet ve eğitim düzeyleri ile kültürel zekâ arasında anlamlı bir fark görülmemiştir, kabin memurlarının İngilizce bilgi seviyesi ile kültürel zekâ arasında anlamlı bir fark bulunmaktadır. Ayrıca kabin memurlarının unvan, yaş ve kıdemleri ile kültürel zekâ arasında kısmen bir fark olduğunu sonucuna ulaşılmıştır. Kültürel zekâ ile ilgili çalışmalar kültürel farklılıkların olduğu her alanda başarıya ulaşmada önemli bir faktör olarak görülmektedir.
|
Sivil Havacılık
|
Bu çalışmanın amacı, ölüm hızlarının modellenmesinde yaygın olarak kullanılan Klasik Lee-Carter modeli ve bu modeldeki parametre tahmin yöntemine seçenek olarak geliştirilen Poisson Log-Bilineer yaklaşımıyla Lee-Carter modeli yöntemleri kullanılarak Türkiye ölüm hızlarının modellenmesi ve elde edilen sonuçların karşılaştırılmasıdır. Bu çalışmada öncelikle ölüm hızları, Lee-Carter modeli ve Poisson Log-Bilineer yaklaşımı hakkında genel bilgiler verilmiş, ardından ise Lee-Carter modeline Poisson Log-Bilineer yaklaşımı ile yapılan uygulama sunulmuştur. Her iki cinsiyet için 1937-1995 yılları arası ölüm hızları, ölüm sayıları ve riske maruz değerler Türkiye Hayat ve Hayat Annüite Tablolarının Oluşturulması Projesi kapsamında belirlenmiş olan model hayat tablosu seviyelerine uygun olarak içdeğerleme yöntemi ile elde edilmiştir. Belirlenen ölüm hızları, her iki yöntem ile ayrı ayrı modellenmiş ve bunların 20 yıllık öngörüleri yapılmıştır. Her iki yaklaşımdan elde edilen sonuçlar karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, Poisson Log-bilineer yaklaşımı sonucunda elde edilen yıllar itibariyle değişen yaşa özel ölüm hızları ile 20 yıllık dönemsel hayat sigortası ile dönemsel hayat anüitesi net tek primleri hesaplanmış ve ölüm hızlarının değişmediği durum için elde edilen prim değerleriyle karşılaştırılmıştır.
|
Aktüerya Bilimleri
|
Bu çalışmanın amacı Türkiye'de Yeni Çağ İnanışları alanında eğitim veren, faaliyetler düzenleyen kurumların incelenmesi ve bu kurumlara kimlerin hangi nedenlerle katıldığının anlaşılmasıdır. Araştırma, nitel araştırma yöntemi ile derinlemesine mülakat ve katılımlı gözlem tekniklerinden yararlanılarak yürütülmüştür. Bir yıldan fazla süren saha araştırması boyunca 15'den fazla eğitime katılınmış, 250'den fazla kişiyle görüşülmüş, 76 kişi ile derinlemesine mülakat yapılmıştır. Bu noktada Yeni Çağ İnanışları ile ilgili eğitim ve faaliyetlere katılan kişilerin çoğunluğunun 35-45 yaş aralığında, orta ve üst gelir düzeyine sahip, iyi eğitimli bireylerden oluştuğu ve kadın katılımcı oranının daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Katılımcıların hayatlarına anlam katma, sorularına yanıt, sorunlarına çözüm bulma, kendilerine maddi-manevi bir fayda sağlama amaçlarıyla bu eğitim ve faaliyetlere katıldıkları sonucuna varılmıştır. Öte yandan grup katılımlarının kişilere sosyalleşme imkânı verdiği anlaşılmıştır. Bu noktada konunun geniş bir çerçeveden anlaşılabilmesi için Goffman'ın Dramatürjik yaklaşımı ile Bourdieu'nün habitus, alan, sermaye, oyun ve illusio kavramlarından yararlanılmıştır. Literatürün zaman zaman işaret ettiği, Yeni Çağ İnanışlarının oluşup gelişmesinde en önemli etkenlerin başında insanların hem bireysel hem toplumsal olarak dinden uzaklaşmaları olduğunu savunan sekülerleşme kuramı söyleminin aksine katılımcıların Yeni Çağ İnanışlarına dini bir anlam yüklemedikleri, bunların mevcut kurumsal inançlarıyla çeliştiğini düşünmedikleri ve Yeni Çağ İnanışlarını kültürel bir pratik olarak değerlendirdikleri belirlenmiştir. Diğer taraftan Yeni Çağ İnanışları ile ilgili eğitim ve faaliyet düzenleyen kurumların ticari bir boyutu olduğu, ticari kuruluşlara benzer biçimde bir kurumsal kimlik ve yönetim şekli sergileme çabasında oldukları gözlemlenmiştir. Katılımcıların çok büyük bir oranının ileride bu alanda meslek sahibi olmak istemeleri ve bunun için sertifika veren kurumları tercih etmeleri Yeni Çağ İnanışlarının bir Pazar olarak gelişim göstermekte olduğuna işaret etmektedir.
|
Sosyoloji
|
Araştırmamızda 29 intihar girişiminde bulunan ergen ve 30 intihar girişiminde bulunan yetişkin grup karşılaştırılmıştır. 30 intihar girişiminde bulunmamış ergen ve 30 intihar girişiminde bulunmamış yetişkin, kontrol grubu olarak değerlendirmeye alınmıştır.Araştırmanın amacı intihar girişiminde bulunan kişilerin psikodinamiklerini anlayabilmek ve çıkan sonuçlara dayanarak bu kişilere yardımcı olabilmektir. Bu amaçla araştırmada 40 sorudan oluşan anket formu ve psikodinamikleri değerlendirebilmek üzere projektif bir test olan, Tematik Algı Testi (Thematic Apperception Test) kullanılmıştır.Araştırma sonunda ergen ve yetişkin grubun psikodinamiklerinin birbirine benzediği; dikkat kapasiteleri düşük, temelde öfkeli, bağlanma ve sevme kapasiteleri yetersiz, fantezi dünyaları yüksek ve gerçeklikle ilişkileri zayıf kişiler olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bu araştırmaya dayanarak intihar girişiminde bulunan ergen ve yetişkinlerin psikolojik yardıma ihtiyaçları olduğu ve yardım alabilir durumda oldukları düşünülmektedir.
|
Adli Tıp
|
Devlet anlayıslarının tarihsel süreçte degismesinin istihdam ve issizlikleiliskilerini ortaya koyan tez üç bölümden olusmaktadır.Birinci bölümde, devlet kavramı, devlet anlayısları ve ekonomi ile iliskilerikavramsal çerçevede incelenmektedir. Bu bölümde devletin ekonomideki rolü tarihselperspektifte feodal yapıdan, kapitalizme, liberalizmden, sosyalizme incelenmekte vegenel bir bakıs açısı vermek amaçlanmaktadır.kinci bölümde, istihdam teorileri ve issizlik konusu ele alınmaktadır. Bubaglamda istihdamın kavramsal olarak açıklanması, türleri ve istihdama iliskin Klasik,Keynesyen, Modern, Keynes sonrası yaklasımlar ve Marksist görüs ayrıntılı olarakincelenmistir. kinci bölümün son kısmında ise issizlik kavramının teorik olarakincelenmesi ve türleri açıklanmaktadır.Üçüncü bölümde issizligin toplumsal maliyeti, isgücü piyasası kurumları veisgücü piyasasına yönelik düzenlemeler ele alınmıstır. Bu bölümde issizligintoplumsal, psikolojik ve sosyal boyutları ile Türkiye'de devletin istihdamı artırma,issizligi önleme ve isgücü hayatını düzenlemek amacıyla kurdugu kurumların niteligive bu kurumların isleyisini saglayan kanunlar incelenmektedir.Tezde ulasılması istenen ana amaç; tarihsel süreçte devlet anlayıslarınınkısmen de olsa önemini yitirerek bireylerin teknolojinin de gelismesiyle artık kendiisini kendi bulmasını saglayan e-is olanaklarına ve özel istihdam bürolarınayönelmesini ortaya koymaktır.
|
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
|
Bu çalışmada, Tap Fakültesi Araştırma Hastanesi, S.S.Y.B. Mümune Hasta nesi ve S.S.K.Hastanelerinde yeni teşhis edilmiş ve herhangi bir tedavi görmemiş yaş ortalaması 53,2 +- 11,8 olan 31 muhtelif kanserli hasta ile yaş ortalaması 34,85 + - 6,10 olan ve kontrol grubu olarak kullanılan 20 sağlam şahsın venöz kanın da RIA metodu ile plazma ve lökosit oGMP tayini yapıldı. Sağlam şahıslarda plazma oGMP seviyesi 6,4l ± 3,5 pmol/ml kanserli hasta grubunda ise 14,07 + 11,53 pmol/ml olarak tesbit edildi", îstatistiki olarak yapılan değerlendirmede her iki grubun plazma cGMP seviyeleri arasındaki farkın P<0,05 seviyesinde önemli olduğu, lökosit cGMP değer leri arasında ise bu farkın P<0,001 seviyesinde çok önemli olduğu bulundu. Ayrıca her İki grubun plazma ve lökosit oGMP değerleri ile yaş arasında istatistiki ola rak anlamlı bir ilişkinin mevcut olmadığı tesbit edildi ( P> 0,5 ). Bulgularımız literatür değerleri ile karşılaştırıldığında, büyük ölçüde uygunluk gösterdiği ve kanserli vak' alarm teşhisinde ve uygulanan tedavinin taki binde cGMP tayinlerinin faydalı bir parametre olduğu kanaatine varıldı.
|
Onkoloji
|
Bu çalışmada adolesanlarda yeme tutum ve davranışları, sosyo ekonomik düzeyinin yüksek olduğu düşünülen 6 özel lise ile, alt sos- yo-ekonomik düzeye sahip olduğu düşünülen 7 devlet lisesi öğrencile rinde araştırıldı. 1288 kız, 1116 erkek toplam 2404 öğrenciye yeme tu tum ve davranışlarını objektif olarak ölçmek için geliştirilmiş olan E.A.T. (Eating Attitudes Test) formunun, Türkçe'ye uyarlanmış, güve nirliliği ve geçerliliği yapılmış YTT (Yeme Tutumu Testi) uygulandı. Testte 30-32 puan arası subklinik Anoreksiya Nervoza, 33 ve üzeri pu anlar ise Anoreksiya Nervoza'yı gösterdiğinden, bu araştırmaya alman tüm öğrencilerde subklinik Anoreksiya Nervoza oranı % 3.4, Anoreksi ya Nervoza oranı % 7-9'dur. Kız ve erkek öğrenciler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulundu. Kız öğrencilerde Anoreksiya Nervoza oranı daha faz laydı. Ancak beklentilerin aksine devlet okullarında anoreksiya nervo za oranı % 8.7 iken, özel okullarda % 6.8 oranı elde edildi ve bulgular yayınlarda ortaya çıkan sonuçlarla karşılaştırıldı. Teste göre, "Anoreksiya Nervoza" tanısı konan 270 öğrenci ayrıca incelendi. BMI (Body-Mass Index)'lerin değerlendirilmesi sonucu bu gençlerden % 16,6'sının zayıf olduğu halde anorektik özellikler taşıdığı belirlendi. Bu öğrencilerin % 35.5'inin kilo almamak için spor-egzersiz yaptığı, % 16,9'unun diyet uyguladığı, % l'inin diüretik, % 3.7'sinin iş tah kesici ilaç aldıkları belirlendi. Yeme bozuklukları konusu son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde çok fazla incelenmesine rağmen ülkemizde bu alanda çalışmalar son derece sınırlıdır. Bu ve bundan,sonra yapılacak olan diğer objektif ça lışmaların, ülkemiz gençleri arasındaki yeme bozuklukları konusuna da bir ışık tutacağı beklenmelidir.
|
Psikiyatri
|
Üriner sistem enfeksiyonları (ÜSE) hekimlerin en sık karşılaştıkları enfeksiyonlardır. Son yıllarda genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten mikroorganizmalar sadece hastane kökenli ÜSE'den değil aynı zamanda toplum kökenli ÜSE'den de sorumlu olmaktadır. Bu çalışmada GSBL üreten mikroorganizmaların oluşturduğu toplum ve hastane kökenli ÜSE'de risk faktörleri, ayaktan ve yatan hastalarda farklı tedavi yaklaşımlarının değerlendirmesi amaçlanmıştır.
Bu çalışmada 1 Ocak 2012 -31 Aralık 2013 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Poliklinik ve Klinikleri'nde GSBL üreten mikroorganizmalarla oluşan ÜSE nedeniyle takip edilen 200 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
GSBL üreten mikroorganizma ile oluşan 200 ÜSE'nin 108'inin (%54) toplum kökenli, 92'sinin (%46) hastane kökenli olduğu tespit edildi. Hastane ve toplum kökenli enfeksiyonu olan hastalarda en sık komplike ÜSE görüldüğü tespit edildi (sırasıyla %89.13- %72.22). Hastane kökenli enfeksiyonlarda komplike ÜSE toplum kökenli enfeksiyonlara göre daha sık bulundu (p=0.004). Toplum kökenli enfeksiyonlarda ise akut komplike olmayan piyelonefrit ve basit sistit hastane kökenli enfeksiyonu olanlara göre daha sık bulundu (p değerleri sırasıyla 0.001, 0.012).
Toplum kökenli enfeksiyonlarda en sık fosfomisin + nitrofurantoin kullanıldığı, hastane kökenli enfeksiyonlarda en sık ertapenem kullanıldığı tespit edildi. Hastane kökenli enfeksiyonlarda imipenem kullanımı toplum kökenli enfeksiyonlara göre daha sık bulundu. (p= 0.001) Toplum kökenli enfeksiyonlarda ise fosfomisin + nitrofurantoin kullanımı daha sık bulundu. (p=0.003) Antibiyotik duyarlılık sonuçlarına göre duyarlı olgularda kinolon grubu antibiyotikler ve piperasilin tazobaktamın da kullanıldığı tespit edildi. Toplum ve hastane kökenli enfeksiyonlarda etkenlerin sık kullanılan antibiyotiklere duyarlılık oranları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi.
Altta yatan hastalık varlığı, son 1 ay içinde antibiyotik kullanım öyküsü, hastanede yatış öyküsü ve üriner kateterizasyon GSBL üreten mikroorganizmalarla oluşan ÜSE için öne çıkan risk faktörleri olarak bulundu. Bu enfeksiyonların tedavisinde ilk seçenek olarak karbapenemlerin tercih edildiği görüldü. Klinik ve laboratuvar bulgulara göre ayaktan tedavi verilmesi planlanan hastalarda fosfomisin + nitrofurantoin kombinasyonu GSBL üreten mikroorganizmalarla oluşan ÜSE'lerin ayaktan tedavisi için iyi bir alternatif olarak tespit edildi.
|
Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
|
Amaç: Peritoneal karsinomatozis (PK) hastalarında sitoredüktif cerrahi için optimal hasta seçimi ve cerrahinin planlanması açısından preoperatif evreleme çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı preoperatif BT ile intraoperatif bulguları karşılaştırmak ve iki radyolog arasındaki uyumu araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: İki radyolog kolorektal veya over kökenli PK gelişmiş 48 hastanın preoperatif BT incelemelerini çift kör olarak değerlendirdi. Evreleme için lezyon boyutu ve dağılımının değerlendirildiği Sugarbaker'ın tanımladığı Peritoneal Kanser İndeksi (PKİ) kullanıldı. İntraoperatif bulgular altın standart kabul edildi. Sonuçlar Wilcoxon işaretli sıralar testi, Spearman korelasyon testi, Kendall'ın tau-b testi ve Cohen'in kappa testi kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama toplam PKİ değeri intraoperatif 12.73 (±6.92), 1. radyolog için 11.08 (±6.34) ve 2. radyolog için 10.56 (±6.49) olarak bulundu. Her iki radyoloğun hesapladığı preoperatif PKİ değerleri ile intraoperatif PKİ değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark saptandı (her iki radyolog için p=0.002). Her iki radyoloğun hesapladığı PKİ değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p=0.123). Her iki radyoloğun hesapladığı PKİ değerleri ile intraoperatif skorlar arasında yüksek korelasyon saptandı (1. radyolog için r=0.860, p<0.001; 2. radyolog için r=0.782, p<0.001). Lezyon boyutları ve PKİ skorları bölgesel olarak değelendirildiğinde her iki radyolog arasında orta veya yüksek korelasyon izlendi (r değerleri 0.660 ve 0.894 arasında, p<0.001). Bölgesel lezyon boyutları açısından her iki radyolog arasında anlamlı fark saptanmadı (p değerleri 0.189 ile 0.423 arasında). Her iki radyoloğun hesapladığı bölgesel PKİ değerleri arasında iyi veya mükemmel uyum saptandı (κ değerleri 0.624 ile 0.853 arasında, p<0.001).
