Dataset Viewer
Auto-converted to Parquet Duplicate
text
stringlengths
21
17k
label
stringclasses
187 values
Kadastro, Dünya'da ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren yaşanılan dönemin ihtiyaçlarına göre amaç ve içeriği değişime uğramıştır. Ekonomik gerekçelerle başlayan süreç, taşınmazların ticari mal olarak ekonomiye katkı verdiği ve hukuki güvence altına alındığı sistemlere dönüşmüştür. Bu tarihlerde Türk Kadastro Sistemi, mülkiyet haklarını öne çıkaran "hukuki kadastro" yapısında tesis edilmiştir. Ancak içerik olarak sadece hukuki kadastro verilerine sahip olan bu sistem, günümüzde, tarım politikalarına yön verilmesi, ekonomik girdi sağlanması, çeşitli mühendislik projelerinin yürütülmesi gibi sürdürülebilir kalkınma için gerekli, taşınmaza dayalı verileri tam olarak sağlayamamış ve sınır kadastrosundan öteye geçememiştir. Bu tez çalışmasında; kadastronun mevcut teknik ve hukuki sorunları, kadastro yenileme çalışmalarının gelecekteki ihtiyaçlara hangi oranda cevap vereceği, çok amaçlı kadastro yapısının ihtiyaçları ve içeriğinin nasıl zenginleştirilebileceği ortaya konmuştur. Bu amaçla bu tez çalışmasında örnek bir köyde taşınmazların alt parsel düzeyinde ölçülmesi ve tarımsal sınıflamaya tabi tutulması çalışmaları yapılarak bulguları sunulmuştur. Sonuç olarak; yürütülen yenileme çalışmalarının gelecekte kadastrodan beklentileri karşılamayacağı, bunun yerine yetkisi, içeriği ve kapsamı genişletilmiş, arazi yönetimine hizmet eden çok amaçlı kadastroya yönelik bir sisteme ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır.
Jeodezi ve Fotogrametri
Petrol sektöründe konvansiyonel rezervlerin azalmasıyla beraber, son yıllarda ankonvansiyonel rezervlere yönelim arttı. Sıkça karşılaşılan tiplerden biri doğal olarak çatlaklar gösterebilen kaya gazı rezervuarlarıdır. Rezervuar simülasyonları geleceğe dair öngörü sahibi olmak için, uzun süredir, çok büyük bir öneme sahiptir. Çatlaklı olmayan rezervuarlarla göre, doğal çatlaklı rezervuarlarda taşınım proseslerini anlamak daha zordur. Matrisin çok düşük bir geçirgenliği varken, çatlakların geçirgenliği çok yüksektir. Bu tarz çatlaklı rezervuarları modellemek için Birleşik Çatlaklı Model (BÇM) ve Ayrık Çatlaklı Model (AÇM) olmak üzere iki ana kavramsal modelleme yöntemi kullanılabilir. BÇM, matris ve çatlaklar arasındaki taşınım prosesini anlamak için, dolaylı olarak hesaplanıp elde edilen bazı temel parametreler (şekil faktörü, hacim fraksiyonu vb.) gerektirir. AÇM ise çatlakları doğrudan analiz etmek için devasa hesaplama gücü ve maliyete ihtiyaç duyar. Bu tez, BÇM modellerinden biri olan çoklu etkileşimli süreklilik (ÇES) modeli için gerekli olan parametreleri AÇM modeli referans çözüm alarak hesaplamaktadır. Parametre tahmini için, kütle birikim hızının, Birleşik Krallık'ta Bristol Kanalı sahilinde bulunan Bristol geometrinin AÇM modelinden sapması objektif fonksiyondur. ÇES modelinin hesaplama maliyeti AÇM ile karşılaştırıldığı zaman daha avantajlıdır ve geometri detaylarının işlenmesi için gerekli çaba daha azdır. Hacim fraksiyonları belirli bir alanın temsili bir parçası üzerinde hesaplanabilir. Tüm saha, temsili alanla aynı çatlak dağılımına sahipse, bulunan parametreler belirli bir alanın temsili bir parçası üzerinde hesaplanıp tüm saha için kullanılabilir.
Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği
Bu tez İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yüksek lisans tezi olarakhazırlanmıştır. Tez çalışmasında öncelikle, ?mal rejimi? kavramı açıklanmış; malrejimi hükümleri hakkında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile getirilen yeniliklerve düzenlemelere değinilmiş; Türk Medeni Kanunu ile yürürlüğe giren mal rejimlerive eşlerin bu mal rejimlerinden birini seçerken akdedecekleri mal rejimi sözleşmeleriincelenmiş; ardından Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen yasal mal rejiminin?edinilmiş mallara katılma rejimi? olduğu ve bu yasal mal rejiminde eşlerinmalvarlığı türlerinde yer alan malvarlığı değerleri sırasıyla açıklanmıştır.Çalışmamızda eşlerin malvarlığı türleri ?edinilmiş mallar? ve ?kişisel mallar?başlıkları altında iki grup halinde incelenmiştir. Bu malvarlığı türlerinde yer alanmalvarlığı değerleri, Yargıtay kararları ve doktrindeki tartışmalar doğrultusundaçeşitli görüşlere yer verilerek açıklanmıştır. Edinilmiş mallara katılma rejiminde yeralan malvarlığı türleri incelendikten sonra, son olarak bu malvarlığı türlerinin aktifrol oynadığı yasal mal rejiminin sona ermesine, tasfiye aşamasına ve tasfiyedeözellik arz eden hükümlere kısaca değinilmiştir.
Hukuk
Dünyada, özellikle de ulaşım sektöründe ''akıllı'', ''sürdürülebilir'' ve ''yeşil'' ifadelerini son yıllarda sıklıkla duymaktayız. Bunlar dünya genelindeki insanların ulaşım sektöründe oluşan yüksek trafik kazaları ve çevre kirlenmesi sorunlarına daha hızlı, daha emniyetli ve daha ekolojik çözümlerin talep edilmesinin getirdiği ifadeler olmuştur. Burada da Akıllı Ulaşım Sistemleri (AUS) geliştirilmiştir. Bu tezde trafik kazaları ve çevre kirlenmesi gibi trafik sorunlarının oluşturduğu problemleri belirlenmesiyle AUS ihtiyacının görülmesi, Türkiye'de ve dünyadaki AUS uygulamalarının değerlendirilmesi, AIMSUN programı aracılığıyla AUS'un faydalarını bir uygulamayla gösterilmesi ve ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda gerekli koşulların sağlanmasına yardımcı olunması amaçlanmıştır. Uygulamada Eskişehir Tepebaşı kavşağında ve Hava Müzesi kavşağında AUS uygulaması olan akıllı kavşağın bulunması sonucu oluşturduğu faydaların çeşitli senaryolar tasarlanarak analiz edilmiştir. Tepebaşı kavşağının akıllı kavşağa dönüştürülmesiyle dört kollu Tepebaşı kavşağında zirve saatte toplam seyahat süresinde %32,5'lik, ortalama hızda %38,5'lik, yakıt tüketiminde %20,5'lik bir iyileştirme ile yıllık toplam zaman, yakıt ve emisyon maliyetlerinden 420777 dolar tasarruf edilebileceği tespit edilmiştir. Akıllı kavşağın, şimdi ile 5 yıl sonraki senaryolarda; seyahat süresi, gecikme, yakıt, çevre, hız ve konfor gibi birçok trafik problemlerinin iyileştirilmesindeki önemi gösterilmiştir.