Sonuç: PK'nın BT ile preoperatif evrelendirilmesinde gözlemciler arası istatistiksel anlamlı bir fark saptanmamış olup; iki gözlemci arası yüksek korelasyon ve yüksek uyum saptadık. Her ne kadar BT intraoperatif skorlara göre PKİ değerlerini düşük hesaplasa da, preoperatif evrelendirmede tutarlı bir görüntüleme yöntemidir.
|
Radyoloji ve Nükleer Tıp
|
Bu tezde, literatürde yer almayan, negatif akım geri beslemeli işlemsel yükselteç (CFOA-) kullanılarak tümleşik devre yapısına uygun kapasite çarpma devresi tasarlanmıştır. Kapasite çarpma devreleri, alan sorunu olan bazı uygulamalarda büyük değerli kondansatörlerin yerine kullanılabilen analog devrelerdir. Ayrıca kapasite çarpma devreleri, hassas kullanım alanı gerektiren uygulamalarda ticari olarak temin edilemeyen kondansatörlerin yerine kullanılabilirler. Literatürde yer alan kapasite çarpma devreleri genellikle aktif blok yapıları kullanılarak gerçekleştirilebilirler. Önerilen devrede, iki adet direnç bir adet topraklanmış kondansatör toplamda üç adet pasif eleman vardır. Önerilen devrede, ticari olarak elde edilebilir olması sebebiyle CFOA- aktif blok yapısı kullanılmıştır. CFOA- aktif blok yapısı ticari olarak elde edilebilir olması sebebi ile tercih edilmiştir. Önerilen devrenin benzetimleri PSpice benzetim programı ile yapılmıştır. Benzetimlerde, CFOA-'nin MOS Transistörlü iç yapısında MOS Transistörler için 0.13μm IBM (Uluslararası İş Makineleri Şirketi) teknolojisi kullanılmıştır. Benzetimler sonucunda görülmektedir ki önerilen devrenin, sıcaklık değişimine karşı duyarlılığı ve güç tüketimi azdır. Önerilen devrenin çalışma aralığı 100KHz ile 6MHz arasındadır. Önerilen devrenin deneysel gerçeklenmesi ile elde edilen sonuçlar ile benzetim sonuçlarının birbirini doğruladığı gözlemlenmiştir.
|
Elektrik ve Elektronik Mühendisliği
|
Bu tezin temel amacı, ülkemiz açısından sigortacılık sektörünün yerine getirdiği işlevi Türkiye ekonomisindeki değişimlere göre inceleyerek, sektör çalışanlarının sosyal, demografik ve iktisadi profilini bir alan araştırmasıyla ortaya koymaktır. Çalışmanın sonucunda elde edilen temel bulgu, sigortacılık sektörünün ülkemiz açısından çok önemli işlevlere sahip olmasına karşın henüz toplumsal ve iktisadi açıdan olması gereken seviyeye gelemediği ve bu açıdan desteklenmesi gereğidir. Çalışanların sosyal, demografik ve iktisadi profilinin nicelik ve nitelik açısından her geçen yıl daha rekabetçi düzeye yükseldiği gözlemlenmiştir. Sektörde çalışanların gelir durumları ve sosyal etkinliklere katılmaları ve çalışma memnuniyeti açısından Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu belirtebiliriz. Ancak çalışanların mesleki bilgilerini, kişisel gelişimlerini, kariyer güvencelerini, sosyal ve iktisadi durumlarını iyileştirmeye yönelik imkânların geliştirilmesine bağlı olarak çalışanların memnuniyet ve verimliliklerinin daha da artacağı öngörülmektedir.
|
Sigortacılık
|
AB, ekonomi politik ilişkilerde küresel düzeyde etkili bir aktördür. Kendi benimsediği norm ve değerlerin etki alanının, üye devletlerle sınırlı kalmaması ve uluslararası düzeyde etkili olması ile de normatif kural koyucu bir aktör olarak kabul edilmektedir. AB'nin "Brüksel Etkisi" olarak özetlenen ve evrensel değerler ile AB standartlarına dayanan etkisinin, küresel düzeyde görülmesinde kullanılan etkin politika araçlarından biri ortak ticaret politikasıdır. Ortak ticaret politikası, AB ile ticari ilişkiye giren tüm ülke ve bölgeleri etkiliyor olması ile normatif güç olma konusunda AB için geniş etki yaratan bir araçtır. AB'nin entegrasyon sürecinin temel taşı olan ortak ticaret politikası, zaman içinde evrilerek güçlenmiş ve AB kurumları ile AB müktesebatını da kendi dönüşümü doğrultusunda dönüştürmüştür. Önce Maastricht Antlaşması ardından ise Lizbon Antlaşması ile dönüşümün en büyük adımlarının atılması sonucu, bugün ortak ticaret politikası AB için münhasıran yetkili olduğu ve küresel düzeyde etki yaratabildiği bir ulus-üstü ortak politika alanıdır.
AB'nin dönüştüğü bu süreçte, dünya da dönüşürken; iki dönüşüm süreci birbirlerini çok büyük ölçüde etkilemiştir. 1990 sonrası tek kutuplu bir hal alan dünya, önce çok taraflı olarak birbirlerine yaklaşıp, liberalize olma çabasını yoğunlaştırmıştır. Bir noktadan sonra bu eğilimden yeterli sonucu alamayan aktörler, ikili ve bölgesel ilişkileri ön plana çıkarmayı seçmiştir. Bu aktörlerin en başında da AB gelmiştir. Ticaret politikasını küresel ilişkilerinde son derece etkin bir biçimde kullanan AB, bu yeni gelişmeye ticaret anlaşmalarını geliştirerek karşılık vermiştir. Bu gelişmeler sonucunda ortaya "yeni nesil" ticaret anlaşmaları olarak tanımlanan, derin ve kapsamlı serbest ticaret anlaşmaları çıkmıştır. AB, bu tür anlaşmaları çok geniş bir coğrafyada, çok çeşitli aktörler ile imzalama yoluna gitmiştir.
AB'nin ikili ilişki kurduğu coğrafyalardan biri de, uzun yıllardır işbirliği içinde olduğu Güneydoğu Asya bölgesi olmuştur. Bölge, 1967 yılında başlatılan bir girişim ile kurulan ASEAN'ı pek çok alanda işbirliği için etkin bir biçimde kullanan ve ASEAN tarafından temsili kabul eden bir bölgedir. ASEAN ile AB ilişkileri de her iki yapının kuruluşunu izleyen dönemde başlamış ve işbirliği her alanda görülmüştür. ASEAN'ın Diyalog Ortağı olarak benimsediği AB, bölge kalkınmasına sağladığı destek ile bölge ülkeleri için önemli bir aktör konumundadır.
ASEAN, kendi gelişim sürecinde AB'den biraz daha farklı bir entegrasyon biçimi seçmiş ve bunu zaman içinde "ASEAN yolu" olarak tanımlamıştır. Bu yol, tarafların işbirliğine açık olduğu alanlarda ilerleme gösterilmesi, işbirliğinden kaçındıkları alanların ise ilerlemeyi durdurmasının önlenmesi şeklinde görülmüştür. Dolayısıyla yavaş da olsa süren işbirliği zemini, her daim hükümetlerarası düzeyde kalmış ve AB'den farklı bir biçimde sürmüştür.
Bugün "ASEAN yolu" AB ile kurulan ticari ilişkilerde de kullanılmaktadır. İki taraf, bir ticaret anlaşması imzalamak için 2007 yılında masaya oturmuş ancak başarı sağlanamamıştır. Askıya alınan görüşmeler, hiçbir zaman bir engel olarak görülmemiş ve süreci ilerletmek için başka yollar aranmış ve AB, ASEAN üyeleri ile ikili anlaşmalar yapma yoluna gitmiştir. Singapur ve Vietnam ile tamamlanan anlaşmaları, bundan sonraki süreçte diğer müzakeresi süren anlaşmaların izlemesi beklenmektedir.
AB ile ASEAN üyesi devletler arasında imzalanan anlaşmalar, dünyadaki yeni trende uygun olarak derin ve kapsamlıdır. Bugüne kadar ASEAN üzerinden kurulan ilişkilerde, bölge ülkelerini kendi norm ve değerlerine işbirliği yoluyla uyduran AB, artık ticaret anlaşmalarını da bir kanal olarak kullanabilmektedir. Anlaşmalar, ekonomik anlamda çok geniş bir alanı kapsamanın yanında, AB norm ve değerlerinin benimsenmesi taahhüdünü
de içerecek şekilde dizayn edilmiştir. Bu çerçevede demokrasi ve insan haklarına ilişkin temel değerlerin kabulü başta olmak üzere, diğer değer ve standartların da kabul edilmesi anlaşmalar ile taahhüt altına alınmıştır. AB anlaşmalarda, Ticaret ve Sürdürülebilir Kalkınma başlığı ile, sürdürülebilir kalkınma ve ticaretin birbirleri için vazgeçilmez birer unsur olduğunu belirtmektedir. Bu hükümler ile sosyal politikadan çevre politikasına kadar pek çok alana ilişkin uluslararası kuralların kabulü, iç mevzuata aktarılması ve uygulanması taraflarca kabul edilmektedir. Sonuçta küresel norm koyucu bir aktör olan ve bu özelliğini Güneydoğu Asya bölgesinde de uzun dönemdir kullanan AB, ortak ticaret politikası ve bu politikanın en etkili araçlarından olan ticaret anlaşmalarını da bölge ülkelerinin şekillenmesinde etkin bir biçimde kullanmaktadır. ASEAN ile bölgesel düzeyde bir ticaret anlaşması imzalamayı hedefleyen AB'nin, bu süreçte norm koyucu aktör olma ile ticaret gücü olma nitelikleri arasında bir denge gözetmesi gerekecektir.
|
Uluslararası Ticaret
|
Herediter Sferositoz (HS), hemolitik aneminin en sık görülen türüdür. Eritrosit membran proteinlerinde meydana gelen kalıtsal hasar nedeniyle eritrositler, bikonkav ve santral solukluğu olan disk şekilli hücrelerden, santral solukluğu olmayan küre seklindeki (sferosit) hücrelere dönüşürler. Hemolize yatkınlığın artması, anemi, sarılık ve dalağın büyümesiyle seyreden bir hastalıktır. Batı toplumlarındaki prevalansı 1:5000'dir.
Herediter Sferositoz tanısına yönelik birçok test geliştirilmiştir. Ozmotik frajilite (OF) testi, en geleneksel türüdür. Son dönemlerde flow sitometri ile çalışılan eozin-5-Maleimid (EMA) bağlanma testi ve flowsitometrik ozmotik frajilite (FC-OF) testi geliştirilmiştir. Araştırmamızda akan hücre ölçer (FACSCalibur, Becton Dickinson, USA) ile çalıştığımız bu testler, geleneksel olarak çalışılan, Parpart ve arkadaşlarının önerdiği klasik OF testi (K-OF) ile karşılaştırıldı. Testlerin hastalığı ayırt etme gücü ve eşik değerleri (cut-off) değerleri belirlendi.
Araştırmamızda klasik OF testine ait spesifite (80) ve sensitivite (96,7) değerleri literatüre göre biraz daha yüksek bulundu. İnkübasyonlu OF testine ait bulgular ile taze örnekle yapılan OF testine ait bulgular istatistiksel olarak farklı değildi. EMA bağlanma testinin cut-off, spesifite ve sensitivite değerleri sırasıyla >222,64 - % 85 - % 90 olarak bulundu. İnkübasyonlu numune ile yapılan EMA bağlanma testi de taze örneğe göre istatistiksel olarak farklı değildi. FC-OF testine ait cut-off, spesifite ve sensitivite değerleri sırasıyla >67,29 - % 100 - % 100 olarak bulundu. FC-OF testinin inkübasyonlu çalışılması istatistiksel anlamda fark yaratmadı. Flowsitometrik iki yöntemi (EMA / FC-OF) birbirleriyle karşılaştırdığımızda FC-OF testinin EMA bağlanma testine göre daha iyi performans gösterdiği ve bulguların istatistiksel olarak da anlamlı olduğu (p=0,0397) saptandı.
|
Biyokimya
|
Yabancı dil öğrenen bireylerin içsel motivasyonlarını etkileyen faktör olarak masallar; öğrenenlerde duygusal öğrenme bilincine destek olan yapısı sayesinde kültürel ögelere içerisinde yer vererek dil edinimi destekler, bireylere farklılıkları gösterir, empati duygusu, hoşgörülü olmayı farklılıklara saygıyı öğretirler. Farklı kültürlerin düşünce tarzlarının uzak kültürlere aktarılmasında masallar etkili olmaktadır. Evrensel değer yargılarının ilgi çekici şekilde harmanlandığı masallar, kişilerin yabancı dilde öğrendiklerini içselleştirmesinde, yabancı dilde öğrendiklerini kafalarında uygun şemalara koyabilmelerinde ve dilsel zevk almalarında etkili olmaktadır. Öğrenme süreci zorunlu sıkıcı durumdan uzaklaşarak monoton sınıf ve ders ortamından bağımsız hayal gücünü geliştiren, kişilere psikolojik analiz ve tahliller yaptırarak yaşamlarında karşılaşabilecekleri kişileri tanıtarak sorunlar karşısında çözüm önerilerini sunmada masallar son derece önemli bir yere sahiptirler. Masalda yaşanılan olayların verdiği merak duygusu ve motivasyonla bireyler yeni kelimeler atasözleri, kalıplar, tekerlemeler, soru cümleleri öğrenirler. Masal içindeki diyaloglar sayesinde tepki, refleks ve dilin güzellikleri, günlük konuşma dili bireylere kazandırılmış olmaktadır. Anonim türler olması ve geçmişten günümüze kadar aktarılabilme özelliğiyle kültürlerarasılık kapılarını sonuna kadar aralayan masallar kişilerin geleceklerine umutla bakmalarında etkili olmakta ve mutlu son için kişileri sabra ve çalışmaya teşvik etmektedir.
|
Alman Dili ve Edebiyatı
|
Türkiye'de uluslararası hayvan ve sperma hareketleri yoğun olduğu için enfeksiyöz ve kalıtsal hastalıklardan çok etkilenmektedir. TİGEM, damızlık üretimi ve dağıtımı yapan bir İktisadi Devlet Teşekkülüdür. Bu araştırmada TİGEM'de yetiştirilen Holştayn sığırlarda Kolesterol Eksikliği (CD) adı verilen hastalığa neden olan mutant allelin varlığı ve dağılımının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaca yönelik olarak Çukurova, Ceylanpınar, Koçaş, Polatlı, Türkgeldi ve Sultansuyu Tarım İşletmelerinde (TİM) yetiştirilen 466 baş Holştayn ırkı sığırdan kan ve sperma örnekleri toplanmıştır. CD bakımından genotiplendirmede Real-Time PCR yöntemi kullanılmıştır. Çukurova'da 3, Ceylanpınar'da 3 ve Koçaş'ta 1 olmak üzere toplam 7 sığırın heterozigot yani taşıyıcı olduğu tespit edilmiştir. İşletmelere göre mutant allel frekansı %0,00-1,97 arasında değişmektedir. Mutant allelin genel frekansı ise %0,75 olarak hesaplanmıştır. Mutant alleli taşıyan sığırların bu hastalığın ilk belirlendiği boğa olan Mauglin STORM ile akrabalık durumu tespit edilmiştir. Türkiye'de mutant alleli taşıyan sığırların varlığı diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça düşüktür. Türkiye'de taşıyıcı APOB mutant alleli düşük frekansta da olsa Türkiye'de ilk kez bu araştırmayla tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle diğer sürülerde de taramalar yapılarak kontrol programlarının geliştirilmesi gerekli bulunmaktadır.
|
Veteriner Hekimliği
|
Bu çalışmada, Somali'nin sağlık sistemi ve harcamalarını OECD ülkelerinden Türkiye ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmanın materyali, konulara farklı açılardan bakan yoğun bir literatür taramasından oluşturmuştur. Çalışmada Somali Sağlık Sistemleri ve Harcamalarının OECD Ülkelerinden Türkiye ile Karşılaştırılması üzerindeki etkileri ile ilgili kitap, makale, resmî gazete ve yayınlar, ulusal ve uluslararası ilgili kurumların raporları gibi birçok yazılı belge araştırılıp değerlendirilmiştir. Çalışma, her iki ülkenin de kamu ve özel sağlık hizmetlerinin bir birleşiminden oluşan sağlık sistemine sahip olduğunu göstermiştir. Ancak, Somali'deki sağlık sisteminin büyük ölçüde özel sektöre, Türkiye'deki sağlık sisteminin ise ağırlıklı olarak kamu sektörüne bağlı olduğu tespit edilmiştir. 2019 ve 2020'de, Türkiye sağlık harcamalarının sırasıyla 30.927,8 ve 33.324,2 milyon dolar olarak gerçekleştiği, Somali toplam sağlık harcamalarının ise 132,5 ve 125,3 milyon dolar ile Türkiye sağlık harcamalarına kıyasla çok düşük olduğu görülmüştür. Araştırmanın son iki yılına göre Somali'nin mevcut sağlık harcaması 125,8 milyon dolar ve 121,6 milyon dolar olurken, Türkiye'nin mevcut sağlık harcaması 28.959,5 milyon dolar ve 31.074,9 milyon dolar olmuştur. 2019 ve 2020'de sırasıyla, Somali'nin toplam sağlık harcamalarının GSYİH içindeki payı %2,62 ve %2,57 iken, Türkiye'nin ise %4,7 ve %5'tir. Mevcut sağlık harcamalarının GSYİH içindeki payı Somali'de %2,49 ve %2,19 olurken, Türkiye'de bu oran %4,34 ve %4,68 olduğunu açıklanmıştır. Bu çalışma aynı zamanda Somali'nin 2019 ve 2020'de kişi başına yılda sırasıyla 65,9 dolar ve 61,7 dolar harcadığını, Türkiye'nin ise sırasıyla 374,5 dolar ve 399,6 dolar harcadığını göstermiştir. Sonuç olarak, Somali'nin Türkiye'ye göre çok az miktarda sağlık harcaması yaptığı tespit edilmiştir.
|
Sağlık Yönetimi
|
VÖZETJameson flotasyon hücresi, flotasyonu sorunlu ince taneli minerallerin flotasyonverimini arttırmak amacıyla son yıllarda geliştirilmiş yeni bir alettir. Çalışma prensiplerive dizaynı açısından diğer flotasyon aletlerinden farklı olan Jameson hücresi üzerinearaştırmalar halen devam etmektedir. Alet, tane(ler)-kabarcık arasında mikro olayların(karşılaşma, çarpışma ve yapışma) gerçekleştiği bir düşeyboru ve agrega ile gangminerallerinin birbirinden ayrıldığı hücre olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır.Jameson flotasyon hücresinde düşeyboru içindeki hold-up; verimi etkileyen,ölçümü zor olan ve bazı diğer çalışma değişkenlerine bağlı olan önemli bir çalışmaparametresidir. Hücrede, iyi bir çalışma performansı elde edebilmek için budeğişkenlerin ayrıntılı incelenmesi, hold-up ve flotasyon verimi üzerine etkilerininbilinmesi gerekir. Bu amaçla Prof. Dr. G. JAMESON'ın yardımlarıyla laboratuar vepilot ölçekte çalışabilen bir Jameson hücresi dizayn edilmiştir.Bu çalışmanın amacı, Jameson flotasyon hücresinde önemli çalışmaparametrelerinin (Jet uzunluğu, jet hızı, nozul çapı, düşeyboru çapı ve hava/beslemedebisi oranı) uygun köpürtücü dozajında, düşeyboru içindeki hold-up üzerine etkilerinidetaylı araştırmak ve hold-up'ı önceden tahmin edebilecek ampirik bir modelgeliştirmektir. Aynı zamanda bu çalışmalar ışığında tane boyutunun, jet hızının, jetuzunluğunun, hold-up'ın, bias faktörünün ve düşeyboru dalma derinliğinin flotasyonverimine etkisini incelemektir. Bu amaç doğrultusunda Jameson flotasyon hücresindeönemli parametrelerin fonksiyonu olarak hold-up ölçümleri ve kuvars flotasyonudeneyleri yapılmıştır.Hold-up ölçümlerinin yapıldığı deneysel çalışmaların sonuçları; jet uzunluğunun,jet hızının, nozul çapının, düşeyboru çapının ve APR'nin hold-up üzerine etkileriolduğunu göstermiştir. Deneysel veriler, Statistica programında değerlendirilmiştir.Çoklu lineer regresyon (Model I) ve kesme noktalı parçalı lineer regresyon (Model II)tahmin metodları kullanılarak hold-up'ı tahmin edebilecek iki model geliştirilmiştir.Model I:ε=0.2324+0.0781λ-0.01898DN+0.00396DD+0.0068VJ+0.00287LJ (R=0.96)VIModel II:ε1=0.218333+0.008854VJ+0.043962APR-0.019752DN+0.002816DD+0.017959LJ(Kesme noktası: 0.4596'dır ve ε ⤠0.4596 olduğunda geçerlidir)ε2=0.242784+0.003068VJ+0.066409APR-0.002254DN+0.004134DD+0.001836LJ(Kesme noktası: 0.4596'dır ve ε > 0.4596 olduğunda geçerlidir) (R=0.98)Kuvars flotasyonu deneyleri sonucunda ise; jet hızının, jet uzunluğunun, hold-up'ın, bias faktörünün ve düşeyboru dalma derinliğinin flotasyon verimi üzerine önemliderecede etkisi olduğu saptanmıştır. Bu etkilerin tane boyutuna göre de değiştiğigörülmüştür.
|
Maden Mühendisliği ve Madencilik
|
Covid-19 pandemisi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de hayatın birçok
alanını derinden etkilemiştir. Özellikle sağlık sektörü, bu süreçte ciddi zorluklarla
karşı karşıya kalmıştır. Bu zorlukların yanı sıra, pandeminin hastaların tedavi
süreçleri ve psikolojik durumları üzerindeki etkileri de büyük bir endişe kaynağı
olmuştur. Bu bağlamda, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Jinekolojik Onkoloji
Polikliniği tarafından yürütülen bu kesitsel araştırma, pandeminin jinekolojik
onkoloji hastaları üzerindeki spesifik etkilerini derinlemesine analiz etmeyi
amaçlamaktadır.
Araştırma sürecinde, hastaların pandemi sürecinde nasıl bir deneyim
yaşadığı, tedavi süreçlerinde hangi değişikliklerin meydana geldiği ve psikolojik
durumlarının nasıl etkilendiği detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Bu
değerlendirmeleri yapabilmek adına, hastaların deneyimlerini ve duygusal
yanıtlarını ölçmek üzere 23 sorudan oluşan özel bir anket formu hazırlanmıştır.
Ayrıca, hastaların kanser tedavisi sürecinde yaşadıkları fiziksel ve psikolojik
zorlukları daha net bir şekilde belirleyebilmek için Jinekolojik Onkoloji Endeks
Skalası kullanılmıştır. Genel psikolojik durumları ve depresyon seviyelerini ölçmek
amacıyla ise Beck Depresyon Ölçeği'ne başvurulmuştur.
Bu çalışma, Covid-19 pandemisinin jinekolojik onkoloji hastaları üzerindeki
etkilerini kapsamlı bir şekilde ortaya koymayı hedeflemektedir. Elde edilen
bulgular, pandeminin bu hasta grubu üzerindeki olası uzun vadeli etkilerini anlamak
ve tedavi süreçlerini bu doğrultuda optimize etmek için kritik bir öneme sahiptir.
|
Kadın Hastalıkları ve Doğum
|
'Mob' İngilizce kanun dışı şiddet uygulayan çete anlamına gelmekte olup eylem hali "mobbing" ise; psikolojik şiddet, anlamına gelmektedir. Mobbing kavramı çok eski yıllara dayanan bir kavram olmakla birlikte, Mobbing kavramına günümüzde sıkça rastlamaya başladık. Mobbing özellikle iş hayatındaki insanların maruz kaldıkları psikolojik ve fiziksele kadar dayanabilecek bir konu olmakla birlikte en temel özelliği sürekliliğinin olmasıdır. Her çalışan mobbing kavramını duyduğunda kendisine uygulandığını düşünebilir ya da kendisine mobbing uygulanan bir çalışanda çalışma hayatı boyunca bunu fark etmeyebilir. Bu ince çizgiyi ayırabilmek adına bu tezde mobbing kavramının ne olduğu, bir davranışın mobbing olması için olmazsa olmazları ve mobbing algısını hissettiren davranışların nasıl olduğu tartışılmıştır. Özellikle Leymann'ın mobing süreç tanımları, mobbing yapan kişilerin temel özellikleri ve yapmış oldukları mobbing üzerine sınıflandırmalarla Türkiye'deki ve diğer ülkelerdeki istatistiklere yer verilmiştir. Mobbingin hem çalışana hem de sosyal çevresine zarar verdiğinden, engellenebilmesi için çeşitli çalışmaların yapılması gerekmektedir. Araştırmaların yetersiz kalması sebebiyle konuyla ilgili bir çözüm üretmek oldukça zor görünmektedir. Öncelikle, mobbing kavramının sınırlarının belirlenmesi, çeşitli uygulamalı deneyler yapılarak Dünya üzerindeki çeşitliliği belirlenmeli, insanlar üzerindeki etkilerini ve gelişimlerini detaylı bir şekilde incelenmesi ve araştırılması gerekmektedir. Yeterli bilgi birikimi sağlandıktan sonra da konuyla ilgili bilgilendirme, yayın, duyuru gibi çeşitli alanlarda dağıtımı yapılması ve halkın bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
|
Halk Sağlığı
|
Hizmet sektöründe kalite ölçümünün en somut göstergelerinden biri hizmeti alanların hizmetle ilgili algılarıdır. Bu bakımdan hizmetin verilme anı hizmet kalitesi ölçümü açısından temel bir belirleyici olarak ifade edilebilir. Hizmet verilme anının en önemli unsurunun ise hizmeti sunan ile alan arasında gerçekleşen iletişim olduğu söylenebilir. Sağlık hizmetlerinde gerek hizmetin niteliği ve gerekse hizmeti alanın içinde bulunduğu psikolojik ortam nedeniyle iletişim oldukça önemlidir. Sağlık hizmeti kalite algısının belirlenmesinde temel faktörlerden biridir. Literatürde sağlık hizmeti kalitesi ölçümüyle ilgili çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Genel anlamda iletişimin sağlık hizmeti kalitesi algısı açısından ele alındığı çalışmalar söz konusudur. Ancak sağlık kurumlarının diyalogsal iletişim bağlamında kurumsal iletişimleriyle ilişkili bir şekilde sağlık hizmeti kalitesi ölçümünün yapıldığı herhangi bir çalışmaya ulaşılamamıştır. Bu bakımdan bu çalışmada sağlık kurumlarında diyalogsal iletişim uygulamalarının sağlık hizmeti kalite algısına etkisi ele alınmaktadır.
Çalışma Isparta Kamu Sağlık Kurumları Örneğine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan Isparta İli Sağlık Kurumlarının diyalogsal iletişim uygulamalarıyla ilgili bir ölçek oluşturulmuştur. Ayrıca sağlık hizmeti kalitesi ölçümü için SERVQUAL ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçeklere dayalı olarak nicel bir araştırma yöntemi olan anket tekniğiyle veriler toplanmıştır. Araştırmada toplam 536 kişi ile görüşülmüştür. Elde edilen verilerle doğrulayıcı ve keşfedici faktör analizi, ANOVA analizi, t-Testi ve regresyon analiziyle işlenmiştir. Araştırmada sağlık hizmeti alanların Isparta İli Kamu Sağlık Kurumlarının diyaloksal iletişim uygulamalarıyla ilgili algıları sağlık hizmeti kalitesi algıları üzerinde genel olarak etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
|
Halkla İlişkiler
|
Bu çalışma, kadife çiçeği (Tagetes erecta, KÇÖ) özütü, sentetik karotenoid (astaksantin, AST) ve mannan-oligosakkarit (MOS) katkılı yemlerin iki Cichlidae türünün (sarı prenses, Labidochromis caeruleus ve mavi prenses, Pseudotropheus socolofi) yavrularının büyüme, renklenme, karaciğer ve bağırsak histolojisi üzerine etkilerini belirlemek amacıyla tasarlanmıştır. Yem katkı maddelerinin en etkili dozlarını elde etmek için dört farklı yem kullanılmıştır. Deneme I (%0, 2, 4, 6, 8, 10 ve 12 KÇÖ), Deneme II (%0, 2, 4, 8 KÇÖ ve 50, 100, 150 mg AST/kg yem), Deneme III (‰0, 1, 2 MOS, ‰1 MOS+%4 KÇÖ, ‰2 MOS+%4 KÇÖ, ‰1 MOS+50 mg AST/kg yem ve ‰2 MOS + 50 mg AST/kg yem) ve Deneme IV (%0 KÇÖ, %4 KÇÖ, 50 mg AST/kg yem, ‰1 MOS+%4 KÇÖ ve ‰1 MOS+50 mg AST/kg yem) olarak oluşturuldu. Her bir deneme 30 gün sürdü. Denemeler, sürekli havalandırmalı koşullarında 27±1°C su sıcaklığında, 5 sarı prenses+5 mavi prenses/10 L stok oranında (her bir grup üç tekerrürlü) gerçekleştirilmiştir. Her bir denemenin sonucunda elde edilen en etkili dozalar bir sonraki denemede kullanılmıştır. Tüm denemelerin sonucunda her iki Cichlidae türü için de %4 KÇÖ, 50 mg AST/kg yem ve ‰1 MOS katkılı gruplarda en iyi büyüme ve renklenme değerleri (L, a ve b değeri bakımından) kaydedilmiştir. Histolojik analizlerde, kadife çiçeğinin bu çalışmada kullanılan dozlarının patolojik etki göstermediği sonucuna varılmıştır.
|
Balıkçılık Teknolojisi
|
Parkinson hastalarında sebore, seboreik dermatit, malign melanom, flushing ve rozase gibi deri hastalıkları sık görülmektedir. İnsan demodeks akarları, pilosebase ünitelerde yaşayan ve demodikozis olarak adlandırılan hastalığa neden olabilen parazitlerdir. Rozase patogenezindeki rolleri nedeniyle çalışmamızda Parkinson hastalarında demodeks yoğunluğunu araştırmayı amaçladık.
Çalışmaya Haydarpaşa Numune Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Nöroloji Polikliniğinde takip edilen 90 Parkinson hastası vaka gurubu olarak; hastanemiz Deri ve Zührevi Hastalıkları Polikliniğine başvuran 87 hasta, kontrol grubu olarak alındı.
Çalışmada standardize yüzeysel deri biyopsisi tekniği ile malar bölgede aynı alandan iki kez materyal alındı. Birinci uygulamadan elde edilen akar sayıları demodeks yoğunluğu 1 (DY1), ikinci uygulamadan elde edilenler demodeks yoğunluğu 2 (DY2) olarak adlandırıldı.
Hastaların yaş ortalaması 66,55 ± 10,68 (min:36, max:86) idi. Kontrol grubunun yaş ortalaması 65,6±10,86 (min:36, max:86) idi. Parkinson hastalarının 29'u (%33,3) kadın, 58'si (%66,7) erkekti. Kontrol grubunun 31'i (%35,6) kadın, 56'sı (%64,3) erkekti. Parkinsonlu olguların hastalık süresi ortalaması 6,17 ± 5,23 (min:0,33; max:29) yıldı.
Hasta ve kontrol grubunda DY1 ortancaları sırasıyla 4 (IQR:16), 1 (IQR:8) olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P=0,037). Hasta ve kontrol grubunda DY2 ortancaları sırasıyla 17 (IQR:35), 4 (IQR:22) olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P=0,001). Hoehn-Yahr Parkinson evreleme skoruna göre farklı evrelerdeki hastalarda DY1 ve DY2 ortancaları açısından anlamlı bir fark saptanmadı.
Çalışmamızın sonucunda Parkinson hastalarında, benzer yaş ve cinsiyette kontrol grubu hastalarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek oranda demodeks yoğunluğu saptandı. Literatürde Parkinson hastalarında demodeks yoğunluğu araştırılan başka bir çalışmaya rastlanmadı.