Trafik
Diz osteoartriti (OA) ağrı ve disabiliteye neden olan ve yaşam kalitesini etkileyen kronik, sık görülen bir kas-iskelet sistemi hastalığıdır. Hasta eğitimi diz OA'da tedavinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Hasta eğitim programları, bireyleri, hastalıkları ile daha iyi başedebilmeleri için bilgilendirmeyi amaçlar. Bu açık, randomize, kontrollü çalışmanın amacı, diz OA'lı hastalarda hastalığa özel eğitim programının etkinliğini değerlendirmekti. Bu amaçla, konvansiyonel FTR programı ile birlikte verilen hasta eğitim programının, tek başına konvansiyonel FTR programına üstün olup olmadığı araştırıldı.Çalışmaya Amerikan Romatizma Derneği tanı kriterlerine göre diz osteoartriti olan toplam 79 hasta alınarak iki gruba ayrıldı. Eğitim grubunda 40 hasta (ortalama yaş 55±10, %73'ü bayan), kontrol grubunda ise 39 hasta (ortalama yaş 57±9, %74'ü bayan) bulunmaktaydı. Eğitim grubuna 2 hafta boyunca haftada 3 seans, 1,5 saat/seans süren diz OA'ya özel eğitim programı verildi. Program, bir Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon doktoru tarafından yürütüldü. Programda dizin anatomisi, diz OA'nın patofizyolojisi, risk faktörleri ve kliniği, tedavi yaklaşımı (yaşam biçiminin ve fiziksel aktivitenin düzenlenmesi, ağrıyla başetme, kilo verme ve diyetin önemi, ergonomik ve çevresel düzenleme, uygun ayakkabı ve ortez kullanımı, medikal tedavi) ve mobilizasyonu ve güçlenmeyi sağlayan egzersiz programı anlatıldı. Kontrol grubuna sadece egzersiz formu verildi. Hastalar, programa devamlılıklarını sağlamak için 2 haftalık, haftada 5 seans fizik tedavi programına da (dizlere hotpack, kısa dalga diatermi, interferans) alındılar. Sonuç değerlendiriminde ağrı şiddeti için görsel analog skala (VAS), fonksiyonel durum için WOMAC Osteoartrit İndeksi (WOMAC LK 3.1 versiyonu) ve Lequesne indeksi ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi için Nottingham Sağlık Profili kullanıldı. NHP altı alanda (enerji düzeyi, ağrı, emosyonel reaksiyonlar, uyku, sosyal izolasyon ve fiziksel mobilite) değerlendirme yapan bir ölçektir. Değerlendirmeler başlangıçta, 1., 3. ve 6. aylarda yapıldı.Eğitim ve kontrol grupları yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi, başlangıçtaki ağrı şiddeti, fonksiyonel durum ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi açısından benzerdi (p>0.05). Tedavi ile gerek eğitim gerekse kontrol grubunda, ağrı ve fonksiyonel duruma ait değerlendirme parametrelerinde olumlu yönde iyileşme olduğu gözlendi. VAS ve Lequesne indeksindeki başlangıca göre olan iyileşme, her iki grupta da 1., 3. ve 6. aylarda istatistiksel yönden anlamlıydı. WOMAC'taki iyileşme ise, her iki grupta da 3. ve 6. aylarda anlamlıydı. Eğitim grubunda, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesini gösteren tüm NHP bölüm skorlarında tedavi ile zaman içinde azalma görüldü ve bu iyileşme uyku bölümü dışındaki tüm parametrelerde başlangıca göre anlamlı bulundu. Kontrol grubunda ise, NHP'nin sadece ağrı, fiziksel mobilite ve distres bölümlerinde başlangıca göre anlamlı düzelme saptandı. İki grup değerlendirme parametrelerindeki başlangıca göre iyileşme yönünden karşılaştırıldığında, iki grup arasında hiçbir değerlendirme parametresinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.0167).Sonuç olarak, diz OA'ya özel eğitim programının uzun dönem izlemde (6 ay), ağrı, fonksiyon ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi üzerine pozitif etkilerinin olduğu saptanmasına rağmen, bu parametrelerdeki düzelme kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine erişmemiştir.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
Son yıllarda özellikle bilgisayar teknolojileri ve buna bağlı olarak gelişen otomasyon sistemleri bağlamında güverte ve makina vardiya zabitleri eğitimleri konusunda IMO tarafından öngörülen düzenlemeler kapsamında önemli yenilikler gerekmektedir.Denizcilik Eğitim ve Öğretimini düzenleyen STCW konvansiyonuna 1995 yılında getirilen değişme ve düzenlemeler denizcilik yönetimleri, gemi sahipleri ve denizcilik eğitim kurumlarında yeni standartların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu dönem içerisinde denizcilik eğitiminde meydana gelen gelişmeler kapsamında bilgiye dayalı eğitimden yeterliliğe dayanan eğitim sistemine geçilmiştir. Bunun yanısıra, mesleki bilginin sürekli olarak idamesi ve sertifikasyonların periyodik olarak yenilenmesi gerekliliği, denizcilik eğitimi veren kuruluşların denizcilik idareleri ve sanayi kuruluşlarının gölgesinden çıkmasına, onların isteklerini karşılayan kurum olma özelliğinin değişerek karar alma sürecinde aktif olarak yer almalarına yol açmıştır. Günümüzde eğitim kurumları IMO tarafından öngörülen kursları uygulamak, kadro, tesis ve eğitim destek yardımcılarını buna uygun olarak geliştirmek yükümlülüğü altında bulunmaktadırlar.STCW Konvansiyonuna 1995 yılında yapılan değişmelerin ancak 2002 yılında uygulamaya girmesi söz konusu olabilmiş, yönetimlerin kendi ulusal sistemlerine ilişkin kalite standartlarını bildirme gerekliliği ise 2004 yılına uzanmıştır. Ancak buna rağmen, STCW'de yapılan değişimlerin asıl hedefi olan gemi adamları yeterliliğinin ülke kaynağına bakılmaksızın uluslararası anlamda tanınmasına ilişkin hedeflerin ne derecede gerçekleştirilebildiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan 1995 yılından bu yana gemi dizaynı ve gemilerde kullanılan seyir ve tahrik sistemlerinde meydana gelen devrimsel değişimlere rağmen STCW ve/veya IMO Model Kurslarının yeniden düzenlenmesine ilişkin ciddi bir çalışma gündeme gelmemiştir.Yukarıda belirtilen hususlar bağlamında; denizcilik sektöründe artmakta olan talebin karşılanması maksadıyla denizcilik eğitimi ile ilgili konuların yeniden değerlendirilerek tüm sektörün gelişen ve değişen ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir denizcilik eğitimi modelinin belirlenmesinin faydalı ve gerekli olduğu değerlendirilmektedir.
Denizcilik
VÖZETBu çalışmada , postpartum HELLP Sendromlu hastalarda deksametazon, betametazon vestandart tedavinin klinik ve laboratuar olarak etkilerini araştırmayı ve karşılaştırmayıamaçladık.Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine Aralık 2005-Mart 2007 tarihleri arasında postpartum HELLP Sendromu tanısıyla yatırılarak tetkik vetedavi edilen 60 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar randomize olarak yirmişer kişiliküç grup halinde prospektif olarak değerlendirildi.Birinci gruba 10 mg dexametazon intravenöz olarak 12 saatte bir, üç kez, toplam 30 mgdozunda, ikinci gruba 12 mg betametazon asetat ve betametazon sodyum fosfatkombinasyonu (celestone chronodose amp) intramusküler olarak 24 saatte bir toplam 24 mgdozunda tatbik edilmiştir. lk iki gruba aynı zamanda eklamptik konvülzyon proflaksisi içinstandart tedavi olan 4.5 gr yükleme dozunu takiben 2 gr/saat dozunda postpartum 48 saatboyunca MgSO4 infüzyonu verilmiştir. Üçüncü gruba ise sadece standart tedavi olan MgSO4infüzyonu verilmiştir. Hastaların hematokrit ve platelet sayıları 6 saatte bir, LDH, AST, ALTseviyeleri 12 saatte bir, ilk 48 saat boyunca ölçüldü. Hastaların ortalama arteryel kanbasınçları (MAP) monitörize edildi ve idrar çıkış miktarları takip edildi. MAP: Diastolik kanbasıncı + (1/3) Nabız basıncı formülüyle hesaplandı.Her üç grup arasında AST, ALT, LDH düşüş hızlarında istatistiksel olarak anlamlı birfark yoktu. Platelet yükselme hızında 42. saate kadar üç grup arasında istatistiksel açıdananlamlı bir fark saptanmadı. 42. saatten itibaren deksametazon grubundaki platelet yükselmehızında diğer gruplara oranla istatistiksel açıdan anlamlı artış saptandı (p<0.005). MAPdeğerleri açısında üç grup karşılaştırıldığında, üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı birfark tespit edilemedi. drar atımında da 44. saate kadar üç grup arasında anlamlı bir fark tespitedilmemiş olup, 44. saatten sonra betametazon grubunda diğer iki gruba oranla idrar atımındaartış saptanmıştır. Postpartum kanama, eklampsi, akut böbrek yetmezliği ve enfeksiyongelişimi gibi maternal majör komplikasyonlar açısından üç grup arasında istatistiksel açıdananlamlı bir fark saptanmadı. Hastanede kalış süresi açısından da üç grup arasında anlamlı birfark tespit edilemedi. Çalışmamızda MAP değerlerindeki değişimde de anlamlı bir farkarastlanmadı.VIBu bulgulara dayanarak HELLP sendromlu hastalara deksametazon verilmesi laboratuarparametrelerden platelet sayısı üzerine betametazon verilmesi ise klinik parametrelerden idraratımı üzerine olumlu etkilere sahiptir. Ancak HELLP sendromlu hastalarda deksametazon muverilmeli yoksa betametazon mu verilmeli sorusunun cevabı mevcut çalışmada net olarakbelirlenememiş olup, daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kronik Yaralar , bütün toplumlarda, bütün yaş gruplarında görülen , uzun sürenhastalık hali ve komplikasyonlarla seyreden, iyi tedavi edilmediğinde yaşamkalitesini büyük ölçüde azaltabilen , işgücü kayıplarına neden olan , maliyetinyüksek olduğu bir hastalıktır. Hastalık boyunca görülen işgücü kayıplarınınsaptanması, hastada meydana gelen maddi ve manevi açıdan yıpranmalara nedenolmasının tespiti açısından önemlidir. Kronik yaraların maliyetlerinin ve bunuoluşturan faktörlerin belirlenmesi toplum sağlığı yönünden önemlidir. Bunlarıbilmek , maliyeti azaltmaya yönelik gayretlerin başlatılması için ilk unsurdur.Böylece hastalığın düşük maliyette ve etkili tedavisi ile toplum sağlığına ve ülkeekonomisine olumlu katkılarda bulunmak mümkün olacaktır.Bu doğrultuda Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve AraştırmaHastanesinde tedavi gören kronik yaralı hastalarda işgücü kayıplarını ve hastanemaliyetini değerlendirmek amacıyla çalışma planlanmıştır. Araştırma , ZonguldakKaraelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde tedavisi yapılmışveya yapılmakta olan, araştırmaya katılmayı kabul eden 116 hastanın katılımı ilegerçekleştirildi. Hastaların % 31'inin 58-49 yaşları arasında olduğu, % 84'ününiiiÖZET (devam ediyor)erkek olduğu , % 41'inin lise mezunu olduğu, % 34'ünün serbest mesleğe sahipolduğu , % 60'ının aylık gelirinin 500 YTL - 700 YTL arası olduğu, % 57'sininsosyal güvencesinin Emekli Sandığı olduğu tespit edilmiştir. Kronik yaralıhastalarda günlük faaliyetlerini fazla ve çok fazla derecede aksatmalarına(p1=0.064), mesleklerini hiç yapamamaları ve aksatmalarına (p1=0.008,p2=0.090 ) göre Ortalama Yatış Süreleri ( O.Y.S. ) ve Ortalama Maliyet ( O.M. )ortalamaları yönünden gruplar arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Hastalardahastanedeki tedavi sürecinde başkasına bağımlı olmalarına (p1=0.011) , kronikyara ortaya çıktıktan sonra mesleklerini eski güçle yapamamalarına (p1=0.039) ,şuan kronik yaraları olmalarına (p1=0.025) , çok kötü ve kötü derecede hayatkonforuna sahip olmalarına göre (p2=0.018) göre O.Y.S. ortalamaları yönündenanlamlı doğru orantılı bir ilişki bulunmuştur.Hastalarda yeşil karta sahip olmalarına (p2=0.021) göre O.M. yönünden anlamlıdoğru orantılı bir ilişki bulunmuştur.Sonuç olarak kronik yaralar, hastalarda gerek günlük faaliyetlerin düzenli vesağlıklı bir biçimde yerine getirilmemesine gerekse meslek hayatlarındaverimliliğin düşmesine sebep olur. Aynı zamanda tedavi ve bakım süresinin uzunolması ve yaraların tekrarlayıcı olması nedeniyle tedavi maliyetinin de çok yüksekolduğu bir hastalıktır.Anahtar Sözcükler: Kronik Yaralar, İşgücü Kaybı, Tedavi MaliyetiBilim Kodu : 101.23.01iv
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi
Tanzimat'la baslayan Batılılasma süreci, her alanda oldugu gibi çocuk edebiyatının gelismesinde de önemli bir etken olmustur. Batı'da çocuklar tarafından begeniyle takip edilen eserlerin çeviri yoluyla çocuklarımızın yararına sunuldugu görülmektedir. Batılılasmanın artarak devam ettigi 1897?1910 yılları arasında çıkan çocuk dergileri, batı dillerinden yapmıs oldukları çevirilerle, Mesrutiyet'le birlikte iyice sekillenecek ve zemin bulacak çocuk edebiyatının olusumuna katkı saglamıslardır. Bu çalısma, 1897?1910 yılları arasında yayınlanan çocuk dergilerindeki çeviri metinlerin çocuk edebiyatına yaptıkları katkıları belirlemeyi amaçlamaktadır. Çalısmamız sırasında hepsi eski harfli yayınlanan dergiler farklı kütüphanelerden temin edilmistir. Dergilerin yapmıs oldukları çeviri metinler tespit edilerek, bu metinlerin günümüz alfabesine aktarılması saglanmıstır. Metinler türlere ve kaynak edebiyatlara göre tasnif edilerek, tasıdıkları egitici unsurlar degerlendirilmistir. Bu çerçevede yapılan çalısma sonunda dönemin çocuk dergilerinin belirli bir çeviri politikasına sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Çeviri metinlerin büyük kısmı çocukların bireysel ve sosyal gelisimlerine katkı saglamayı, ahlakî yönlerini gelistirmeyi amaçlamakla beraber; çocukların ilgi, yetenek ve seviyelerini de göz önünde bulunduracak eglendirici nitelikler tasımaktadır. Çeviri metinlerin büyük bir kısmının Fransız edebiyatından yapılmıs olması, dönemin çocuk dergilerinin o zamanın sartlarından ve egilimlerinden etkilendiginin göstergesidir. Vatan sevgisi, özgürlügün degeri gibi çagrısımları uyandıran çeviri metinlerin, 1910 yılında çıkan Mekteblilere Arkadas'ta yogunlasması dönemin sartları da düsünüldügünde çocuk dergilerinin sosyal sorunlara duyarsız kalmadıgının göstergesi olarak kabul edilebilir. Çalısmalarımız sonucunda elde edilen bulguların egitimciler ve özellikle de çocuk edebiyatı arastırmacıları için önemli yararlar saglayacagı ifade edilebilir.
Eğitim ve Öğretim
AMAÇ: Ülkemizde COVİD-19 Pandemisinden bir yıl öncesinde ve pandeminin ilk bir yılında hastanemiz erişkin acil servisine başvuran travma hastalarının incelenmesi, pandemideki yasakların ve kısıtlamaların travma hastalarının başvurularına, tiplerine, mekanizmalarına etkisinin araştırılması ve bununla birlikte sağlık planlamalarına ve literatüre katkıda bulunmak amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: COVİD-19 Pandemisinden bir yıl öncesinde ve pandeminin ilk bir yılında Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi erişkin acil servisine başvuran travma hastalarının görüntülemeleri, epikriz notları, adli vaka raporları retrospektif incelenmiştir. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan, covid öncesi bir yıllık dönemde 4146, covid sonrası bir yıllık dönemde 2360 travma hastası dahil edilmiştir. Pandemi döneminde travma hastalarının sayılarında belirgin azalma görülmüştür. Travmalar erkeklerde covid sonrası dönemde covid öncesi döneme oranla artış göstermiştir. Adli olaylar, motosiklet kazaları, iş kazaları ve penetran travmalarda pandemi döneminde oransal olarak belirgin artış saptanmıştır. Künt travma oranının ise pandemi döneminde azaldığı görülmüştür. SONUÇ: Travma önemli morbidite ve mortaliteye sebep olabilen bir halk sağlığı sorunudur. Sosyal hayatı yavaşlatıp insanlar arası etkileşimi azaltan pandemilerin travma hastalarında da belirgin azalmaya neden olduğu çalışmamızda gösterilmiştir.
Acil Tıp
Bu çalışmada, iki ve üç boyutta topolojik yalıtkanlar ile kıyı ve yüzey durumları çalışılmıştır. İlk olarak grafende sıkı-bağ yaklaşımı göz önüne alınmış ve düşük enerji teorisinde Dirac noktaları bulunmuştur. Z topolojik yalıtkanlar sınıfının bir üyesi olan spinsiz Haldane modeli üzerine analizler yapılmıştır. Daha sonra Kane-Mele modeli (QSHI) ki Z_2 topolojik yalıtkanlar sınıfının bir üyesidir, Rashba spin-orbit etkileşiminin varlığında ve yokluğunda irdelenmiştir. Rashba spin-orbit etkileşmesinin yokluğunda, Kane-Mele modelin spin up ve spin down için Haldane modeline benzemektedir ve helisel kıyı durumlarına sahiptir. Üç boyutta topolojik yalıtkanlar 4 Z_2 değişmez ile karakterize edilirler. Bu değişmezlerden biri 'güçlü' veya 'zayıf' topolojik yalıtkanlardan hangisi olduğunu ayırt ederken diğerleri katmanların yönünü açıklayan Miller indisleri gibi düşünülebilir. Üç boyutta topolojik yalıtkanın yüzey durumları iki boyutlu kristal momentumu ile tanımlanır. Yüzey durumlarının elektronik yapısı grafene benzemektedir, ancak üç boyutta topolojik yalıtkanlarda yalnızca bir Dirac noktası mevcuttur.
Fizik ve Fizik Mühendisliği
Amaç: Bu çalışmanın amacı, dünya ve ulusal literatürü gözden geçirerek mülteci/sığınmacı/geçici koruma statüsündeki bireylerde organ nakliyle ilgili etik konuları belirlemek; Türkiye'de geçici koruma statüsündeki Suriyeli organ vericileri ve alıcılarının deneyimlerini anlamak ve organ nakli sürecindeki etik konuların Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılar açısından görünümünü ortaya koymaktır. Yöntem: Geçici koruma statüsündeki Suriyeli organ alıcı ve vericilerin deneyimlerini anlamak için fenomenolojik araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntem, bireylerin olayları ve durumları nasıl algıladıklarını anlamak için önemlidir. Yarı yapılandırılmış görüşme formlarıyla derinlemesine görüşmeler yapılmış ve İstanbul Organ ve Doku Nakli Bölge Koordinasyon Merkezi'ne bağlı üç hastanede nakil olan Suriyelilerle görüşülmüştür. Veri analizi tematik analiz kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Araştırmada, katılımcıların nakil süreci öncesi, nakil merkezinde ve nakil sonrası yaşadıkları deneyimlerin üç ana tema altında toplandığı görülmüştür. Suriyeli mültecilerin bu süreçlerde dil bariyeri, serbest hareket kısıtlılığı ve yoksulluk gibi sorunlarla karşılaştıkları belirlenmiştir. Nakil sürecinde alıcı/verici olma kararı ve etik kurul süreci gibi konular da ele alınmıştır. Sonuç: Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin organ nakli sürecinde sağlık hizmetlerine erişimde sorunlar yaşadığı, ancak ücretsiz nakil hizmeti ve nakil ekiplerinin yardımseverliği gibi faktörlerin adil erişim açısından olumlu etkileri olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmanın sonuçları uluslararası mülteci sağlığı politikalarına önemli katkılar sağlayabilir.
Deontoloji ve Tıp Tarihi
Yaptığımız çalışmanın amacı, farklı malokluzyon türlerine ve farklı dik yön gelişimine sahip bireyler arasında, çiğneme kaslarının fonksiyonları açısından bir fark olup olmadığını görmektir. Bu amaçla, Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Ana bilim dalına başvuran hastaların çiğneme kaslarının elektromiyografik (EMG) ölçümleri yapıldı. Elde edilen sonuçlar gruplar arasında değerlendirilmiştir.Hasta grupları sagittal yön anomalisine göre; 69 tane sınıf I (41 kız, 28 erkek), 81 tane sınıf II (35 kız, 46 erkek) ve 67 tane sınıf III (29 kız, 38 erkek) anomalisi olan toplam 217 hastadan oluşmuştur. Yaş ortalamaları sırasıyla; sınıf I grubu hastalarda 12,47, sınıf II grubu hastalarda 12,55 ve sınıf III grubu hastalarda ise 12,55 dir. Dik yönde yapılan sınıflamaya göre hastalar yine üç gruba ayrılmıştır. Bu gruplar; artmış dik yön gelişimi görülen 79 birey (35 kız, 44 erkek), normal dik yön gelişimi görülen 78 birey (46 kız, 32 erkek) ve azalmış dik yön gelişimi görülen 60 bireyden (25 kız, 35 erkek) oluşmuştur.İstatistiksel yöntemde sadece sağ massater kasın istirahat pozisyonu ölçümlerinin normal dağıldığı görülmüş ve bu ölçüm değerlerine tek yönlü varyans analizi uygulanmıştır. Diğer kas ölçümlerinde ise normal dağılım görülmemiş ve bu sebeple parametrik olmayan istatistiksel yöntemler kullanılmıştır. Sagittal ve dikey yönde oluşturulan grupların kendi aralarında yapılan karşılaştırmalarda, bağımsız 3-düzeyli faktör analizi (Kruskal-Wallis testi) uygulanmıştır. Bu karşılaştırmalardaki temel amaç, ANB ve SNa-GoGn açılarındaki değerlerin kas fonksiyonları üzerinde etkisinin olup olmadığını belirlemektir.Elde edilen verilere göre ANB açısına göre oluşturulan grupların; massater kas, temporalis anterior kası ve digastrik kasa ait ölçümlerinde sadece istirahat pozisyonunda gruplar arasında anlamlı farklılık olduğu tespit edilmiştir. Dik yönde SNa-GoGn açısına göre oluşturulan gruplarda ise istirahat, maksimum ısırma ve yutkunma pozisyonlarında; massater ve temporalis anterior kaslarında ölçüm değerleri arasında farklılıklar olduğu görülmüştür. Bu değerlerin yorumlanmasında ise dik yön gelişimi azalmış bireylerin daha yüksek bir kas aktivitesine sahip olduğu görülmüştür. Sagittal sınıflamada ise hasta grupları arasında belirgin bir değişiklik olmadığı sonucuna varılmıştır.Anahtar sözcükler: Elektromiyografi; kas; malokluzyon.
Diş Hekimliği
Kurumsal uyum derecelendirmesinin şirketin pay değerine, şirket kârlılığına ve şirket faaliyetine olumlu etkisinin değerlendirildiği çalışmada 88 şirket yöneticisi ile anket yapılmıştır. Araştırmaya katılan şirketlerin 67'si imalat sektöründe, 7'si gıda sektöründe, 5'i tekstil sektöründe, 4'ü toptan ve perakende sektöründe, 1'i ana metal, 1'i mali kuruluş, 1'i gayrimenkul yatırım ortaklığı, 1'i teknoloji sektöründe ve 1'i bilişim sektöründe faaliyet gösterdiği tespit edilmektedir. Şirketlerin halka açık olup olmamalarının kurumsal yönetim uyum derecelendirmesi ile farklılığı olmadığı tespit edilmektedir. Halka açık olan veya halka açık olmayan şirketlerin kurumsal yönetimin uyum derecelendirmesinin şirket kârlılığı arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla şirketlerin halka açık olup olmamalarının kurumsal yönetim uyum derecelendirmesi ile anlamlı bir farklılığı olmadığı tespit edilmektedir. Halka açık olan veya halka açık olmayan şirketlerin kurumsal yönetimin uyum derecelendirmesinin şirketlerin faaliyetlerine olumlu etkisinin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla şirketlerin halka açık olup olmamalarının kurumsal yönetim uyum derecelendirmesinin firmanın faaliyetlerine olumlu etki etmediği ifade edilebilir. Kurumsal uyum derecelendirmesi kapsamında şirketlerin pay değeri, şirketin kârlılığı ve faaliyetlerinin şirketin kurumsal geçmişlerine göre anlamlı bir farklılık göstermediği tespit edilmektedir.
Bankacılık
Amaç: Fibromiyalji sendromu (FMS), yaygın vücut ağrısı, yorgunluk, kötü uyku kalitesi ve kognitif bozukluklarla karakterize bir kronik ağrı sendromudur. S100 proteinleri pek çok hücresel olayda düzenleyici rolleri olan multifonksiyonel proteinlerdir. En çok çalışılan üyelerinden biri olan S100B proteini pek çok klinik patolojide ağrı ve depresyonun araştırılmasında kullanılmıştır. Oksidatif stres basitçe, vücudun antioksidan savunması ile hücrelerin lipid tabakasının peroksidasyonuna neden olan serbest radikal üretimi arasındaki dengesizlik olarak ifade edilir. Oksidatif stresin FMS patofizyolojisinde önemli bir rolü olabilir. Bu çalışmada fibromiyalji sendromlu kadınlarda serum S100B protein, total oksidatif stres ve total antioksidan sistem düzeyleriyle ağrı düzeyi, uyku kalitesi ve depresyon arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 1990 Amerika Romatizma Cemiyeti (ACR) kriterlerine göre FM tanısı almış 40 hasta ve 43 kontrol çalışmaya alındı. Serum s100B düzeyi ELISA yöntemiyle ölçüldü. TAS, TOS, OSİ düzeyleri Erel yöntemi ile çalışıldı. Çalışmada istatistiksel analizler SPSS 18.0 programı kullanılarak yapıldı ve p < 0,05 olması anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: FMS'u olan hasta grubunda, serum S100B düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur(p<0,05). TOS ve OSİ düzeyleri, hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur(p<0,05). Beck depresyon ölçeği(BDÖ) ve Pittsburgh uyku kalitesi (PUKİ) skorlarının FMS'lu hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde artmış olduğu görülmektedir(p<0,05). S100B düzeyleri ile klinik parametreler arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). FIQ ile PUKİ ve BDÖ skorları arasında pozitif korelasyon tespit edildi(p<0,05)..BDÖ ile VAS arasında pozitif korelasyon tespit edildi(p<0,05). Sonuç: FM hastalarında artmış oksidatif stres, depresyon ölçeğinde ve uyku indeksinde yükseklik tespit edildi. Ağrının kötüleşmesi, uyku kalitesini, depresyonu ve fibromiyalji sendromunun etkisini arttırabileceği saptandı. Tüm bu bulgular ışığında FM hastalarının tedavisinin çok yönlü olması gerektiği; oksidatif stres, depresyon ve uyku bozukluğunun özellikle ele alınması gerektiği sonucu açığa çıkmaktadır. FM pataogenezinin aydınlatılması açısından da bu bulgular aydınlatıcı nitelikte olabilir.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
ÖZET : 60 yeni doğan ve chorda umbilicalis'leri incelendi. Chorda umbilicalislerin histolojik ve diğer özellikleri değerlendirildi. Yeni doğana ait fiziksel özellikler ve anneye ait maternal özellikler de değerlendirildi. Bütün bu özellikler arasında Korelasyon-Regresyon analizi yapıldı. Chorda umbilicalis damarlarının histolojik özelliklerinin diğer özellikler ve dolayısıyla fötal gelişimle ilişkili olmadığı saptandı. Bu çalışmada uygulanan yöntemler ve elde edilen tüm bulgular literatür ışığı altında değerlendirildi.
Morfoloji
Masal; içerisinde olağanüstü varlıklar, kahramanların olduğu, bilinmeyen yerlerde, bilinmeyen zamanda geçen abartılı olayların anlatıldığı sözlü gelenekte oluşmuş bir türdür. Bu türün yıllar önce özel anlatıcıları vardı. Bu anlatıcılar zihinlerinde biriktirdiği masalları biraz da kendi yorumlarını katarak irticalen anlatırlardı. Masallar hayatımızda teknolojik araçların olmadığı dönemlerde; özellikle uzun kış gecelerinde çocukları eğlendirmek, onların hayal dünyalarını zenginleştirmek için anlatılırdı. Masallarla ilgili çalışmaları başlatan ilk araştırmacı Eflatun Cem Güney olmuştur. Bu yazarı Pertev Naili Boratav, Saim Sakaoğlu gibi araştırmacılar izlemişlerdir. Günümüzde de üniversitelerin edebiyat ve halk bilimi bölümlerinde bu araştırmalara devam edilmektedir. Masallarla çocukların zihinlerine iyilik, dostluk, yardımlaşma gibi kavramlar yüklenirken bir taraftan da onların bazı örnek olay ve sembollerle hayatı tanımaları sağlanır. Bu sembollerden biri de renklerdir. Renkler hayatın bir parçası oldukları gibi hayatı yorumladığımız görüntülerdir. Renklerle görüntülerle hayatı yorumlar, bu görüntülerle anlamlandırırız. Renk ve masalları psikanalitik yönteme göre inceleyen ilk bilim insanı Seyfi Karabaş bu alanda bizlere yol gösterici olmuştur. Masal çağında çocuklar karakter gelişimlerinin çoğunu tamamlar. Bu dönemde renkler yoluyla çocukların hayata bakış açılarına psikolojik yorumlar katılır. Vezirin kara olması, öğüt verecek dedenin ak sakallı olması, seveceği kızın ay yüzlü olması gibi. Heyecan, huzur, kötümserlik, saflık duygularını çocuklar renkler yoluyla öğrenir. Çocuğun bilinçaltına bunlar inceden inceye dokunur. Çalışmamızda derlenmiş masal kitapları ve tezlerden yararlandık. Çalışmamızda toplamda 504 renk unsurunu inceledik. Amacımız renklerin günlük hayatta ifade ettikleri psikolojik anlamların çocuklara anlatılan masallarda ne ölçüde kullanıldığını göstermektir. Çalışmamızda incelediğimiz 504 renkten 500'ünün ifade ettiği davranış biçimine uygun olduğu görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Masal, çocuk, sembol, renkler, psikoloji.