Demodeks yoğunluğunda artış, Parkinson hastalarında sık görüldüğü bildirilen rozase, flushing, sebore, seboreik dermatit gibi hastalık ve bulgularla birliktelik gösterebilir. Parkinson hastalarında artmış saptanan demodeks yoğunluğu hastalardaki bradimimi, otonom sinir disfonksiyonu nedeniyle hastalıklarıyla veya kullanılan ilaçlarla ilişkili olabilir. Bu açıdan çalışmamız gelecekte Parkinson ve deri konusunda yapılacak çalışmalara ışık tutabilir.
|
Dermatoloji
|
Köpeklerde art. Genu; diartrodial, kompleks, condyler sinoviyal bir eklemdir. Eklem
yüzeyleri eklem içi fibrokartilaj ve menisküsler tarafından birbirinden ayrılır. Köpeklerde art.
genu'da en sık görülen problemlerin başında ön çapraz bağ kopmaları olduğu gibi menisküs
yaralanmaları gelmektedir. Özellikle ön çapraz bağların kısmi ve tam kopmaları ciddi osteoartritisin
(OA) oluşmasına sebep olur. Bu yüzden ön çapraz bağ kopmalarında erken teşhis önemli
olmaktadır. Köpeklerin ön çapraz bağ kopukları anatomik ve duruş pozisyonlarından dolayı sık
görülür. Tam ve kısmi kopmalar ciddi osteoartritisn (OA) oluşmasına sebep olur. Osteoartritis
(dejeneratif eklem hastalığı, hipertrofik artritis, osteoartrozis) köpeklerde görülen en önemli eklem
hastalıklarındandır. Köpeklerde topallıkların yaklaşık %37'sinin OA'dan ileri geldiği
bildirilmektedir. Sinovial eklemlerin eklem kıkırdağında progresif dejenerasyona ilave olarak, kemik
ve yumuşak dokuda değişikliklerle karakterize, heterojen bir hastalık olarak tanımlanır. Kıkırdak
kaybı ve osteofit üremesiyle karakterizedir. Ön çapraz bağ kopuklarının erken teşhisi hastalığın
prognozu açısından önemlidir.
S.Ü. Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalına getirilen 12 adet değişik ırk, cins, yaş ve
ağırlıkta köpek çalışmanın materyali olarak kullanılacaktır. Sadece sağ A. genu değerlendirilecektir.
Köpeklerde öncelikle rutin sistemik ve klinik muayeneleri yapılacak. Yürüyüş, ağrı ve basış
analizlerinin ölçülmesinden sonra olgulara öncelikle üç yönlü radyografik muayene (Ayakta Craniocaudal
(CrCa), medio-lateral (ML), tibial kompreste mediolateral (ML)) yapılacaktır, ihtiyaca göre
pozisyon sayısı arttırılacaktır. Bu amaçla seyyar röntgen cihazı (Ralco, Italy) ve sabit röntgen cihazı
(Siemens, Germany) kullanılacaktır. Tomografi uygulamasında Bilgisayarlı tomografi (Asteion,
Toshiba Medical Systems Corporation, Japan)'den yararlanılacaktır. Bulgular klinik muayene,
yürüyüş, ağrı ve basış analizleri, radyolojik muayeneler (osteofitik üreme, eklem biyomekaniği
tibianın craniale yer değiştirmesi, ön çapraz bağ kopuğu, eklemin hareket sınırlarında azalma ve
ağrı) ve bilgisayarlı tomografi yönünden değerlendirilecektir.
Sunulan projede Art. Genu lezyonlarının dağılımı klinik, radyolojik ve tomografik
bulguların teşhis açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca ön çapraz bağ kopuklarının erken
teşhisinde BT'nin fonksiyonu değerlendirilmiş olacaktır.
|
Veteriner Hekimliği
|
Genel Bilgiler: Konvansiyonel ve metastatik femur boyun kırıkları (FBK) rutin pratikte farklı hasta gruplarını oluştursalar da tedavi yönetimi iki grup için benzer şekilde ilerler. Günümüzde FBK için oluşturulmuş sistematik yaklaşımlar mevcuttur ve kılavuzlarla desteklenmektedir. Metastatik FBK hastaları kendilerine ancak konvansiyonel FBK için oluşturulmuş tedavi planı içinde yer bulmaktadır. Çalışmamızın amacı konvansiyonel femur boyun kırıkları için uygulanan bu tedavi yönetiminin metastatik FBK için yeterli olup olmadığını belirlemektir.
Materyal ve Metod: Çalışma retrospektif olarak planlandı. 2011-2021 yılları arasında kliniğimizde konvansiyonel ve metastatik femur boyun kırığı tanısıyla endoprostetik rekonstrüksiyon uygulanan hastalar değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilme ve çıkarılma kriterlerine göre 185 konvansiyonel ve 71 metastatik hasta ile çalışmaya devam edilmiştir. Hasta sağkalımına etki edebilecek hasta ve hastane kaynaklı faktörler belirlenerek değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda metastatik hasta grubunda daha düşük sürvi oranları (p<0,01), daha fazla DVT (p<0,05) ve dekübit (p<0,05) gibi komplikasyonlar, daha uzun cerrahi süreleri (p<0,05), daha fazla peroperatif kanama görüldüğü (p<0,05) ve daha fazla eritrosit replasmanı uygulandığı (p<0,05) saptandı. Metastatik gruptaki hastaların daha uzun preoperatif bekleme ve postoperatif yatış süreleri olduğu(p<0,05), ek olarak cerrahiden sonra mobilizasyona kadar geçen sürenin metastatik hasta grubunda daha uzun olduğu saptandı(p<0,05).
Sonuç: Literatürde metastatik femur boyun kırıkları için bizim çalışmamıza benzer oranlarda mortalite ve komplikasyon oranları bildiren ulusal veri merkezi temelli çalışmalar mevcuttur. Ortopedi kliniklerinin genelinde konvansiyonel femur boyun kırıkları için uygulanan tedavi yönetimi belli algoritmalarla standardize edilmiştir. Bu standardize edilmiş tedavi yönetimi; daha yüksek mortalite, morbidite ve komplikasyon oranlarına sahip metastatik femur boyun kırıkları için kapsayıcı değildir.
|
Ortopedi ve Travmatoloji
|
Çalışmada, Van Ovası yüzey ve yeraltısularının hidrojeokimyasal yapısının aydınlatılması ve kullanım açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda inceleme alanında 8 yüzey suyu ve 42 yeraltısuyu olmak üzere toplam 50 noktada yerinde ölçüm ve laboratuvar analizleri (majör iyon, iz element, çevresel izotop) için örnekleme gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 10 noktandan alınan kayaç örneklerinde ise iz element analizleri yapılmıştır. Ca+Mg-HCO3 su türü ile temsil edilen Van Ovası suların sıcaklık, pH ve özgül elektriksel iletkenlik değerleri sırası ile 9.35-27.74 °C, 6.57-8.30 ve 316-2570 µS/cm arasında değişmektedir. Yapılan değerlendirmeler sonucunda Van Ovası yeraltısularının kimyasal yapısı su-kayaç etkileşim süreçleri ile kontrol edilmektedir. Yeraltısularının 18O-D izotop değerleri, Küresel ile Akdeniz meteorik su doğruları arasında yer almakta olup meteorik kökenli sular olduğunu göstermektedir. Yüzey suyu örnekleme noktalarının birkaçında azot bileşikleri açısından sınır değerlerin üzerinde antropojenik kaynaklı kirlilik tespit edilirken yeraltısularında ise önemli bir sorun belirlenmemiştir. Van Ovası yüzey ve yeraltısularının iz element içerikleri, arsenik ve vanadyum dışında analiz yapılan diğer elementlere göre genel olarak standartların öngördüğü limit (sınır) değerlerin altında kalmaktadır. 19 noktadaki arsenik değeri 0.6-9.47 ppb arasında değişirken, 31 noktada (10.29-168.10 ppb) ise standartlarda öngörülen sınır değerinin (10 ppb) üzerinde gözlenmiştir. Sulardaki vanadyum ise 1.82 ppb ile 24.74 ppb arasında değişmekte olup 9 su noktasında 15.0 ppb sınır değerinin üzerinde gözlenmiştir. Jeojenik kökenli ağır metal kirliliği özellikle ovanın orta ve kuzey kesimleri arasında yer alan hem yüzey hem de yeraltısuyu gözlem noktalarında yüksek konsantrasyonlar gözlenmiştir.
|
Jeoloji Mühendisliği
|
Bu araştırmada, ısıl işlem prosesinde meydana gelebilecek tüm işlem hatalarını minimize edecek, verimli ve homojen ısıl dağılımı sağlayabilecek tam otomasyonlu bir atmosferik ısıl işlem fırını tasarımı, ısıl, metalurjik hesaplamaları ve prototip fırın imalatını kapsamaktadır. Prototip fırın, malzemelerin ZSD (zaman-sıcaklık-dönüşüm) diyagramlarına göre yapılacak ısıl işlemler ve metalurjik deneyler (mikroskobik yapı, sertlik deneyi, çekme deneyi, spektrometre analizi vs.) sonucunda elde edilecek verilere göre oluşturulacak kontrol algoritmasına göre çalışacaktır. Projenin diğer ısıl işlem fırınlarından artıları ise şu şekilde planlanmıştır: Isıl homojenizasyon. Prosesin tamamen otomatik olması ve kullanım kolaylığı (ısıl işlem tecrübesi ve bilgisi olmayanlar için bile kolay kullanım imkanı). Isıl verimlilik.
|
Bilim ve Teknoloji
|
Bu çalışmada kliniğimizde 2011-2021 yılları arasında, standart preoperatif uzun süreli 45-50,4 Gy/25-28 fraksiyon kemoradyoterapi alan hastalarımızla (n=106), elektif pelvik lenfatik bölgeye 40 Gy/20 fraksiyon azaltılmış doz sonrası sonrası pimer tümör ve metastatik lenf nodlarına 10 Gy/5 fraksiyon boost ile toplam 50 Gy kemoradyoterapi uyguladığımız hastalarımızın (n=73) sonuçlarını geriye dönük olarak karşılaştırdık.
Azaltılmış doz grubu ile standart doz grubu arasında, patolojik tam yanıt oranları (%21.9'a %15.1), kümülatif lokorejyonel rekürrens (5 yılda %9.6'ya %9.4), kümülatif pelvik rekürrens (5 yılda %2.7'ye %4.7) ve kümülatif uzak metastaz (5 yılda %17.9'a %22.6) oranları açısından ayrıca, tek ve çok değişkenli analizlerde genel sağkalım (5 yılda %79.7'ye %77.4), hastalıksız sağkalım (5 yılda %64.6'ya %68.1), lokorejyonel rekürrenssiz sağkalım (5 yılda %76.6'ya %75.6), pelvik rekürrenssiz sağkalım (5 yılda %76.1'e %75), uzak metastazsız sağkalım (5 yılda %67.4'e %68) ve kansere özgü sağkalım (5 yılda %86.3'e %82.1) açısından istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. Kötü diferansiye tümör histolojisi, abdominoperineal rezeksiyon uygulanması, cerrahi sınır (CS) pozitifliği, perinöral invazyon (PNİ) varlığı, neoadjuvan tedaviye yanıt olmaması, neoadjuvan veya adjuvan ek kemoterapi uygulanmamış olması, lokorejyonel rekürrenssiz sağkalım için bağımsız kötü prognostik/prediktif faktörlerdi. Erkek cinsiyet, ileri yaş, kötü diferansiye tümör histolojisi, pT3-4, pN1-2, CS pozitifliği, lenfovasküler invazyon, PNİ varlığı, neoadjuvan tedaviye yanıt olmaması ve ek kemoterapi uygulanmamış olması gibi kötü prognostik/prediktif faktörler varlığında dahi lokorejyonel rekürrenssiz sağkalım açısından düşük doz ve standart doz radyoterapi grubu arasında istatistiksel anlamlı fark olmadığı görüldü.
Sonuçlar, azaltılmış doz şemasının, tümör yanıtı ve hastalık kontrolü açısından standart doz şeması ile eşdeğer olduğunu öngörmektedir. Bu bulguları doğrulamak amacıyla, prospektif randomize çalışmalara ihtiyaç vardır.
|
Radyasyon Onkolojisi
|
Bir dile ait söz sanatları, bir kültüre ait unsurlar veya her toplumun olayları algılama ve algıladığı olayları anlamlandırarak yansıtma biçimi farklıdır. Mizahi dil, belirli bir kültürün karakteristik özelliklerini taşıdığından, çizgi romanlardaki mizahi üslubun başka bir dile aktarımının nasıl olacağı sorusunun cevaplanması önem kazanmaktadır. Dolayısıyla bu tezde çizgi romanlarda yer alan mizahi unsurların, çeviribilim alanında öne sürülen kuramlar aracılığıyla başka bir dile nasıl aktarılabileceğinin yorumlanması amaçlanmıştır. Türkçeye üç farklı dönemde, üç farklı yayınevi aracılığıyla çevrilen Tenten'in Maceraları isimli çizgi roman serisi, yirmi dört albümden oluşmaktadır. Bu nedenle söz konusu çizgi roman serisi, çizgi romanlarda yer alan mizah unsurlarının çevirisinde çevirmenin karşılaşacağı zorlukların çeviribilim kuram ve yaklaşımlarıyla aşılabileceği varsayımından yola çıkılarak hazırlanan bu tez için geniş kapsamlı bir veri sunmaktadır. Tezde, çizgi romana özgü mizah unsurları tespit edilmiş ve tespit edilen bu unsurlar, benzer bağlamlarda yapılacak çalışmalara katkı sağlaması açısından "çizgi romanda mizah unsurlarının sınıflandırılması" şeklinde öneri olarak sunulmuştur. Bu bağlamda, Belçikalı çizgi roman sanatçısı Hergé'nin kaleme aldığı Tenten'in Maceraları adlı çizgi roman serisinden seçilen mizah unsurlarının Fransızcadan Türkçeye çevirileri, Amparo Hurtado Albir'in anlama sadakat olarak yorumladığı çeviride sadakat yaklaşımı ve Danika Seleskvitch ile Marianne Lederer'in geliştirdiği yorumlayıcı anlam kuramına göre incelenmiştir. İnceleme sonucunda; çizgi roman metinlerinde yer alan mizah unsurlarının çevirisinde, yazarın ifade ettiği anlamın, özgün metnin sözcüklerinden sıyrılarak erek dilin olanaklarıyla, erek metinde yeniden ifade edilmesinin, mizahi etkinin erek dile benzer şekilde aktarılmasına olanak sağladığı tespit edilmiştir.
|
Mütercim-Tercümanlık
|
Tarih öncesi dönemden, günümüze kadar gelen Ana Tanrıça Kybele, Anadolu'nun en önemli ve en eski Tanrıçasıdır. Doğanın doğurganlık ve besleme nitelikleri onunla dile getirilmiş zamanla, bolluk, verimlilik ve ürün kaynağı olma niteliği kazanmıştır. Kökleri Orta Anadolu'ya dayanan ve Kubileya, Matar ya da Meter adı ile bilinen ana tanrıça kültü, ilerleyen zamanlarda Yunan ve Roma medeniyetlerinde yerini Kybele'ye bırakmıştır.
Tez çalışmasının esas konusunun oluşturan Ana Tanrıça Meter ya da Magna Mater kültü, özellikle Phrygler döneminde tüm Anadolu'ya yayılmış ve kendini sanat eserlerinde ya da dönemin darphanelerinde basılan sikkelerde göstermiştir. Çalışmanın ilk bölümünde Neolitik dönemden Roma dönemine kadar olan zaman içerisinde yer alan Ana Tanrıça kültü ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölüm, çalışmanın ana bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde Ana Tanrıça Meter figürü kullanılarak basılmış olan sikkeler bir katalog halinde sunulmuştur. Toplam 59 adet sikkeden oluşan bu katalogda Bithynia, Phrygia, Ionia, Kilikya, Karia, Lydia, Likya, Mysia, Galatia ve Pamphylia bölgelerinde bulunmuş olan Hellenistik Dönem ve Roma Dönemi'ne ait sikkeler yer almaktadır.
|
Arkeoloji
|
Caydırıcılığın ve bağımsızlığın olmazsa olmaz koşulu güçlü savunmasanayiidir. Zaten, ülkeleri savunma tedarikinde ulusal çözümlere iten temeletken, ekonomik nedenlerden önce güvenlik kaygısıdır. Cumhuriyetin ilkyıllarında, sanayileşme bir devlet politikası olarak benimsenmiş ve savunmasanayiinin, topyekün sanayileşmenin ve kalkınmanın bir parçası olduğukabulüyle hareket edilmiştir. Bu dönemde Türk savunma sanayii uçaküretebilecek yetkinliğe ulaşmıştır. Ancak, II. Dünya Savaşı'nın sebep olduğuekonomik sıkıntılar ve Türkiye'nin NATO üyeliğinin de etkisiyle, savunmaihtiyaçlarının temininde sanayiinin geliştirilmesi yerine, ekseriyetle dış yardımve dış alım politikasının uygulandığı bir döneme geçilmiştir. Bu yeni yaklaşımsonucu, büyük fedakarlıklar ile ortaya çıkarılan savunma sanayii, henüzkuruluş aşamasında çöküşü yaşamıştır.Kıbrıs krizi neticesinde Türkiye'nin maruz kaldığı kısıtlar, ulusal birsavunma sanayiinin önemini ve aciliyetini yeniden ortaya koymuştur. Budönem, ulusal savunma sanayiinin yine devlet eliyle oluşturulmasıçabalarının sarf edildiği bir dönem olarak değerlendirilebilir. Savunma SanayiiMüsteşarlığı'nın kurulmasına kadar geçen süreçte, Türkiye'nin savunmasistemleri edinmedeki temel yaklaşımı; kullanılmış ürünlerin hibe ya da satınalınması yöntemidir. Bütçe dışı sürekli bir fonu yöneten SSM'nin kuruluşu ilebirlikte TSK'nın modern savunma ürünlerini envantere alma sürecikolaylaşmıştır. Bu yeni süreç, modern silahlı kuvvetlerin ve savunmasanayiinin oluşmasını tetikleyen unsurlardan biri olmuştur.Çalışmada, dönemsel olarak uygulanan savunma sanayii politikalarıanaliz edilmiş olup, özellikle 1985 sonrası dönemde savunma sanayimizinulaştığı düzey, halen uygulanmakta olan strateji ve politikalar ve tedarikyaklaşımları incelenerek bir durum değerlendirmesi yapılmaktadır. Bukapsamda; savunma sanayimizin güçlü ve zayıf yanları, karşılaşılan sorunlarve çözümleri mevcut fırsatlar ve tehditler ekseninde tartışılmaya çalışılmıştır.Mevcut yapının tüm bileşenleriyle analizi ve tartışılması ile birlikte, sonbölümde sanayileşme modeline ilişkin önermeler getirilmektedir.
|
Savunma ve Savunma Teknolojileri
|
Amaç: Prostat kanserli hastalarda hastalığın ilerleyen dönemlerinde hormonal tedavi altında (HBT) hastalık progresyonu gözlenir ve bu durum metastatik kastrasyon dirençli prostat kanseri (MKDPK) olarak adlandırılır. Sarkopeni kanser hastalarında sık görülen durumlardan biri olup hastalığın prognozunu etkileyebilmektedir. MKDPK hastalarında sarkopeninin sağkalıma etkisi henüz netleşmemiştir ve literatürde prognozu olumsuz etkilediğine dair verilerin yanı sıra hastalığın seyri üzerinde olumlu etkisi olabileceğine dair veriler de mevcuttur. Çalışmamızda yeni nesil hormonal ajan (YNHA) olarak abirateron veya enzalutamid kullanan MKDPK hastalarında tedavi öncesi ve sonrası iskelet kas indeksi (SMI) değerlerinin ölçülerek sarkopeni düzeyinin belirlenmesi ve bu populasyonda sarkopeninin sağkalıma etkisinin incelenmesi amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2010-2023 arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine başvuran MKDPK tanılı hastalar dahil edilmiştir. Abdomen bilgisayarlı tomografi görüntülerinden L3 seviyesinden tek kesitte psoas, rektus abdominus, paraspinal, transversus abdominis, internal ve eksternal oblik kasları içerecek şekilde cm2 cinsinden hacim hesabı VITREA sistemi üzerinden yapılmıştır. Bu ölçümüden elde edilen kas hacmi boyun metrekaresine bölünerek cm2/m2 cinsinden iskelet kası indeksi (SMI) elde edilmiştir.
Bulgular: Araştırmaya alınan hastaların ortanca yaşı 69 yıl (Çeyrekler Arası Aralık (ÇAA) 63-74) olarak saptandı. Hastaların bazal değerlendirmesinde 59 hastada (%45,7) sarkopeni vardı. Bazal değerlendirmeye göre sarkopeni olan hastalarda ortanca genel sağkalım (GSK) süresi 23,5 ay (%95 Güven Aralığı [GA]18,9-28,1) iken sarkopeni olmayanlarda 20,1 ay (%95 Güven Aralığı [GA]15,9-24,2) olarak görüldü. Abirateron veya enzalutamid tedavisi alırken SMI ölçümü yapılan hastaların 13'ünde (%24,8) sarkopeni mevcuttu. Sarkopeni olan hastalarda ortanca GSK süresi 24,8 ay (%95 Güven Aralığı [GA]19,1-30,4) iken sarkopeni olmayanlarda 16,6 ay (%95 Güven Aralığı [GA] 10,6-22,5) olarak görüldü. Çok değişkenli sağkalım analizinde tedavi alırken sarkopeni saptanan grupta ölüm riskinin daha düşük olduğu görüldü (HR= 0,61; %95 GA: 0,380-0,978; p=0,04).
Sonuç: Çalışmamızda tedavi öncesi sarkopeni varlığının sağkalıma etkisi olmadığı görülmüştür. Tedavi alırken sarkopeni olan hastalarda ise genel sağkalım avantajının ortaya çıktığı saptanmıştır. Bu nedenle tedavi sırasında sarkopeni varlığının tedavi etkinliği göstergesi olabileceği ve sağkalım avantajı sağlayabileceği düşünülmüştür.
|
İç Hastalıkları
|
Amaç: Osteoporoz yaşam süresi uzadıkça gitgide artan bir mortalite ve
morbidite nedenidir. Özellikle kadınlarda menopoz sonrası sık görülen bu durum
yaşam kalitesini anlamlı ölçüde bozar. Ortaya çıkan komplikasyonlar ve oluşan ağrı
ile kronik bir sorun haline gelir. Çalışmamızda Haydarpaşa Numune Hastanesi Aile
Hekimliği polikliniklerine başvuran postmenopozal osteoporotik kadınların
hastalıkları hakkındaki bilgi ve ağrı düzeyinin saptanması ve bunların yaşam kalitesi
üzerindeki etkisinin belirlenmesini amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada polikliniğimize başvuran 153 gönüllü postmenopozal
osteoporozlu kadın hastaya; demografik verilerin ve tedavi, yaşam tarzı değişikliği
gibi durumların sorgulandığı anket ile "Osteoporoz Bilgi Testi", "Vizüel Analog
Skala", "Yaşam Kalitesi Formu, SF-36" ölçekleri uygulandı. Verilerin
değerlendirilmesinde; normal dağılıma uymayan verilerin bağımsız iki grup arasında
karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi, ikiden çok grubun karşılaştırılmasında
Kruskal Wallis Testi uygulandı ve p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan 153 postmenopozal kadın hastanın %68,6'sı çalışmaya
katıldıkları sırada evli, %86,3'ü çocuk sahibi, %10,5'i lisans mezunu, %52,9'u
ilkokul mezunu ya da yalnızca okur yazar olduğu, %81'inin ek hastalıklarının
olduğu, %78,4'ünün farmakolojik tedavi, %60,1'inin vitamin ve mineral takviyesi
aldığı, %23,5'inin tanı sonrası yaşam tarzı değişiklikleri yaptığı belirlendi. Medeni
duruma göre yapılan değerlendirmede evli olan hastaların yaşam kalitesinin
değerlendirilmesinde ruhsal sağlık alt boyutunda istatistiksel olarak anlamlı
yükseklik saptandı. Çocuk sahibi olma, diabetes mellitus, hiperlipidemi ve
hipertansiyon gibi ek hastalık durumları ve düzenli farmakolojik tedavi alma gibi
durumlarda yaşam kalitesi yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık izlenmedi.
Eğitim düzeyi ile yaşam kalitesi arasında pozitif korelasyon izlendiği ancak
osteoporoz bilgi düzeyi arasında korelasyon olmadığı görüldü. Ağrı düzeyi arttıkça
yaşam kalitesinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azaldığı saptandı. Hipotiroidi
tanısı da olan osteoporotik hastalarda fiziksel ve emosyonel rol güçlüğü alt boyutları
hariç tüm alt boyutlarda yaşam kalitesinin anlamlı ölçüde azalmış olduğu görüldü.
Kemik yoğunluğu ölçümlerini her yıl tekrarlayan hastaların ağrı düzeyinin daha az
olduğu izlendi. Osteoporoz bilgi düzeyi yüksek olan, çökme kırığı olmayan, vitamin
vii
ve mineral takviyesi alan, yaşam tarzı değişikliklerini benimseyen hastalarda ise
farklı alt boyutlarda yaşam kalitesinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek
olduğu izlendi. VKİ yükseldikçe ise yaşam kalitesinin kötüleştiği görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda hastaların; hastalıkları ile ilgili bilgi düzeyinin, eğitim
düzeylerinin, düzenli klinik takibinin ve destek tedavilerin artmış yaşam kalitesiyle
doğrudan ilişkili olduğu görüldü. Yapılan birçok çalışmanın aksine bizim
çalışmamızda hastalığa dair bilgi düzeyinin eğitim düzeyi ile ilişkili olmadığı izlendi.
Bu her durumda hastalarımıza tanı sonrası hastalık ile ilgili bilgi vermemizin yaşam
kalitesini doğrudan etkileyeceğini düşündürmektedir. Çalışmadan çıkarttığımız en
önemli sonuç ise bizim değiştirebildiğimiz bazı önemli hususların hastaların yaşam
kalitesini olumlu yönde etkileyebildiğidir. Bu nedenle tanı sonrası bilgilendirme,
vitamin ve mineral desteği ve klinik takibe mutlaka önem verilmesi gerektiğini
düşündük.
|
Aile Hekimliği
|
Restoran mutfakları, iş kazalarının yaygın olarak yaşandığı bir alandır. Bu çalışmanın amacı restoran mutfaklarında karşılaşılan riskleri değerlendirmektir. Çalışmada ayrıca mutfaklarda alınması gereken iş güvenliği önlemlerinin açıklanması amaçlanmıştır. Yapılan araştırmada restoran mutfaklarındaki risklere dair örnekler paylaşılmış ve yorumlanmıştır. Ulaşılan sonuçlara göre restoran mutfaklarında fiziksel, ergonomik, biyolojik, kimyasal, psikososyal riskler bulunmaktadır. Eğitim ve bilgi yetersizliği, restoranlarda iş kazalarının yaşanmasına neden olmaktadır. Çalışmanın sonuçları, yöneticiler ile çalışanlarda iş sağlığı ve güvenliği bilincinin düşük olmasının restoran mutfaklarında iş kazalarının yaşanmasını beraberinde getirdiğini göstermektedir. Restoran mutfaklarında risk değerlendirmesine dair paylaşılan örnekler, iş kazalarının önüne geçilmesi için çok sayıda önlem alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Restoran mutfaklarında iş kazalarının önüne geçilmesi için sektörün ve işletmeye özgü koşulların dikkate alınarak risk değerlendirmesi yapılması önerilmektedir
|
Sağlık Eğitimi
|
İletişim teknolojilerinin gelişimiyle ağ toplumuna dönüşen dünyada, çocukların sosyal medya ile olan etkileşiminin daha iyi anlaşılması çok önemli hale gelmektedir. Bu araştırmanın temel amacı video paylaşım platformu YouTube üzerinden sosyal medyanın çocukların değer yönelimlerindeki rolünün ortaya çıkarılmasıdır.
Bu çalışmada yetiştirme kuramı çerçevesinde yer alan yetiştirme analizi yönteminin sosyal medyaya uyarlanması yapılmıştır. Bu yönüyle diğer çalışmalardan ayrışmaktadır. Nicel araştırma sistematiği içerisinde ilişkisel tarama modeli ile, ortaokul 8. sınıfta öğrenim gören çocuklardan oluşan bir çalışma grubunda yer alan katılımcılara Schwartz PVQ-RR değer anketi uygulanmıştır. YouTube'u az izleyenler ile çok izleyenler arasında değer yönelimlerindeki anlamlı farklılıkların yanı sıra izleme süresine göre değişen değer yönelimleri analiz edilmiştir.
Araştırma bulguları YouTube'u çok izleyen çocukların az izleyenlere göre evrensel değer yönelimlerinde anlamlı farklılıklar olduğunu ve değer yönelimlerinin genel olarak olumsuz yönde olduğunu ortaya koymaktadır. En önemli sonuçlardan birisi YouTube izleme süresi arttıkça çocukların Muhafazakârlık üst düzey değerlerine (Güvenlik, Uyum ve Gelenek değerlerine) verdikleri önemin azaldığının bulunmasıdır. Benzer şekilde çok izleyenlerde İyilikseverlik, İtibar ve Alçakgönüllülük değerlerine yönelim azalmaktadır. Bu sonuçlar YouTube'u çok izleyen çocukların ailesi ve yakın arkadaşları için gönüllü ilgisi, yardım etme isteği ve sevgisinin; bağımsız seçim yapma, merak ve kendi fikirlerini geliştirme yöneliminin; sosyal düzen, ulusal güvenlik ve ülke istikrarına bakışlarının; kurallara, yasalara uyma ve toplumda kişilerarası nezaket, kültürel, ailevi ve dini geleneklere uyma ve onaylama düşüncesinin azaldığı anlamına gelmektedir. Öte yandan YouTube izleme süresi arttıkça Evrenselcilik değerine verilen önem artmaktadır. Çocukluktan itibaren sosyal medyaya uzun dönemli ve yoğun maruz kalınmasının evrensel değer yönelimleri ve sosyal gerçeklik algılarında değişimler oluşturabileceği öngörülebilmektedir.
Uygulayıcılara ve araştırmacılara yönelik olarak; çocukluk döneminden başlayarak kritik analitik düşünme yaklaşımının, değer/spor/doğa dostu bir sade yaşam tarzının sevdirilmesi, yaşamın bir parçası haline getirilmesi gibi bazı tematik önerilerde bulunulmuştur. Çocukların korunması ve değerlerin yaşatılması için devlet düzeyinde oluşturulacak kültürel savunma sanayi anlayışıyla; iletişimciler, eğitimciler, medya şirketleri ve "iyi içerik" üreticilerinin (iyilik elçilerinin) çok yönlü desteklenmesi önerilmektedir.
|
İletişim Bilimleri
|
Bu çalısmada; kültür merkezlerinde ?büyük salon? örnegi ele alınarak mekan ölçegindemalzeme analizi yapılması hedeflenmistir. Kültür ve kültürün yansıması olan çesitlikültürel faaliyetlerin topluma daha nitelikli ve yaygın olarak sunulabilmesi ihtiyacı?kültür merkezi? kavramını ortaya çıkarmıstır. Mimaride mekan organizasyonuna etkieden faktörler incelenmis ve bu dogrultuda kültür merkezlerinde bölümler arasıiliskilerin ne sekilde kurulacagı belirlenmistir. Mekan programlama verileri ortayakonularak kültür merkezlerindeki mekan organizasyonu biçimlendirilmis, genelprogramda yer alan mekanlar ve bu mekanlarda kullanılan bitirme malzemeleribelirlenmistir. Bu mekanlardan; fonksiyonu açısından en önemlisi olan büyük salon içinmalzeme degerlendirme ölçütleri belirlenmistir. Çalısmanın son bölümünde büyüksalonun bölümleri ortaya konulmus, bu bölümlerde kullanılan bitirme malzemelerinedeginilmistir. Dünyadan ve Türkiye'den bazı kültür merkezi örnekleri incelenerek,tespit edilen malzeme degerlendirme ölçütleri dogrultusunda büyük salonların analizleriyapılmıstır.