Halk Bilimi (Folklor)
Çevre hakkını konu alan çalışmamızın amacı, haklar kategorisine bu hakkın dahil olup olmamasını sorgulamak değil, hakkın nasıl ifade edilmesi gerektiğini bulmaktır. Bizce çevre hakkı somut olarak talep edilebilir hale gelmiştir. Ulusal ve uluslararası tartışmaların zeminin giderek hakkın niteliğine ilişkin olması da bu savımızı desteklemektedir.Çalışmamızda çevre hakkı, çevre hukukunun bakış açısı ile alınmaktadır. Diğer hukuk dallarından farklı olarak çevre hukuku, bizzat hukuk sistemine ve bu arada tabii olarak haklar kategorisine eleştirel açıdan yaklaşmaktadır. Çevre hakkının ne anlam ifade etmesi gerektiğine ilişkin olarak yapılan çalışmada da bu yöntem benimsenmiştir.Çevre hakkının unsurları, gelişim süreci, kavramsal çerçevesi, uygulamaya aktarılış biçimleri ve uygulamada çevre hakkını algılanışı ayrı başlıklar altında incelenmiştir. Çevre hakkının hangi şekilde ifade edilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerimiz de çalışmamızın sonunda ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Hukuk
Doğum, geleceğin annesi için son derece önemli bir beden çalışması, yeni doğacak çocuk için ise, yaşam koşullarında kökten bir değişiklik demektir.Hititlerde doğum, doğaüstü güçlerin ve tanrıların yardımıyla olabilen, nesillerinin devamını bu kutsal olayla gerçekleştirdiklerine ve böylece tanırlarıyla bütünleşebildiklerine inanılan bir durumdur.Doğumdaki herhangi bir aksaklığı, tanrının gazabı sayan Hitit insanı, başına gelen her tür felaketin devamının geleceğine inanırve bu anlayamadıkları karmaşık durumların olmasını istemez.Bu nedenlerden, doğumla seramonileri birbirinden ayrı tutmaz ve ritüeller düzenleyerek sevgili tanrılarının gönlünü alma çabasına gider. Hititlerde aynı amaçla tanrılarına ve geleceğin insanlarının refahı için, kurbanlar sunulur, büyüler ve dualar törenler sırasıyla birbirini izler.Hitti Çağı Anadolsuna bakıldığında ise, onların, anlayamdıkları durumlar karşısında savaşmak için, etkilendiği medeniyetlerin, izlenimlerini görmemize, belki de bu nedenlerden pek de şaşırmayız ve onların felaket felaket doğruur , inancını anlayabilirz.Bu tez içersinde ele alınan konular, ritüellerle doğum ve büyü, tanrı inançlarıyla paralel gittiğinden doğum sadece tek başına ele alınmamış olup, yeraltı tanrılarına ve diğer tanrılarına da göndermeler yapılmıştır. Bu amaçla, büyünün, poziitif ve negatif etkisine ve büyü yöntemlere değinilmiştir.Doğumla ilgili ritüelleri, büyü ritüelleri, çerçevesinde tutularak , Hititlerdeki doğum düşüncesini sorgulamak ve bu metinlerdeki paralel anlatımlardan doğumu anlamak adına dualara, mitolojik , kehanet ve legal metinlerin temalarına da yer verilmiştir.Hititlerin doğumu hiçbir zaman ,tek başına düşünmediklerinden, nesillerinin devamını mutlu bir kadere sahip olmasını sağlayarak, bu olayın, ritüel entegrasyonu içerisinde ele alınması çabasına gittiklerini bu metinler aracılığıyla gösterilmiştir.
Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri
Hidrokarbon aramacılığında, yeraltındaki yapısal unsurların ortaya konulması için üç boyutlu (3B) sismik yansıma verilerinden yararlanılması önemlidir. 3B sismik çalışmanın kalitesi yorum çalışmalarının sonuçlarına doğrudan etki etmektedir. Diyarbakır İli kuzey doğusunda bulunan Katin-Barbeş petrol sahasını kapsayacak şekilde 3B sismik veri toplanmıştır. Bu tez çalışmasında, 3B sismik veriden yararlanarak, bölgenin tektonizmasından dolayı oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan Üst-Kretase karbonatları yorumlanarak, ters faylarla gelişmiş olan yapı tariflenerek sismik modellemesi yapılmıştır. Modellemeye hazırlık aşamasında gravite verisinden yükselim sınırları belirlenmiştir. Kuyu loglarından formasyon giriş dokanakları mesafe-derinlik ortamında derlenmiştir. Buna göre, Derdere Formasyonu üstüne Sayındere Formasyonu genellikle uyumsuz gelmiştir. Aynı şekilde kireçtaşı fasiyesinde olan Derdere Formasyonu kalınlığı saha civarında 120-240 m aralığında olup, altındaki dolomit ve kireçtaşı litolojisine sahip Sabunsuyu Formasyonu ile uyumsuzdur. 3 kuyuya ait kontrol atışı verileri ile birlikte hazırlanan derinlik eksenindeki dokanaklar örtüştürülerek noktasal ve alansal bazda derinlik-zaman geçişi sağlanmıştır. Daha sonra bu noktalar farklı yıllara ait iki adet 3B sismik verinin değerlendirilmesinde kontrol noktaları olarak kullanılmıştır. 3B sismik verilerden zaman ortamında ilk aşamada ters faylar yorumlanmış daha sonra dokanaklara oturtulmuş seviyelerin yayılımı yapısal olarak yorumlanmıştır. Aynı alanda farklı yıllarda ve farklı parametrelerle toplanmış verinin bulunması, yansıtmış olduğu yeraltı imajını kıyaslama olanağı da sağlamaktadır. 185 km2 alanda sismik verilere yorum amaçlı filtrelerle iyileştirme yapılarak sismik küplerden çeşitli niteleyiciler türetilip, yapısal modelin yanı sıra sismik fasiyes değişimleri de elde edilmiştir. Sonuç olarak, gravite yorumu, sismik veri yorumu, kuyu ve sismik hız verileri birleştirilerek hız modeli oluşturulup statik model üretilmiştir. Sismik niteleyiciler ile kuyu logları kullanılarak yapısal modelin yanı sıra sismik fasiyes modeli geliştirilmiştir. Böylelikle, sahada üretim yapılan Derdere Formasyonu' nun rezervuar özelliğini yansıtan sismik fasiyes, porozite dağılımları çıkartılarak sahanın arama ve üretim faaliyetleri açısından geliştirilmesine ışık tutacak olan 3B yeraltı modeli elde edilmiştir. Bu model ile petrol içeren alanların sınırları belirgin bir şekilde netleştirilmiş ve olası arama alanları ortaya konulmuştur. Böylece benzer özellikler gösteren, kompleks yapısal ve tektonik alanlarında farklı fasiyes özellikleri taşıyan diğer tüm sahalar için pilot niteliğinde bir yorumsal akış şeması oluşturulmuştur.
Jeofizik Mühendisliği
İstanbul?un Yenikapı semtinde 2004 yılından beri sürdürülen, Bizans Dönemine ait Theodosius Limanı kurtarma kazılarında 36 adet batık gemi açığa çıkarılmıştır. Batıkların 27?sinin konservasyon çalışmaları İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu batıklardan MS 9.yy?a tarihlenen Yenikapı (YK) 12 batığının konservasyon ve restorasyon çalışmaları ise bu tez projesinin konusunu oluşturmaktadır. Gemi ahşaplarından alınan örnekler üzerinde gerçekleştirilen analizler, ahşapların Umax değerinin % 280 ile % 700 arasında olduğunu göstermiştir. Gemi ahşaplarının kimyasal bozulma durumlarının tespit edilebilmesi amacıyla Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Endüstri Mühendisliği Bölümü?nde FT-IR analizleri yapılmıştır. Bu analizlerden elde edilen bilgiler YK 12 ahşaplarının polimer degradasyonuna uğradığını göstermektedir. Bu tez çalışması kapsamında YK 12 batığına uygulanması planlanan konservasyon yönteminin test edildiği deneyler, kazı alanından ele geçen, YK 12 gemi ahşaplarına benzer ahşap türleri ve benzer bozulma derecelerine sahip amorf ahşap örnekler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Elde edilen bozulma değerleri ışığında ahşapların konservasyon işlemlerinde Kauramin yöntemi tercih edilmiştir. Emdirme ve kurutma prosedürleri sonrasında elde edilen sonuçlara göre Umax değeri % 600 olan ahşap örnekler üzerinde % 35 ve % 25 konsantrasyonda iki ayrı kauramin çözeltisi test edilmiştir. % 35 konsantrasyonda emdirmenin yapıldığı ahşap örnekler, % 25 konsantrasyonda emdirme yapılan ahşap örneklerle enine çatlaklar ve boyutsal değişim açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında belirgin farklar tespit edilmemiştir. Uygulama sonrasında ahşap örnekler çekme, çarpılma, çatlama gibi boyutsal deformasyonlar açısından değerlendirildiğinde oldukça başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışma sonrasında elde edilen sonuçlara göre Kauramin yönteminin YK 12 batığına uygulanacak konservasyon çalışmalarında kullanılabilecek güvenilir bir yöntem olduğu öne sürülmüştür.