|
Mimarlık
|
Bu çalışmada; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi Patoloji Laboratuvarı'nda, Ocak 2011-Eylül 2020 yılları arasında, meme ince iğne aspirasyonu ve bunlara ait meme biyopsisi bulunan patoloji raporları kullanıldı. Bu dönemdeki raporlar geriye dönük olarak tek tek taranarak tüm sitoloji raporları ayıklandı. Daha sonra biyopsisi olan olgular histopatoloji arşivinden ayıklanarak çalışmaya dâhil edildi. Çalışmamıza 10 yaş ve üstü hastalar dâhil edildi. Olgular yaşları, cinsiyetleri ve hastalık tanıları olarak kategorize edildi. Çalışmada kullandığımız tüm sito-histopatolojik tanılar arşivimizdeki veriler kullanılarak oluşturuldu. Olgular Yokahama sistemine göre yeniden sınıflandırıldı; sitohistopatolojik tanılar karşılaştırıldı; her tanı grubu için malignite oranları hesaplandı. Hastanemizde Ocak 2011-Eylül 2020 yılları arasında Meme İnce İğne Aspirasyon Sitolojisi (İİAS) yapılan 1866 hasta tespit edildi. Memeden İİAS yapılan 1866 hastanın 138 (%7.4) 'ine biyopsi yapıldığı saptandı. İİAS sonucu yeterli hücre içermeyen 653 hastanın 25'ine biyopsi yapılmış ve bu grupta malignite riski %36 olduğu; İİAS sonucu benign olarak belirlenen 872 hastadan 60'ına biyopsi yapılmış ve bu hastalarda malignite riski %6.7 olarak tespit edildi. İİAS'de sitolojik atipi saptanan 154 hastanın 15'ine biyopsi yapılmış ve bu hastalarda malignite riskinin %46.7 olduğu; sitolojik malignite kuşkulu 59 hastanın 8'ine biyopsi yapılmış ve malignite riskinin %87.5 olduğu; sitolojik malignite saptanan 128 hastanın 30'una biyopsi yapılmış ve bu hasta grubunda malignite riskinin %100 olduğu mevcut verilerden saptandı. İİAS sonrası tru-cut biyopsisi veya tanısal cerrahi eksizyonel/insizyonel biyopsi ile verifiye edilen 138 hastanın 81'ine (%58.7) benign meme hastalıkları, 57'sine (%41.3) ise malign meme hastalıkları nihai tanısı konulmuştur. Tüm sitolojik tanı sınıflamaları içinde, malign sitoloji tanısının duyarlılığı %53, özgüllüğü %100, pozitif prediktif value (PPV) %100, negatif prediktif value (NPV) %75 ve doğruluk oranı ise %80 olarak hesaplanmıştır. Yapılan Kappa analiz sonuçlarına göre İİAS ve biyopsi arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede çok yüksek düzeyde bir uyum olduğu saptandı. (κ=0,903; p=<0,001). Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde tanısı konmuş 1800'de fazla hastanın meme sitoloji tanıları üzerinde prevalans çalışması yapıldı. Olgular Yokahama sistemine göre yeniden sınıflandırıldı. Sito/histopatolojik tanılar karşılaştırıldı. Her tanı grubu için malignite oranları hesaplandı. Yokohama sistemi henüz çok yeni olduğundan yaptığımız literatür çalışmasında ülkemizde ve dünyada yapılmış çok az sayıda çalışma olduğunu gördük. Çalışmamız bu alanda yapılmış sınırlı sayıda araştırmadan biri olması sebebiyle yapılacak benzer çalışmalar açısından literatüre değerli katkılar sunacaktır.
|
Patoloji
|
Başağrısı, toplumda en sık görülen, nöroloji ve acil polikliniklerine başvurular değerlendirildiğinde de ilk sıralarda yer alan yakınmalar arasındadır. Başağrısı görülme sıklığının, yaşlılarda da gençlerdekine yakın olmasına karşın, ileri yaşlarda daha tehlikeli durumların da başağrısına neden olabileceği bilindiğinden, değerlendirilmelerin dikkatli yapılması gerekmektedir. Bu çalışma 65 yaş üstü hastalarda, başağrısının epidemiyolojik özelliklerini, etyolojik faktörlerini ve tedaviye yanıtı değerlendirebilmek amacıyla yapılmıştır. Retrospektif olarak yaptığımız bu çalışmada, 2011-2013 yılları arasında, başağrısı (R51 tanı kodlu) yakınması ile başvurmuş olan 65 yaş ve üstü [yaş ortalaması 73,5±6,9 ] 175 hastanın [49 erkek (% 28), 126 kadın (% 72)] verileri incelenmiştir. Baş ağrısı sınıflandırması, öykü ve ileri tetkik sonuçları dikkate alınarak yapılmış; kriter olarak da "Uluslararası Baş ağrısı Sınıflandırma Ölçeği III" kriterleri kullanılmıştır. Sonuçta epidemiyolojik olarak sıklık, kadınlarda erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur. En sık görülen başağrısı türü, primer başağrısı olarak değerlendirilmiştir (% 81.1). Primer baş ağrıları arasında sırasıyla en sık görülenler gerilim tipi baş ağrısı (% 39.4), trigeminal nevralji (% 31), aurasız migren (% 13.4) ve auralı migren (% 7.7) olarak belirlenmiştir. En sık görülen sekonder başağrıları sırasıyla, hipertansiyon ile ilişkili başağrısı (% 24.2), temporal arterite bağlı başağrısı (% 18.2), servikal patolojiye bağlı başağrısı (% 18.2) ve intrakraniyal kitleye bağlı başağrısı (% 12.1) olarak saptanmıştır. Beyin MRI görüntülemeleri baş ağrısı tiplerine göre değerlendirildiğinde, primer başağrısı hastalarında en sık iskemik gliotik değişiklikler izlenmiştir (% 73,9). Primer başağrısı profilaksisinde birinci sırada selektif serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI), ikinci sırada trisiklik antidepresanların (TCA) tercih edildiği gözlenmiştir. Eşlik eden risk faktörleri açısından değerlendirme yapıldığında, primer ve sekonder başağrısı grupları arasında anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Çalışmamızın sonuçları, benzer şekilde düzenlenmiş diğer epidemiyolojik çalışmalarla uyumlu bulunmuştur. Buna göre yaşlı hastalarda en sık görülen baş ağrısı tipi, primer baş ağrısıdır. İleri yaş hastalarda, başağrısı tanı ve tedavi protokollerinin daha etkin bir hale getirilebilmesi için, prospektif, çok merkezli, daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çalışmaların yararlı olacağı öngörülmüştür.
|
Nöroloji
|
ÖZET Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı'nda 1987-1998 yıllan arasında öpere edilen ve histopatolojik olarak küçük hücreli akciğer kanseri saptanan 36 olgu, cerrahinin KHAK'nde sağ kalım ve prognoza etkisinin araştırılması amacıyla değerlendirmeye alındı. Tüm olgularda cinsiyet, yaş, preoperatif yakınma, sigara kullanımı, hastalığın lokalizasyonu, girişim yolu ve uygulanan rezeksiyon, preoperatif ve patolojik T ve N durumu, patolojik evre, hücre tipi, hastanede kalış süresi, komplikasyon, adjuvan tedavi uygulaması ve nüks saptanması ile ilgili oranlar değerlendirildi. Olguların preoperatif evre, hücre tipi, patolojik T ve N durumu, patolojik evre, adjuvan tedavi uygulaması ve nüks oranları belirlenerek sağ kaimi analizleri gerçekleştirildi. Tüm olguların medyan sağ kalım süresi 39 ay ve 5 yıllık sağ kalım oranın %32.28 olarak saptandı. Evrelere göre sağ kalım istatistiklerinin analizinde; Evre IA için 5 yıllık sağ kalım oram % 57.14, Evre IB için % 36.0 olarak hesaplandı. Diğer evrelerde incelenen hastalarda ise 3 yıllık sağ kalım oranlan Evre IIB'de % 37.50, Evre IIIA'da % 50.0 olarak saptandı. Evre IIA ve Evre IIIB gruplarında istatistiksel analiz için yeterli olgu sayısına ulaşılamadığı için değerlendirme yapılamadı. Evreler arasındaki sağ kaimi farklılıkları istatistiksel olarak anlamlı saptandı (/?=0.0394). Postoperatif kemoterapi ve/veya radyoterapi uygulanan olgularda sağ kalım oranlan, uygulamayan olgulara oranla istatistiksel olarak anlamlı ölçüde daha iyi bulundu (p=0.0271). Sonuç olarak erken evre KHAK'nin tedavisinde cerrahinin prognoz ve sağ kalıma katkısının bulunduğu, invaziv yöntemlerle evrelendirilen seçilmiş olgularda adjuvan veya neoadjuvan cerrahi uygulamalarının umut verici olduğu düşünüldü. 50
|
Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi
|
Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de, enerji kooperatiflerinin yatırıma geçebilmelerini sağlayacak mevzuatla ilgili öneriler sunmak ve finansmana erişimlerinin kolaylaştırılması amacı ile uygulanabilecek yeni yöntemleri geliştirmektir. Çalışma kapsamında örnek olay incelemesi Seferihisar Yenilenebilir Enerji Kooperatifi (SEYEKO) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla, Belgesel Tarama, GZFT Analizi ve PEST Analizi yöntemleri kullanılmıştır. Mevcut koşullarda SEYEKO'nun yenilenebilir enerjiye dayalı bir güç santrali kurabilmesi için bir yatırım yol haritası çıkartılmış ve çalışma kapsamında Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı kurulan enerji kooperatiflerinin gelişmesi ve yatırım yapmalarını sağlamak üzere mali kaynaklar ve mevzuat değişikliklerine dayalı bir teşvik modeli önerisi sunulmuştur.
Çalışma sonucunda elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, öncelikli olarak Enerji kooperatiflerinin Türkiye'de gelişebilmesi için ilgili bakanlıklar ve alt kuruluşlarının iş birliği içerisinde çalışmaları gerekmektedir. Ayrıca, Enerji kooperatiflerinin sahip olduğu sosyal sorumluluk ilkeleri göz önüne alınarak, bürokratik süreçlerde kendilerine öncelik tanınmalıdır. Çalışmada gerçekleştirilen analizler sonucunda, başlatılacak kapasite geliştirme programlarının yanı sıra Plan Yapım Yönetmeliklerinde, 1163 Sayılı Kanun'da ve Vergi Kanunlarında yapılacak değişiklikler ve sağlanacak muafiyetler ile Türkiye'de başarılı uygulamaların hayata geçmesinin mümkün olabileceği görülmüştür. Araştırma önerilerinin bir kısmı ya da tamamı ilgili bakanlıklarca onaylandığı takdirde enerji kooperatiflerinin bölgelerine özgü yatırım planlarını geliştirmeleri ve içlerinden en karlı yöntemi seçmeleri mümkün olacaktır.
|
Enerji
|
Mikroalgler, uygun maliyetli ve çevre dostu yöntemlerle biyoyakıt üretiminde en dikkat çekici biyolojik kaynaklardan biri olarak kabul edilmektedirler. Diğer biyokütle kaynaklarına kıyasla alg biyokütlesi daha yönetilebilir ve istikrarlı bir enerji üretim sistemi sağlamaktadır. Ancak, mikroalglerin verimli bir şekilde üretiminin yapılabilmesi için üretim sistemlerinin çalışması, yüksek kurulum maliyetleri ve büyük miktarlarda besin ihtiyacı gibi bazı zorluklar bulunmaktadır. Bu sebeple, HTC'den elde edilen sulu fazın alg büyümesinde kullanılması mükemmel bir fikirdir. Bu sistem, HTC'nin atık sulu fazında bulunan faydalı besinlerin değerlendirilmesi ve bu besinlerin alg büyümesinde kullanılarak geri dönüşümünü içeren uygun maliyetli bir kapalı döngü sistemi sağlar.
Bu çalışma, yüksek verimlilik elde etmek için portakal ve zeytin posasının hidrotermal karbonizasyonundan elde edilen proses suyunun mikroalg büyümesinde etkin bir şekilde kullanılmasını ve ayrıca çevre üzerinde toksik etkisi bulunan HTC proses suyunun çevre dostu ve uygun maliyetli bir yöntemle uzaklaştırılmasını amaçlamıştır.
Bu çalışmada, zeytin ve portakal posalarının hidrotermal karbonizasyonundan elde edilen proses suyu, alg yetiştirilmesinde tek besin kaynağı olarak kullanılmıştır. 30 günlük kültivasyon sırasında alg büyümesinde farklı sulu faz seyreltme oranları kullanılmıştır ve alg büyümesi gözlemlenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, daha yüksek konsantrasyon oranına sahip sulu faz, diğer konsantrasyon oranlarına kıyasla en iyi büyüme değerini vermesi nedeniyle alg büyümesi için en uygun ortam olarak belirlenmiştir. Chlorella minutissima'nın proses suyuna Botryococcus braunii'den daha iyi adapte olduğu gözlemlenmiştir ve Chlorella minutissima karbonhidrat biriktirme eğilimindeyken, Botryococcus braunii diğer besinlere kıyasla bol miktarda lipit birikimini tercih ettiği görülmektedir. Bu sonuçlar, HTC'den elde edilen proses suyunun mikroalg büyümesinde verimli bir şekilde kullanılabileceğini göstermiştir.
|
Biyomühendislik
|
Halobacterium salinarum doğada yüksek tuz yoğunluğunun olduğu ekstrem şartlarda yaşayan halofilik arkelerin bir üyesidir. Normal şartlarda aerobik olan bu canlı oksidatif şartlar bittiğinde, anaerobik olarak yaşam sürer. Bu noktada Bakteriyorodopsin (BR) H. salinarum tarafından gereken enerjiyi sağlamak için sentezlenir. BR yapısında 7 alfa sarmalı içinde düzenlenmiş 248 aminoasiti olan, G sarmalına protonlu Schiff bazıyla bağlı lys216 bulunan bir proton pompasıdır. Işık enerjisini sensör rodopsinler yardımıyla kimyasal enerjiye dönüştürür. Çalışmamızda BR'nin izolasyonu ve karakterizasyonu amacıyla; Konya, Tuz Gölü'nden alınan, N olarak adlandırılan örneklerin katı ve sıvı besiyerlerine ekimleri yapılmış, 37°C, 150 rpm'de, 40 W aydınlatma altında, çalkamalı olarak 9-15 gün inkübasyona bırakılmıştır. Pembe-kırmızı renkte halofilik arke gelişimi gözlemlenen N1 ve N2 sıvı kültürlerinden sulu iki fazlı sistem ve CHAPS kullanılarak BR izolasyonu ve saflaştırılması gerçekleştirilmiştir. BR'nin moleküler ağırlığı SDS-Page analizi ile absorbans spektrumu UV-visible spektrofotometre ile yüzey ve boyut analizi AFM (atomic force microscopy) ile belirlenmiştir.
|
Biyomühendislik
|
Amaç: Diyabetik hastalarda hem bazal platelet reaktivitesi hemde platelet reaktivitesinin egzersiz ile nasil değistiği ile ilgili yeterli kanıt mevcut değildir. Biz bu çalismada impedans agregometre ile değerlendirilen platelet reaktivitesinin diyabetik hastalar ve kontrol grupları arasında farklılık gösterip göstermediğini ve diyabetik hastalardaki platelet reaktivitesinin egzersizle nasıl değistiğini göstermeyi amaçladık.
Yöntemler: Çalışmamıza tanısal amaçlı efor testi yapılan 39 tane bilinen diyabeti olan hasta,
35 tane yaş ve cinsiyetleri diyabetik grup ile eşleştirilmiş diyabeti olmayan kontrol bireyi alınmıştır. Bu populasyonlardan hem bazal hemde pik egzersiz döneminde platelet agregasyonu (ADP ve ASPI, impedans agregometre ile) için kan alınmıştır.
Bulgular: Her iki grup yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiştir. Diyabetik hastalar ve kontrol grubu arasında istirahatte ölçülen ne ADP (642±215`e karsi 666±208, p=0.492) ne de Araşidonik asit aracılı (ASPI) platelet agregasyonları (831±284`e karşı 767±222, p=0.088) arasında fark bulundu. Ancak, Araşidonik asit aracılı platelet agregasyonu, diyabetik hastalarda istatistiksel olarak sınırda istatistiksel anlam taşıyacak şekilde, kontrol grubuna göre daha yüksek ölçüldü. Kontrol grubunda egzersiz ile ne ADP (666±208`e karşı 649±222, p=0.604) ne de Araşidonik asit aracılı (ASPI) platelet agregasyonları (767±222`e karşı
814±290, p=0.696) değişmezken, diyabet grubunda hem ADP (642±215`e karşı 814±243, p<0.001) hemde Araşidonik asit aracılı (ASPI) platelet agregasyonları (831±284`e karşı
950±222, p0.001) belirgin bir şekilde artmış olarak bulundu.