Arkeoloji
Halk kültürünün bir parçası olarak bilinen gelenekler, insan hayatında önemli bir yere sahiptir. Geçiş dönemleri üzerine yapılan âdetler de kültürümüzün bir parçası hâline gelmiş, bizi biz yapan değerlerdir. Bu tezde temel geçiş dönemleri olan doğum, evlenme ve ölüm âdetleri üzerine Ereğli (Zonguldak) yöresindeki uygulamalara yer verilmiştir. Bu doğrultuda söz konusu yörenin bazı köy ve mahallelerinde alan araştırması yapılarak doğum, evlenme ve ölüm üzerine eski ve günümüz âdetleri gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır. Böylece geçiş dönemleriyle ilgili geçmişten günümüze yapılan âdetler karşılaştırılmış, eski âdetlerden hangilerinin devam ettirildiği, hangilerinin yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu doğrultuda söz konusu geleneklerin unutulmasının önüne geçilmesi ve gelecek nesillere taşınması amaçlanmıştır. Kaynak şahıslardan mülâkat sırasında alınan derlemeler, başka araştırıcıların da kullanabilmesi amacıyla metin olarak verilmiştir. Çalışmanın sonunda çalışmayla ilgili tespit edilen sonuçlar değerlendirilmiş, yörede yapılan saha araştırmasındaki kaynak şahısların fotoğraflarına ve çalışmayla ilgili faydalanılan kaynaklara yer verilmiştir.
Halk Bilimi (Folklor)
Bu çalışmada, Türkiye sularında dağılım gösteren tatlısu ıstakozunda (Astacus leptodactylus) yanık leke hastalığına yol açan Fusarium avenaceum mantar etkeninin izole edilmesi ve moleküler teşhisi amaçlanmıştır. Pek çok kabuklu hayvan ve tatlısu ıstakozlarında bu hastalığa neden olan Fusarium avenaceum mantar türünün Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) yöntemi ile moleküler düzeyde tespiti amaçlanmıştır. Bayramşah, Karaidemir (Tekirdağ) ve Keban (Elazığ) baraj göllerinden yakalanan tatlısu ıstakozları dokularından örnek alınmış ve PDA besiyerlerine ekimi yapılmıştır. Üretilen mantar izolatlarından DNA izolasyonu yapılmış ve mantar türlerinin moleküler olarak tanımlanmasında yaygın olarak kullanılan ITS bölgesi FAF1 (5'-AACATACCTTAATGTTGCCTCGG-3') ve FAR (5'-ATCCCCAACACCAAACCCGAG–3') primerleri kullanılarak PCR işlemi ile çoğaltılmıştır. Çoğaltılan bölgelerde dizi analizleri yapılarak elde edilen diziler GenBank'ta blast edilerek üretilen izolatların kesin teşhisi gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma ile Türkiye sularında dağılım gösteren bazı Astacus leptodactylus popülasyonlarında yanık leke hastalığına neden olan ve ikincil hastalık olarak belirtilen Fusarium avenaceum'un moleküler düzeyde teşhisi yapılarak hastalık etkeni tür düzeyinde tanımlanmış ve doğrulanmıştır.
Genetik
İşletmelerin sahip olduğu kaynakları rasyonel, verimli ve etkin kullanmaları için deneyimlerden ziyade bilimsel verilerden yararlanmaları gerekir. İşletmeler için üretim sürecinde optimallik son derece önemlidir. Optimizasyon tekniklerinden olan doğrusal programlama ile uçak komponentlerinin bakım onarım planlama problemlerine minimum maliyet sağlamak ve âtıl kapasite kullanımını tespit etmek mümkündür. Bu çalışmada, doğrusal programlama tekniği uçak komponentlerinin envanter kontrolü ve stok yönetim problemlerine çözüm getirmek amacıyla kullanılmış ve optimum çözümün nasıl elde edileceği ortaya konulmuştur. Günümüzde havacılık sektöründe meydana gelen hızlı gelişmeler ve sektöre yönelik artan ilgi, uçak bakım-onarım sektöründe kullanılan envanterin yönetimi konusunu önemli hale getirmiştir. Havayolu firmaları için envanter kontrolü ve yönetimi; karlılık ve sürekliliğin sağlanması açısından kritik bir öneme sahip olduğu için firmalar hem stok maliyetlerini minimum yapma hem de müşterilerine sunmuş oldukları hizmet seviyelerini maksimum seviyede gerçekleştirme isteğindedirler. Bu iki durumun gerçekleşmesini optimum düzeyde sağlamak için yöneylem araştırmasının önemli bir konusu olan Doğrusal Programlama yönteminden yararlanılacaktır. Doğrusal programlamada kurulan matematiksel model ile envanterde tutulan stok maliyetlerinin minimize edilmesi amaçlanmıştır. Şirket minimum düzeyde stok bulundurma maliyetiyle maksimum düzeyde müşteri hizmet düzeylerine ulaşmayı amaçlamaktadır. Yapılan çalışmada, dar gövde uçaklarında 3. parti yedek parça kapsamında hizmet verilen müşteriler için 2022 yılı aralık sonu itibariyle envanter eksiği bulunan 192 komponent ele alınmış ve %96 hizmet seviyesi ortalamasını gerçekleştirmek için bu 192 adet komponentten her birisi için ne kadar yedek yatırımı yapılması gerektiği tamsayılı programlama tekniğinden yararlanılarak hesaplanmıştır. Çeşitli yedek miktarlarında ne kadar hizmet seviyesine ulaşıldığı 10 farklı senaryo için Poisson istatistiksel dağılımıyla hesaplanmıştır. Amaç fonksiyonu, hedeflenen hizmet seviyesine ulaşmayı sağlarken bir yandan da envanter maliyetini minimize edecek şekilde belirlenmiştir. Bu çalışma, Türkiye'nin en büyük hava araçları bakım onarım merkezinde gerçekleştirilmiştir. Şirkette mevcut durumda envanter yedek hesaplaması tekil bazda yapılmakta olup bütünsel olarak envanter optimizasyonu için bir yaklaşım bulunmamaktadır. Karışık tamsayılı doğrusal programlama ile yedek envanterinin etkin ve matematiksel bir metodoloji ile yönetilmesi ve bu sayede, envanter maliyetlerinin en aza indirgenmesi mümkün olacaktır. Havacılık bakım/onarım sektöründeki işletmeler için, yedek parça envanterinin etkin yönetimi ve stok maliyetlerinin en aza indirilmesi son derece kritik hedefler arasındadır. Şirket COVID sonrası normalleşme sürecinde 2022 ikinci çeyreğinden beri yedek parça envanterine ciddi yatırım yapmaktadır. 2023 yılı için bu politikasını matematiksel yaklaşımlar kullanarak rekabet ortamının arttığı günümüz şartlarına uygun şekilde yürütmesi akılcı olacaktır. Envanter maliyetlerini optimize ederek şirketin kâr marjını artırması için bütünsel bir yaklaşım ile stokların yönetilmesi doğru tercih olacaktır. Bu uygulamada şirket, 3. parti müşterilerine taahhüt ettiği servis seviyesine ulaşıp müşteri memnuniyetini sağlarken diğer yandan da envanter maliyetlerini düşürerek stok optimizasyonunu geçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Tezin uygulama kısmında havacılık bakım onarım sektöründe A320 tipi dar gövde uçak yedek parçalarının mevcut yedek sayısı 2022 yılı sonu itibariyle elimizdeki yedek sayısını göstermektedir. Danışman firmanın 2023 yılı için önerdiği yedek sayılarına göre ortaya çıkan yedek sipariş maliyeti ile istenilen hizmet seviyesini sağlayan optimizasyon probleminin çözülmesi sonucunda ortaya çıkan yedek sipariş maliyetleri birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Uygulamada; maliyet minimizasyonu sağlanması için kurulan matematiksel model DP ile çözüme kavuşturulmuştur. Stok maliyetinin minimize edilmesinde IBM CPLEX Optimization Studio 12.8 uygulaması kullanılmıştır. Yapılan uygulama sonucunda elde edilen bulgular yorumlanarak şirkete çeşitli öneri ve tavsiyeler sunulmuştur. Bu uygulamada şirket, 3. parti müşterilerine taahhüt ettiği servis seviyesine ulaşıp müşteri memnuniyetini sağlarken diğer bir yandan da envanter maliyetlerini düşürerek stok optimizasyonunu gerçekleştirmiş olmaktadır.
İşletme
Mentorlük, en basit tanımıyla, daha genç ve tecrübesiz bir bireye, kişisel ve mesleki olarak yol göstericilik yapmak, şeklinde ifade edilmektedir. Bu yol göstericilik, kimi zaman kendiliğinden ortaya çıkan bireysel bir çaba, kimi zaman da bilinçli bir örgütsel uygulama şeklinde olabilmektedir. Mentorlük uygulamaları da her iki biçimde ortaya çıkabilmektedir. Örgütsel bir uygulama şeklinde düşünüldüğünde, mentor ve mentorün yardım ettiği korunan dışında, örgüt de bu ilişkiden yarar sağlayan taraflardan birisi olmaktadır.Mentorlük, psikososyal ve kariyer geliştirme şeklinde iki temel başlıkta sınıflandırılan rollere sahiptir. Yöneticilerce yerine getirilen bu rollerden hangisinin, bugün yönetici olarak çalışan bireylerin kariyer başarısı üzerinde daha etkili olduğu, bu çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Kariyer başarısı kavramı, bu çalışma kapsamında, içsel kariyer başarısı ve dışsal kariyer başarısı olarak iki başlık altında ele alınmıştır. İçsel kariyer başarısı, örgütsel bağlılık, iş doyumu, kariyer doyumu, iş yaşam çatışması alt başlıklarını içermektedir. Dışsal kariyer başarısı ise, alınan terfi sayısı ve ödemelerde meydana gelen artışı içermektedir.Araştırma kapsamında Kocaeli ilinde faaliyet gösteren otomotiv üreticisi firmalarda yönetici olarak çalışan bireyler örneklem olarak seçilmiş ve açıklamalı örnekleme yöntemi ile 73 kişiden elde edilen veriler analiz edilmiştir. Oluşturulan hipotezlerin test edilmesi için korelasyon ve regresyon analizi yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, içsel kariyer başarısına ilişkin alt başlıklardan örgütsel bağlılık üzerinde, kabul etme ve doğrulama rolü ile destekleme rolünün; iş doyumu üzerinde, meydan okuyucu görevler sağlama rolü, rol model olma rolü, danışmanlık rolü ve yaş demografik değişkeninin; kariyer doyumu üzerinde, koçluk rolünün; iş yaşam çatışması üzerinde unvan demografik değişkeninin, etkili olduğu yönündeki hipotezler doğrulanmıştır. Elde edilen bu sonuçlar özetlenerek değerlendirilmiş ve üzerlerinde tartışılmıştır. Uygulamaya yönelik önerilerle çalışma sonlandırılmıştır.
İşletme
Tesisatlar, bir binadaki taşıyıcı sistemden (kolonlar, kirişler, perde duvarlar vs) ve diğer yapısal bileşenlerden farklı olarak, yapısal olmayan bileşenler grubuna girerler. Deprem yükü altında hareket eden yapısal olmayan bileşenler, gerek kendilerine gerekse çevrelerinde bulunan diğer bileşenlere zarar verebilirler. Bundan dolayı tesisatların deprem güvenliğinin sağlanması, olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu çalışmada, çeşitli tesisat ekipmanları için sismik koruma yöntemlerinden bahsedilerek, projelendirme ve uygulama esaslarına değinilmiştir. Bir binadaki yapısal olmayan elemanların, deprem sırasında meydana gelecek kuvvetler dikkate alınarak binaya güvenli bir şekilde, doğru bağlantılar ve elemanlar ile sabitlenmesi sağlanarak oluşabilecek hasarlar azaltılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta kazan, soğutma grubu, jeneratör, klima santrali, yangın söndürme boruları, elektrik kablolarının geçtiği tavalar gibi tesisat elemanlarının her birinin deprem davranışı ve bağlantının yapıldığı elemanın özelliklerine dikkat edilerek sabitlemenin yapılmasıdır. Binaya ait ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemleri, yangın söndürme sistemleri, elektrik sistemleri, jeneratörler, kazanlar gibi bazı yapısal olmayan elemanların, binanın kullanımı esnasında bulunacakları yerlerin, binanın tasarımı aşamasında belirlenmelidir. Bu elemanların deprem güvenliğinin sağlanması için henüz binanın yapımı aşamasında bu bölgelerde uygulanacak sabitleme yöntemine uygun boyutlarda ve niteliklerde yapılması yararlı olacaktır. Böylece söz konusu tesisat elemanının deprem güvenliğinin sağlanması daha kolay ve doğru bir şekilde yapılmış olacaktır.
Deprem Mühendisliği
Bu çalışmada, kaliteli pirolitik yağ üretimi amacıyla yüksek üretim potansiyeline sahip olan ceviz kabuğu (WS) ve granüle atık lastik kauçuğu (WT) üzerine 500oC optimal sıcaklık, 10oC/dakika sabit ısıtma hızı ve 60 dakika alıkonma zamanı şartları altında bir dizi bireysel ve eş-piroliz çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Eş-piroliz çalışmalarında kütlece WS/WT: 3/1, 2/2 ve 1/3 katkı oranlı karışım numuneleri kullanılmıştır. Yapılan piroliz çalışmaları neticesinde pozitif sinerjik etkinin (ΔY>0) WS/WT: 3/1 katkı oranlı numune kullanımı şartlarında gerçekleştiği belirlenmiştir. Bu şartlarda kuru külsüz temelde kütlece %52,57 verimli sıvı ürün elde edilmiştir. Pirolitik sıvı ürünlerin malten fraksiyonları üzerinde gerçekleştirilen FT-IR ve GC-MS analiz sonuçlarının birbiriyle uyum içinde olduğu ve ayrıca eş-piroliz işlemi neticesinde sıvı ürünün kimyasal içerik tür ve dağılımları üzerinde olumlu yönde dikkate değer ölçüde sinerjik etkinin meydana gelmiş olduğu tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde elde edilen eş-pirolitik sıvı ürünün karbon, hidrojen, üst ısıl içerik değerleri üzerinde pozitif sinerjik etki oluşurken oksijen içeriği, kinematik viskozite ve yoğunluk değerleri üzerinde ise negatif sinerjik etki gerçekleşmiştir. Bu sinerjik etki durumları, eş-pirolitik yağın daha kaliteli olması yönünde olumlu katkı özelliğinde gerçekleşmiştir. Optimal eş-pirolitik sıvı organik fazı 35,40 MJ/kg; 1,69 cSt (40°C); 1059,28 kg/m3 (15,6℃) ve 60oC parlama noktası önemli yakıtsal özellik değerlerine sahip olmuştur. Ayrıca eş-pirolitik yağın viskozite ve parlama noktası değerlerinin, ticari dizel yakıtları için rapor edilen değer aralıkları ile uyumlu olduğu belirlenmiştir. Bunların yanısıra atmosferik distilasyon çalışmaları neticesinde eş-pirolitik organik fazın hacimce yaklaşık %40 hafif nafta, %10 ağır nafta ve %30 orta distilat içerikli olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bu ürünün IBP-72°C kaynama noktası aralığı %20 distilat fraksiyonu, doğrudan veya düşük maliyetli iyileştirme sonucunda benzin veya benzin katkısı olarak kullanılabilir özellikli olduğu görülmüştür. Bütün bu sonuçlar toplu olarak değerlendirildiğinde eş-pirolitik sıvının, çeşitli ticari sıvı yakıtların ve ayrıca yüksek katma değerli çeşitli kimyasalların üretiminde hammadde yüklemesi olarak kullanılabilirlik özellikli olduğu görülmüştür.
Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği
125 ÖZET Bu araştırma, farklı sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin gelir yönetimi ve tüketim harcamalarına ilişkin tutum ve davranışlarını ortaya çıkarmak amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırmaya veriler Ankara'da farklı sosyo-ekonomik düzeydeki semtlerde oturan 314 aileye anket uygulanarak toplanmıştır. Araştırma kapsamına alınan ailelerin yarıya yakını aylık 300.000.001 -600.000.000 TL. arasında gelire sahiptirler ve ailelerin yarıdan fazlası gelirlerini yeterli bulmamaktadır. Ailelerin sosyo-ekonomik düzeyi yükseldikçe gıda, giyim, konut, ulaşım ve haberleşme, kişisel bakım, kültür, eğitim, eğlence harcamalarının da önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Araştırmaya alınan ailelerin yarıdan fazlasında harcama kararını kadın erkek birlikte verirken, harcamaları da birlikte yapmaktadır. Ailelerin büyük bir bölümü alışveriş öncesi piyasa araştırması yapmakta, yandan fazlası aylık harcama planı hazırlamaktadır. Ailelerin yarıdan fazlası kredi kartı kullanmakta ve hemen hemen tamama yakını borçlanmaktadır. Araştırmaya alınan ailelerde özellikle alt sosyo-ekonomik düzeydekiler gelirlerinin yetersizliğinden dolayı, tasarruf yapamazken, tasarruf yapan yarıdan fazla aile ise, tasarruflarını çoğunlukla döviz satın alarak değerlendirmektedir.