Sonuç: Çalışmamız, diyabet grubunda, kontrollere göre platelet reaktivitesinin hafifçe artmış olduğunu, egzersize yanıt olarak platelet reaktivitesinde belirgin bir artış olduğunu göstermiştir.
|
Kardiyoloji
|
Tez kapsamında yavaş nötronları ölçen sistemin tasarımı ve taşınabilir prototip üretimi gerçekleştirilmiştir. Sistemin tasarımında MCNP kodu kullanılarak dedektör sistemi modellenmiş, simülasyonlar sonucunda kullanılacak malzemeler ve geometrik konfigürasyonlarına karar verilmiştir. Nötron nötral parçacık olduğundan direkt ölçümü mümkün değildir. Bu nedenle, 6Li(n,α) tepkimesinde açığa çıkan trityum(3H+) ve alfa(4He++) ikincil iyonlaştırıcı parçacıkların ZnS(Ag) sintilatöründe ürettiği sintilasyon ışığının uygun bir fotoçoğaltıcı tüp(PMT) ile elektrik sinyaline dönüştürülmesi ve ölçülmesi prensibi uygulanmıştır. Bu amaçla, 241Am-Be izotopik kaynaktan çıkan hızlı nötronların, yüksek hidrojen atom yoğunluğu olan, farklı kalınlıklardaki (3-20cm) polietilen yardımıyla yavaşlatılarak termalize(<0.5eV=ECd-cutoff) olmaları sağlanmıştır. Tezde transmatör olarak EJ-420(50.8mm çapx6.4kalınlık, 6Li+ZnS(Ag)) sintilatör, puls doğma zamanı kısa PMT'yle(Hamamatsu H1949-51) optik olarak bağlantılanarak optik siyah bantla ışık sızdırmazlığı ve contalı Al-kılıfla hava geçirmezliği sağlanmıştır. Termal nötron soğurma tesir kesiti 940b olan 6Li nötron soğurucu transmatör izotopun %95 zenginlikteki formunu içeren EJ-420 sintilatörü, pratikte aynı anda gama ve nötron bulunan karışık radyasyon alanlarında, nötronun dedeksiyonu lehine önemli avantaj sunduğu için tercih edilmiştir. EJ-420 bu yönüyle örneğin BF3 gazlı nötron dedektör tasarımından daha etkin nötron ölçümüne imkan vermektedir. Tezde nötron ve gama sinyallerinin ayırt edilmesi için "puls şekli ayırma" yöntemi uygulanmıştır. Bu amaçla, hızlı dijital osiloskop yardımıyla dedektör çıkışındaki pulslar eş zamanlı olarak tetiklenerek, verilere dijital filtreleme teknikleri uygulanarak nötron-gama kaynaklı pulslar ayırt edilerek, nicel sayım değerleri elde edilmiştir. Prototipi üretilen 6Li transmatör+ZnS(Ag) inorganik sintilatör temelli nötron dedeksiyon sistemi, 241Am-Be nötron kaynağında test edilerek bulgular tartışılmıştır.
Tez, Ankara Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü FDK-2023-2869 kodlu "ZnS(Ag) temelli nötron algılamanın incelenmesi, dedektör benzetimi, tasarımı ve aktif bir nötron dedektör sisteminin geliştirilmesi" doktora tez destek projesinden üretilmiş ve tam olarak desteklenmiştir.
Ağustos 2024, 110 sayfa
|
Nükleer Mühendislik
|
Bu çalışmada çeşitli nörolojik yakınmalar ile kliniğimize başvuran vakalarda beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile konjenital santral sinir sistemi (SSS) malformasyonları araştırıldı. Amacımız, SSS'nin gelişimsel anomalilerinin dağılımını ve bunların klinik bulgularla ilişkisini ortaya koymaktır.Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı'nda Ocak 2007 ile Eylül 2009 tarihleri arasında epilepsi ve mental-motor retardasyon gibi çeşitli nörolojik yakınmalar ile başvuran ve beyin MRG incelemesinde konjenital SSS malformasyonu saptanan 79'u (%69.2) erkek ve 35'i (%30.7) kız olmak üzere toplam 114 vaka alındı. Diffüz serebral atrofi vakaları, prematürite veya perinatal asfiksi öyküsü olup MRG'de periventriküler lökomalazi, korpus kallozum hipoplazisi veya disgenezisi saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. Genellikle fetal veya neonatal dönemde kaybedilen anensefali, aprozensefali ve atelensefali gibi ağır gelişimsel malformasyonlar ile daha çok cerrahi birimler tarafından takip ve tedavi edilen ensefalosel, meningosel ve meningomiyelosel gibi orta hat anomalileri ve ensefalosel ve Chiari malformasyonları gibi anomaliler çalışmamız dışında tutuldu.Vakalar demografik bulgular, başvuru yakınması, perinatal öykü, anne-baba akrabalığı, ailede benzer hastalık öyküsü, konvulsiyon varlığı, mental motor gelişim gibi parametreler açısından sorgulandı. Ayrıntılı nörolojik muayeneleri yapıldı. Tüm vakalarda beyin MRG incelemesi yapıldı.Olgular SSS'nin etkilendiği bölgeler göz önüne alınarak iki gruba ayrıldı. Grup 1'de izole korpus kallozum (KK) anomalisi ve/veya izole kortikal gelişimsel malformasyonu (KGM) olan vakalar; grup 2'de izole veya diğer malformasyonlarla birlikte seyreden posterior fossa anomalisi olan vakalar bulunmaktaydı.Yenidoğan dönemi dışındaki hastaların başvuru yaş ortalamaları grup 1'de 4.46±4.61 yıl ve grup 2'de 5.23±4.19 yıl idi. Grup 1'de dokuz ve grup 2'de sekiz vaka yenidoğan dönemi içinde başvurdu. Grup 1'de beyin MRG incelemesinde 74 vakadan 18'inde (%24.3) izole agiri-pakigiri kompleksi, 11'inde (%14.8) izole korpus kallozum agenezisi (KKA), 11'inde (%14.8) KKA ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, sekizinde (%10.8) korpus kallozum disgenezisi (KKD) ve bir veya daha fazla tipte kortikal anomali, yedisinde (%9.45) izole şizensefali, beşinde (%6.75) KK anomalisi olmadan birden fazla tipte kortikal anomali, beşinde (%6.75) izole heterotopi, dört olguda (%5.4) sınıflandırılamayan veya fokal kortikal anomali, üçünde (%4.05) izole KKD, birinde (%1.35) izole polimikrogiri (PMG) ve birinde (%1.35) izole holoprozensefali saptandı. Grup 2'deki 40 vakanın beyin MRG bulguları değerlendirildiğinde 15 (%37.5) vakada serebellar hemisfer ve vermis atrofisi; yedi (%17.5) vakada Dandy-Walker ve Dandy-Walker varyantı; altı (%15) olguda serebellar hipoplazi; 3 (%7.5) vakada izole molar diş görünümü (MTS); 3 (%7.5) vakada rombensefalosinapsis; iki (%5) vakada izole vermis agenezisi/hipoplazisi; bir vakada (%2.5) total serebellar agenezi; bir (%2.5) vakada subtotal serebellar agenezi; bir (%2.5) olguda serebellar displazi ve bir (%2.5) vakada MTS ve serebellar displazi saptandı. İlaveten sekiz (%20) vakada KKD, altı (%15) vakada agiri-pakigiri kompleksi, iki (%5) vakada KKA, bir (%2.5) olguda heterotopi ve bir (%2.5) vakada holoprozensefali bulunuyorduGrup 1'de izole KK anomalisi, izole agiri-pakigiri kompleksi, izole şizensefali, izole heterotopi ve fokal yada sınıflandırılamayan kortikal anomalisi olan vakalar arasında başvuru yaşı bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KKA veya izole KKD'ne sahip vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Major anomali olarak izole KK anomalisi olan vakalar ile KK anomalisine herhangi bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldı. KKA veya KKD'e eşlik eden bir veya daha fazla KGM'a sahip vakalarda nöromotor geriliğin ve epilepsinin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla görüldüğü saptandı (p<0.05). Major anomali olarak izole posterior fossa anomalisi olan vakalar ile posterior fossa anomalisine KK ve/veya bir veya daha fazla KGM eşlik eden vakalar nöromotor gerilik ve epilepsi açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).
|
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
|
Selçuklu Devleti' nin başkenti olan Konya, devrin sayılı kültür merkezlerinden biri olmuş, bilginleri, sanatçıları ve mutasavvıfları bünyesinde toplamıştır. Medreselerinde devrin bilim adamları ders vermiştir. İnce Minareli Medrese' de bunlardan biri olup, hadis ilimleri okutulmak amacıyla Sahip-Ata Fahreddin Ali tarafından mimar Kelük bin Abdullah' a yaptırılmıştır. Medresenin uzun iki şerefeli zarif minaresi, banisi olan Sahip- Ata Fahreddin Ali' nin önüne geçmiş ve ?İnce Minare? adı ile anılır olmuştur.İnce Minareli Medrese kuruluş, tasarım, düzen ve yüksek kabartmalı taş işçiliği ile Selçuklu Devri' nin nadir eserleri arasında yer almaktadır. Taç kapısı gerek tezyinatı gerekse yazı kuşakları ile birçok araştırmaya konu olmuş ve övgü dolu sözlerle yüceltilmiştir. Özellikle de taş işçiliği ve tekniği açısından bir tekstil görünümü vermesi konunun önemini artırmaktadır. Taç kapının genel kompozisyonu ele alındığında, paftalarda kullanılan sade, ayırma ve sencide rumiler, münhani, tepelik ve ortabağ motifleri ile geniş kaval profillerin içerisinde yer alan motifler, hayat ağacı ve sütunlardaki diğer motifler, dışarıdan içeriye doğru numaralandırılarak tarih seyri içerisinde, tezyinat, teknik ve tahlilleri açısından incelenmeye çalışılmıştır. Desenler fotoğraflardan çizilerek, fırça ile nüansları detaylandırılmıştır. Zeminleri bilgisayar ortamında renklendirilerek, desen ile zemin arasındaki fark ortaya çıkarılmıştır. İncelenen motiflerin Türk Tezyini Sanatları' nın geleneği içerisinde önceki motiflerle olan bağlantısı, benzerlikleri ve gelişmeleri üzerinde durulmuştur. Taç kapıda ileride yapılacak olan restorasyon çalışmalarının, bu tezde yapılan belgelendirmeler sayesinde sağlıklı ve uygun bir şekilde yapılması da mümkün olabilecektir.İnce Minareli Medrese taç kapısının tezyinatı ve taş işçiliği ile bir Selçuklu Rönesansı' nı yansıtması yanında, Türk mimarlık ve tezyinat tarihine de ışık tutmaktadır.
|
El Sanatları
|
Bu araştırma, Türkiye ve Filistin'de araştırmaya katılan bireylerin sağlığını etkileyen inanç ve tutum faktörlerini, sağlığı geliştirmeye yönelik önlemlerini ve vatandaşların sağlık hizmeti alımını etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamında Ankara ve Nablus'ta toplam 4100 adet anket dağıtılmıştır. Her iki şehir popülâsyonunun cinsiyet, yaş, eğitim, sağlık durumu, gelir ve son olarak ikamet yeri açısından oranları tespit edilmiş ve örneklem bu oranlar doğrultusunda tabakalandırılmıştır. Anketler Temmuz 2013 ile Mart 2014 tarihleri arasında dağıtılmıştır. Elde edilen veriler SPSS.18 programına girilerek kaydedilmiştir. Verilerin analizinde frekans dağılımı ve betimleme analizi uygulanmıştır. Gösterilen t-test sonuçlarında, sağlığı etkileyen faktörlere, sağlığı geliştirmeye yönelik önlemlere ve vatandaşların sağlık hizmeti alımını etkileyen faktörlere yönelik inanç ve tutumlar ile katılımcıların Türkiye ya da Filistin'de yaşama durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılığın bulunduğu tespit edilmiştir. (p<0,05). Çalışma sonuçlarına göre, Türk vatandaşların, sigara içmek, stres, sağlık kurumlarına ulaşabilmek sağlığı en çok etkileyen faktörler olduğunu düşünmektedirler. Filistin'de ise gelir, eğitim, sigara içmenin sağlığı en çok etkileyen faktörler olduğu düşünülmektedir. Türk vatandaşlarına göre sigara, hava kirliliği, fakirlik ve işsizlik oranının azaltılması; Filistinlilere göre ise fakirlik, işsizlik, hava kirliliği, sigara tüketimi ve şiddetin azaltılması sağlığın geliştirilmesinde öncelikli rol oynamaktadır. Türkiye'den katılan bireylerin temiz ve pis malzemelerin ayrı yerlerde depolanması, personel tutum ve davranışının iyi olması; Filistin'den katılan bireyler ise ilaç bulunması, teşhis ve tedavi ile ilgili hasta / aile eğitimi konularının vatandaşların sağlık hizmeti alımını çok yüksek derecede etkileyen faktörlerden olduklarını belirtmişlerdir. Çalışmaya katılanların, sağlığı etkileme, sağlığı geliştirme ve sağlık kurumları ile sağlık hizmeti alımını etkileyen faktörlere yönelik verdikleri cevaplar, açık bir şekilde yaşadıkları sosyal ve siyasi gerçeği yansıtmaktadır.
|
Sağlık Kurumları Yönetimi
|
Bu çalışma rutin fizyoterapi ve rehabilitasyon hizmeti alan, okul öncesi dönem Serebral Palsi (SP)'li çocuklarda rutin fizyoterapi ve rehabilitasyon hizmetine ek olarak telerehabilitasyon temelli yapılandırılmış ev programı (TT-YEP) uygulamalarına dahil edilen çocuklar üzerinde gerçekleştirildi. Her iki grupta fonksiyonel durum, aktivite ve katılım oranlarının İşlevsellik, Yeti yitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması (ICF-CY) kapsamında karşılaştırması yapıldı. Kaba Motor Fonksiyon Sınıflandırma Sistemine (KMFSS) göre fonksiyonel seviyeleri I-V arasında değişen okul öncesi yaş grubunda, ortalama yaş 4,66 yıl [SD 1,08 yıl] olan 43 SP'li çalışma ve kontrol gruplarından birine rasgele dağıtıldı. Aktivite seviyeleri (Kaba Motor Fonksiyon Ölçütü, Üst Ekstremite Kalitesi Becerileri Testi, Segmental Assessment of Trunk Control Test, Üst Ekstremite Becerileri Değerlendirme Ölçeği [ABILHAND-KIDS], Yürüme Becerileri Değerlendirme Ölçeği [ABILOCO KIDS], Goal Attainment Scale (GAS]) kullanılarak, katılım durumları ise (Yaşam Alışkanlıklar Anketi [LIFE-H], Kanada Aktivite Performans Ölçümü [KAPÖ], Pediatrik Özürlülük Değerlendirme Envanteri-PEDI) ile ölçüldü. Çevresel ve kişisel faktörler (Avrupa Çocuk Çevre Anketi [AÇCA], Serebral Palsili Çocukların Ebeveynlerinin Ev Programına Uyumlarını Değerlendirme Ölçeği [EPUDO], Depresyon Anksiyete Stres Skalası [DASS-21]) kullanılarak tespit edildi. Değerlendirmeler çalışmadan önce, 12 hafta sonra ve 12 haftalık takip döneminin sonunda yapıldı. Rutin fizyoterapi ve rehabilitasyona ek olarak uygulanan TTYEP hem terapiden hemen sonraki dönemde hem de takip döneminden sonra rutin fizyoterapi ve rehabilitasyona göre, aktivite, katılım, çevresel faktörler bakımından daha etkin bulundu. Sonuç olarak fizyoterapi ve rehabilitasyon uygulamalarına ek olarak uygulanan TT-YEP'in okul öncesi dönem SPli çocuklarda aktivite, katılım, çevresel ve kişisel faktörleri iyileştirmek amacıyla kullanılabileceği düşünülmüştür.
|
Fizyoterapi ve Rehabilitasyon
|
Giriş: Konservatuvarlarda klasik bale derslerinde müzik eşliği için sınırlı sayıda repertuar mevcuttur. Bale derslerinde, klasikleşmiş balelerden uyarlanmış melodilerin çalınması, öğrencilerin bu eserlerin müziklerine aşina olmaları açısından önemlidir. Ancak, belirli bir bale eseri için yazılmış bu partisyonlar bir koreografiye uyacak şeklinde yapılmış olduğu için doğrudan derslerde eğitime eşlik amacı ile kullanılmaları pek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle; bale piyanistlerinin klasikleşmiş eserlerin uyarlamalarını yapmaları, bale müziği literatürüne katkıda bulunarak, uzun vadede bir bilgi birikimi oluşmasını sağlayacaktır. Bu çalışma; bale sanatçısı adayı olan öğrencilerin, klasik bale repertuarında oldukça önemli bir yere sahip eserlerinden biri olan Don Kişot balesinin müziklerini daha iyi tanımalarını sağlamak, bu müzikleri, konservatuvarlardaki klasik bale derslerinde kullanılabilecek hale getirmek amacıyla yapılmıştır.
Metod: Bu tez çalışmasında, Don Kişot balesinin 1940 yılına ait versiyonunun notaları esas alınmıştır. Bu cildin tamamı gözden geçirilmiş, piyanoda çalınarak derslerde kullanılmaya uygun görülen bölümler not edilmiştir. Seçilen bu kısımların, okulda yapılan egzersizlerin karakterlerine uygun, sürelerinin bu hareketler için yeterli uzunlukta olmasına dikkat edilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Bu tezde Don Kişot balesinin uygun bölümleri bale derslerinde kullanıma uygun şekilde uyarlanmıştır. Bale derslerinin işleniş sırasına göre ve çalışılacak harekete göre önerilen uyarlanmış parçalar belirtilmiştir. Böylece klasik bale repertuarında oldukça önemli bir yere sahip eserlerinden biri olan Don Kişot balesinin müzikleri, konservatuvarlardaki klasik bale derslerinde kullanılabilecek hale getirilmiştir. Bale eşlikçisi piyanistler için kaynak olarak kullanılabilecektir.
|
Bale ve Dans
|
Bu araştırma, ailelerin konut satın almaya yönelik tutum ve davranışlarını belirlemek amacı ile planlanmış ve yürütülmüştür.Ankara'da basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile belirlenen 300 aile araştırmaya dahil edilmiştir.Araştırma materyalinin toplanmasında anket tekniği kullanılmıştır. Likert tipi cümlelere verilen yanıtlar puanlanmış, aracınyapı geçerliliğini kontrol etmek için bir faktör analizi tekniği olan ?Döndürülmüş Temel Bileşenler Analizi? uygulanmış,faktör yükü 0.30'dan düşük olan cümleler hesaplamalara dahil edilmemiştir. Anket formunun güvenirliği için iç tutarlılıkkatsayısı olan ?Cronbach Alpha? hesaplanmıştır.Araştırmada, ailenin konut ile ilgili algı ve değerlendirmelerine ilişkin ölçeğinin yer aldığı bölümlerde açıklayıcı değişkenolarak cinsiyet, öğrenim düzeyi, gelir düzeyi ve aile yaşam dönemi kullanılmıştır. Konutun sosyo-kültürel ve fiziksel/yapısalçevresi ile ilgili değerlendirmelerin ve konutun fiziksel koşulları ile ilgili değerlendirmelerin yer aldığı ölçeklerde açıklayıcıdeğişken olarak cinsiyet, gelir düzeyi ve aile yaşam dönemi kullanılmıştır.Cinsiyet değişkeninin kullanıldığı ölçeklerde, cinsiyet değişkenine bağlı farklılığın belirlenebilmesi için t-testi yapılmış,bulgular 0.05 ve 0.01 anlamlılık düzeyinde yorumlanmıştır.Öğrenim düzeyi, gelir düzeyi ve aile yaşam dönemi değişkenlerinin kullanıldığı ölçeklere, ?Tek Yönlü Varyans Analizi -ANOVA? uygulanarak incelenmiştir. Farklılık çıktığında, farklılığı yaratan grupları görmek için ?POST HOC TESTS?içinde Scheffe ve Student-Newman-Keuls çoklu karşılaştırma yöntemi kullanılmıştır.Araştırma kapsamına alınan ailelerin ortalama 36-50 yaşında oldukları, yükseköğrenimli, genişleyen aile yaşam döneminde,orta gelir düzeyinde, kent merkezinde, kendi sahip oldukları konutlarda yaşadıkları bulunmuştur.Araştırmada, konutun anlamına ilişkin olarak bireylerin değerlendirmelerinin cinsiyete, gelir düzeyine ve aile yaşamdönemine göre önemli bir farklılık göstermediği (P>0.05), bireylerin konutun anlamına ilişkin değerlendirmeleri üzerindeöğrenim düzeyinin önemli farklılıklar yarattığı (P<0.01) saptanmıştır.Konutun sosyo-kültürel ve fiziksel/yapısal çevresi ile ilgili değerlendirmeler üzerinde cinsiyet değişkeninin önemli bir etkiyesahip olduğu (P<0.05), kadınların konutun sosyo-kültürel ve fiziksel/yapısal çevre ile ilgili değerlendirmelerinin erkeklerdendaha yüksek bulunduğu, gelir düzeyi değişkenine bağlı farklılık göstermediği (P>0.05), aile yaşam dönemi değişkenininönemli farklılık yarattığı (P<0.05) daralan aile yaşam döneminde bulunan aile bireylerin ortalama puanlarının diğer aileyaşam döneminde bulunan bireylere kıyasla fazla olduğu bulunmuştur.Konutun fiziksel koşulları ölçeğine ilişkin değerlendirmelerin cinsiyete göre önemli düzeyde farklılık gösterdiği (P<0.01),araştırmaya katılan kadınların konutun fiziksel koşulları ile ilgili değerlendirmelerinin erkeklere göre daha fazla olduğu, gelirdüzeyi değişkeninin önemli bir etkiye sahip olmadığı (P>0.05), aile yaşam dönemi değişkeninin ise önemli düzeyde farklılıkgösterdiği (P<0.01) ve araştırmaya katılan daralan aile yaşam dönemindeki bireylerin konutun fiziksel koşulları ile ilgilideğerlendirmelerde değişiklik gösterdiği sonucuna varılmıştır.
|
Ev Ekonomisi
|
Günümüzde güç santrallerinde ve havacılık sektöründe kullanılan en önemli makineler gaz türbinleridir. Gaz türbinlerinden beklenen performans artışının karşılanması, artan türbin sıcaklıkları ile karşımıza çıkmaktadır ancak artan türbin giriş sıcaklıkları gaz türbinlerinin iyi tasarlanmış soğutma sistemlerine ve daha iyi malzemelerin kullanılması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Genel olarak araştırmalara bakıldığında malzeme teknolojilerine bağlı türbin giriş sıcaklıklarındaki artış, soğutma teknolojilerindeki artışın yanında oldukça düşük kalmaktadır. Bu sebeple soğutma sistemlerinin optimal tasarımı ve geliştirilen ileri teknolojik yaklaşımlar gaz türbinlerinin performansı için kritik öneme sahiptir. Ülkemizde devam eden ve gelecekte başlayacak gaz türbini projelerinde belirli bir sıcaklığın üzerinde çalışacak motorlarda bu teknolojilerin kullanılması kritik bir öneme sahiptir. Gaz türbinlerinde yanma odası çıkış gazı sıcaklığı kanatçıkların erime sıcaklığının üzerine çıkabilmektedir. Bu yüzden kanatçıklarda çok iyi soğutulmuş hava kullanılması gerekmektedir. Genel olarak gaz türbinlerinde kanatçıkları soğutmak amacıyla kompresörde sıkıştırılmış havanın bir miktarı kullanılmaktadır. Kullanılan hava miktarı optimum seviyede tutularak parçaların istenilen sıcaklığa kadar soğutulması önemlidir. Ancak bunun yeterli olmadığı durumlar da tespit edilmiştir.
Bu çalışmada, gaz türbinli motorun türbin kanadının soğutulması için içten ve dıştan soğutmalı sistem tasarımı oluşturuldu ve oluşturulan model için hesaplamalı akışkanlar dinamiği kullanılarak optimum tasarımı ve analizi yapıldı ve elde edilen sonuçlar doğrultusunda kanat üretimi yapılarak gerçek zamanlı testler için deney düzeneği kurulmuştur. Deney sonunda deney sonuçları ile sayısal analiz sonuçları karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiş ve çıkartılmıştır.
|
Savunma ve Savunma Teknolojileri
|
Büllöz akciğer hastalığı (BAH) farklı klinik sorunlarla birlikte ortaya
çıkabilir. Büller çoğunlukla altta yatan amfizemli akciğerin bir parçası olarak
karşımıza çıkmasına rağmen kronik bronşit, fibrotik akciğer hastalığı ve akciğer
kanseriyle birliktelik gösterebilir. Ayrıca sağlam akciğer parankim zemininde de
olabilir. Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı (BAH), çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görülmektedir.
Amfizem, neden olduğu solunum yetmezliği sonucu yüksek oranda morbidite ve
mortaliteye yol açan ilerleyici bir hastalıktır. Genellikle üst loblarda görülürler
ve bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza çıkabilirler. Büllöz akciğer
hastalığının (BAH) etyolojisinde amfizem, sigara kullanımı ve fibrozise yol açan
hastalıklar yer alır.
Büllere cerrahi girişim uygulayarak semptomların ortadan kaldırılması
için yapılan işlemin başarısında, bası altında kalmış, göreceli olarak normal
akciğer dokusunun yeniden ekspansiyon kapasitesi en önemli faktördür. Diğer
bir deyişle, cerrahi endikasyonun belirlenmesindeki kilit nokta, fonksiyon
bozukluğunda, bülün ne derece etkili olduğunun saptanmasıdır (1-2).
Hastalığın etiyolojisi ortaya konuldukça, medikal tedaviden göreceği yarar
sınırlı olan ileri evre amfizem hastalarında yaşam kalitesini arttırmak ve
sağkalıma katkı sağlamak amacıyla cerrahi yaklaşım şekli değiştirilmiştir.
Akciğer hacim küçültücü cerrahi (AHKC) ve akciğer nakli amfizemin cerrahi
tedavisinde kullanılan iki yöntemdir. Hava yolu bypassı veya endobronşiyal
valfların kullanıldığı farklı endoskopik prosedürler ümit verici kısa dönem
sonuçları olan yeni yöntemlerdir (3-4). Ancak uzun dönem değerlendirme ve
randomize çalışmalara ihtiyaç vardır.
Yaptığımız çalışmanın amacı; kliniğimizde büllöz akciğer hastalığına sahip hasta
grubuna uygulanan volüm küçültücü cerrahi uygulamalarının sonuçlarının
değerlendirilmesidir.
|
Göğüs Cerrahisi
|
Bu araştırma coğrafya derslerinde etkin bir çevre eğitimi vermesi beklenen coğrafya öğretmenlerinin, çevre bilgi düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma 2016-2017 eğitim öğretim döneminde, Ankara ilinde görev yapan coğrafya öğretmenleri ile tarama modeli kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırma verilerinin toplanmasında Karatekin (2011) tarafından hazırlanan çevre bilgi ölçeği ile araştırmacı tarafından düzenlenen kişisel bilgi formu olmak üzere iki bölümden oluşan anket kullanılmıştır. Çevre bilgi testi; ekoloji bilgisi, genel çevre bilgisi ve sosyo-politik-ekonomik bilgi olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Verilerin istatistiksel analizleri SPSS 22 (Statistical Package for Social Science) yazılımı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin analizinde; betimsel istatistik, ilişkisiz örneklemler için t-Testi; ilişkisiz örneklemler için tek yönlü varyans analizi testi (ANOVA) kullanılmıştır. Araştırmaya, Ankara il merkezinde bulunan ilçelerde görev yapan 163 coğrafya öğretmeni katılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre coğrafya öğretmenlerinin çevre bilgi düzeylerinin orta düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Öğretmenlerin çevre bilgi testinden aldıkları puanlar ile yaş ve cinsiyet değişkenlerinin çevre bilgi düzeylerine etki etmediği; buna karşılık mezun oldukları fakülte ve görev yaptıkları okul türü değişkenlerinin çevre bilgi düzeyleri üzerinde etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu bağlamda coğrafya öğretmenlerine hizmet içi eğitimleri yoluyla çevre eğitimi derslerinin verilmesi ve öğretmenlere teorik uygulamalardan ziyade aktif rol alabilecekleri, uygulamalı çevre eğitimi desteğinin sağlanması önemlidir.
|
Coğrafya
|
Gelişen teknoloji ve artan bilgi birikimi, kullanılan malzemeleri ve üretim tekniklerinin gelişmesini sağlamış ve bunun sonucunda da eskiden insanların yapılmasını ve kullanılmasını hayal ettiği ürünleri elde etme imkanı sunmuştur. Günümüzde eklemeli imalat (3D yazıcılar) sayesinde hayali kurulan veya ihtiyaç duyulan parçaları 3 boyutlu tasarımını yaparak kısa sürede üretebilmek mümkün olmuştur. 3D yazıcıların piyasadan temin edilmesinin yanısıra, ihtiyaca göre modifikasyonlar yapılarak tasarlanması ve imalatının mümkün olması önemli bir avantaj olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu çalışmada FDM (Eriyik Yığma Tekniği-Fused Deposition Modelling) tipi bir 3D yazıcı özel olarak tasarlanıp imal edilmiştir. İmal edilen yazıcının baskı boyutları 500x500x500mm'dir. Eksen hareketlerinin hassasiyetinin önemli olması nedeniyle 3D yazıcı tasarımı yapılırken uygun mekanik elemanlar seçilmiştir. 3D yazıcılarda hareket iletiminde yaygın olarak kullanılan trigger kayışı yerine vidalı mil-bilyalı somun mekanizması kullanılarak konum hassasiyeti geliştirilmiştir. 3D yazıcıya ek olarak iki farklı flament tipi (ABS ve PET-G) kullanılarak, farklı baskı hızı, farklı baskı sıcaklığı ve doluluk oranında üretilen deney örneklerinin eğilme direnci ve yüzey sertlik değerleri belirlenmiştir.
Deney örneklerinin eğilme direnci, yüzey sertlik değerleri, bu değerlere etki eden üretim koşulları ve seviyeleri 2k Faktöriyel Deney Tasarımı yardımı ile incelenmiştir. Deney tasarımı sonucunda elde edilen veriler analiz edildiğinde üretim parametlerinin eğilme direnci ve yüzey sertlik değerleri üzerine önemli bir etkisinin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yine yapılan analizler sonucunda en etkili parametre ise filament türü olarak belirlenmiştir.
|
Mühendislik Bilimleri
|
Metal eklemeli imalat teknolojileri, herhangi bir takıma gerek olmadan 3B CAD modelden direkt olarak hücresel yapılı metal parçalar üretme yeteneğine sahiptirler. Bu yetenek sayesinde medikal implant ve protez, uzay ve hava araçları gibi ulaşım sektöründe kullanılmak üzere hücresel kafes yapılarla hafif parçalar üretilebilmektedir. Açık gözenekli metal köpük yapılara benzeyen hücresel kafes yapılar, düşük yoğunluklara sahip olduklarından hafif yapıların üretimi için kullanılmaktadırlar.
Bu çalışmada eklemeli imalat yöntemiyle üretilebilecek hafif mekanik parçalar tasarlanması hedeflenmiştir. Bunun için CATIA'da yeni birim hücreler geliştirilmiş ve bu birim hücreler bazı girdiler (eksen, düzlem gibi) tanımlanarak CATIA'da katalog dosyası içine şablon olarak yerleştirilmiştir. Tasarlanan hücresel kafes yapıların mekanik karakteristiklerini belirlemek için hazırlanan test parçaları Direkt Metal Lazer Sinterleme (DMLS) teknolojisi ile kobalt krom toz malzemeden üretilmiş ve basma testlerine tabi tutulmuşlardır. Hücresel kafes yapılarla hafif parçaların elde edilebilirliği ve elde edilen yapıların ağırlık ve mukavemet değerleri açısından incelenmesi amacıyla dört adet örnek parça seçilerek ANSYS analiz yazılımı ile statik yük altında eşdeğer gerilme, toplam deformasyon ve elastik birim şekil değiştirme değerleri incelenmiştir. ANSYS' den elde edilen analiz sonuçlarına göre parça üzerindeki gerilmelerin düşük olduğu bölgeler CATIA yazılımı ile boşaltılmış ve özgül mukavemet değeri en yüksek olan birim hücre ile doldurulmuştur. Orijinal parça ile hücresel kafes yapılı parçalar arasında kütle, dayanım ve maliyet yönünden karşılaştırılma yapılmıştır.
Bu çalışmanın sonucunda eklemeli imalat teknolojilerinden yararlanarak yeterli mukavemete sahip hafif parçalar yapılabileceği ve mekanik parçalara uygulanabilirliği sonlu elemanlar analizleri sonucunda tespit edilmiştir.
|
Mühendislik Bilimleri
|
Limanlar kara ve deniz taşımacılığının buluştuğu yerlerdir. Limanların verimli şekilde çalışmalarında en önemli etkenlerden biri ekipmanlar, sistemler ve bu sistemlerin dikkatli biçimde seçimidir.Çalışmada limanlarda uygulanan en son teknoloji sistemler ve kullanılan en son model ekipmanlar incelenmiştir. Bu sistem ve ekipmanların liman verimine etkileri anlatılmıştır. Teknoloji ve ekipmanların açıklanmasından sonra ülkemizdeki konteyner limanlarının ekipman saha ve rıhtım verimlilikleri Veriz Zarflama Analizi ve Malmquist Analizi ile incelenmiştir.Araştırma sonucunda incelenen 13 limandan 7 limanın verimli olduğu, en yüksek işlem hacimli limanımız olan Altaş Ambarlı Liman Tesislerinin kendi içinde incelemesinde ise 4 limanın saha verimliliği açısından göreceli verimli olduğunu sadece Marport Batı Limanının verimli olmadığı bulunmuştur. Rıhtım verimliliği açısından ise Mardaş Limanının göreceli verimsiz olduğu belirlenmiştir.
|
Denizcilik
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.