Ev Ekonomisi
Hizmet kalitesi, müşterilerin ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılayan ve ne kadar örtüştüğünün seviyesine yönelik müşteriyi tatmin etme düzeyidir. Teknolojik gelişmeler ile kâr amacı gütmeyen kuruluşlardan olan üniversite kütüphanelerinde de hizmet kalitesinin önemi gün geçtikçe artmaktadır. Üniversite kütüphanelerinin ana hedefi, kullanıcılarının ihtiyaçlarını, beklentilerini memnun edecek şekilde karşılamak ve onları sunduğu hizmet hususunda tatmin etmek olmalıdır. Bu alanda yapılan çalışmaların da hizmet kalitesinin önemine paralel olarak arttığı görülmektedir. Artan önem, hizmet kalitesinin etkin şekilde ölçülmesi gerekliliğini ortaya çıkartmıştır. Enformasyon bilimi ve kütüphane aktiviteleri içerisinde hizmetlere dayalı kalitenin ölçülmesi için farklı düzeyde bakış açıları ve çeşitli çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada Ankara Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ve Çankırı Karatekin Üniversitesi kütüphanelerinde algılanan hizmet kalitesi boyutlarının, öğrenciler üzerindeki tatmin, değer ve sadakat oluşumları üzerine etkisi araştırılmıştır. Araştırmanın amacı, farklı üniversitelerde öğrenim gören kütüphane kullanan öğrencilerin algıladıkları hizmet kalitesinin, öğrenciler üzerindeki tatmin, değer ve sadakat oluşumlarına etkisinin LibQUAL+™ hizmet kalitesi ölçüm anketi kullanılarak ortaya konulmasıdır. Yapılan bu çalışmanın, elde edilen bulguların sonuçlarının değerlendirilmesi ve çeşitli öneriler sunulması ile üniversite kütüphanelerinin hizmet kalitesinin iyileştirilmesi çalışmalarına ve literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Yapılan çalışma sonucunda analiz sonuçlarına göre; kütüphane hizmet kalitesi boyutlarından olan elektronik kaynaklar ve mekân boyutlarının öğrenciler üzerindeki sadakat, değer ve tatmin oluşumları üzerindeki etki değeri en yüksek hizmet kalitesi boyutları olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bilgi ve Belge Yönetimi
Deprem gibi kuvvetli yer hareketleri sonucu oluşacak yer dinamik davranışının belirlenmesi, mühendislik yapıları ve insan yaşamı için oldukça önemli fakat karmaşık bir işlemdir. Birçok çalışmada bilgisayar kapasitesinin yetersiz olması ve çözüm süresinin uzunluğu, model üretmedeki güçlükler ve kullanılan yazılımlardaki zorluklar gibi nedenlerle 1-boyutlu (1-B) veya 2-boyutlu (2-B) analiz yapılmakta 3.boyut (3-B) etkisi ihmal edilmektedir. Topoğrafik farklılıkların fazla olduğu bölgeler, derin havzalar, 3-B heterojen ve anizotrop ortamlar ile alüvyon gibi pekişmemiş birimlerde 3-B etkisi ihmal edilemeyecek düzeydedir. Bu çalışmada yer tepkisinin belirlenmesi amacıyla 3-B sonlu eleman modeli oluşturabilen ve Rayleigh sönüm yaklaşımı kullanarak dinamik analiz yapabilen bir yazılım (SiteEffect3D) Matlab programlama diliyle geliştirilmiş ve 3-B etkisi araştırılmıştır. SiteEffect3D yazılımı ile Quad4M programı kullanılarak farklı sentetik modellerle dinamik analizler karşılaştırmalı olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 2-B ve 3-B dinamik analiz sonuçları incelenmiş ve 3-B dinamik analiz yapılmasının önemli olduğu durumlar ortaya konulmuştur. Bu çalışmada Marmara bölgesinde seçilen çalışma alanı için literatürdeki yayınlardan ve raporlardan elde edilen veriler ile sayısal yükseklik modeli verileri birlikte kullanılarak yeni 3-B sonlu eleman modeli üretilmiştir. Bu model üzerinde 17 Ağustos 1999 Marmara depremi ivme kayıtları kullanılarak SiteEffect3D programı test edilmiştir. Ölçülen ve hesaplanan ivmeler ile bunlardan elde edilen spektral verilerle yapılan değerlendirmeler sonucunda SiteEffect3D programının başarılı sonuçlar ürettiği görülmüştür. SiteEffect3D programı 3-B sonlu eleman modeli oluşturma, giriş ivmesinin istenilen şekilde verilebilmesi, laboratuvar deney sonuçları gerektirmemesi gibi özellikleriyle çalışmalarda araştırma zamanını azaltmakta, araştırma kapasitesini ve çeşitliliğini artırmaktadır. Literatüre kazandırılan 3-boyutlu arazi modeli ve SiteEffect3D programıyla bundan sonra yapılacak çalışmalara da zemin hazırlanmıştır.
Jeofizik Mühendisliği
Günümüzde sosyal girişimler toplumsal değişimin sağlanmasında en etkili kuruluşlar olarak tanınmaktadırlar. Bu başarıda sosyal girişimlerin hibrit özelliklerinin çok büyük etkisi vardır. Farklı kurumsal mantıkları birleştirmeleri ve ikili misyona sahip olmaları sosyal girişimleri daha dikkatli kararlar almaya itmektedir. Sürdürülebilirliklerini sağlarken sosyal ve ekonomik misyonları dengelemek, sosyal girişimlerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biridir. Sosyal girişimler, sosyal etkilerini daha da artırmak için büyümeye çalışsa da, büyümeyi sürdürmek çoğu zaman misyon kaymasına ve sosyal hedeflerin feda edilmesine neden olmaktadır. Bu da sosyal girişimlerin kurumsal kimliklerinden uzaklaşmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu çalışmada, sosyal girişimlerin hibrit özellikleri incelenmiştir. Hibrit örgütler olarak hem ticari ve hem de sosyal fayda yaratma mantığı ile faaliyette bulunuyor olmalarından kaynaklanabilecek bir problemin ortaya çıkıp çıkmadığı, çıkıyorsa hangi koşullarda ortaya çıkabildiği ve bu problemin yönetim tarafından nasıl aşıldığını öğrenmek amacıyla kapsamlı bir literatür taraması yapılmıştır. Elde edilen verileri, Türkiye'de bir sosyal girişim üzerinden toplanan veriler ile kıyaslama ve tartışma yoluyla analiz ederek sosyal girişimcilik alanındaki mevcut literatüre katkıda bulunmaktadır. Elde edilen veriler incelendiğinde sosyal girişimlerde misyonlar arasında dengenin sağlanmasında ve rakip mantıkların yönetiminde önemli olan hibrit iş modelleri, örgüt yönetimi, sosyal ekosistem, finansal ve insan kaynakları gibi birkaç önemli temel etken belirlenmiştir.
İşletme
Krom cevherleri; metalürji, refrakter ve kimya endüstrisinde ham madde olarak kullanılmaktadır. Talebe göre ürün özellikleri belirlenir.Bu çalışmada Kayseri Pınarbaşı Bölgesinden getirilen krom numunesinin kuru yöntemle zenginleştirilebilirliği incelenmiştir.Kuru zenginleştirme yöntemleri kışın sert geçtiği bölgelerde, yaş yöntemlerde karşılaşılan donma problemleri yaşanmaz ve suyun kısıtlı olduğu yörelerde tesis kurulmasına imkan yaratır. Aynı zamanda tesis binası ve işletme giderleri yaş yöntemlere göre daha azdır. Bu yöntemle, pahalı atık barajlarına ve suyla çalışan proseslere ihtiyaç duyulmaz. Dahası çevredeki toprağı ve suyu kirletmez, proses için kimyasallara ihtiyaç duymaz.Kullanım alanlarına uygun krom konsantrelerinin hazırlanması amacıyla iri boyutlarda optik ayırma, allair jig ince boyutlarda Cala havalı ayırıcı, manyetik ayırma, elektrostatik ayırma ve sallantılı masa kullanılmıştır.Deneysel çalışmalar sonucunda; allair jig ile %35.7 Cr2O3 %86.7 verimle, sallantılı masa' da %43.1 Cr2O3 %49.4 verimle ve Cala havalı ayırıcı ile %46.5 Cr2O3 %53.2 verimle kazanılmıştır.
Maden Mühendisliği ve Madencilik
Araştırma hemşirelerin merhamet yorgunluğu düzeylerinin bakım odaklı hemşire-hasta etkileşimi ve kriz yönetimine etkisini değerlendirmek amacıyla karma (mixed-methods) desende gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın evrenini, Bolu İl Sağlık Müdürlüğü'ne bağlı kamu hastanelerinin acil, onkoloji, yoğun bakım ve palyatif ünitelerinde çalışan 260 hemşire oluşturmuştur. Çalışmaya katılmayı kabul eden 158 hemşire bu çalışmanın örneklemini oluşturmuş olup veriler Tanıtıcı Bilgi Formu, Merhamet Yorgunluğu Kısa Ölçeği, Bakım Odaklı Hasta-Hemşire Etkileşimi Ölçeği, Kriz Yönetimi Ölçeği ve nitel araştırmalarda veri toplama yöntemlerinden biri olan hemşirelerle bireysel derinlemesine görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmanın nitel boyutundaki örneklemi maksimum çeşitlilik örneklemesi kullanılarak görüşülen 30 hemşire oluşturmuştur. Örneklemin genişliğine karar verirken veri doygunluğu dikkate alınmıştır. Nicel bölümün veri analizinde Kolmogorov-Smirnov, t-testi (Independent sample t-testi), Pearson korelasyon, Bonferroni, basit regresyona ve tek yönlü varyans analizi (One-Way ANOVA) kullanılmıştır. Çalışmanın nitel verilerin analiz edilmesinde ise MQXQDA 20 kullanılmıştır. MYÖ ile kriz yönetimi ve BOHHEÖ puanları arasında negatif yönde ve anlamlı bir ilişkinin olduğu bulunmuştur. Hemşireler ile yapılan görüşmelerde büyük bir çoğunluğunun merhamet yorgunluğu kavramını daha öne hiç duymadığı, merhamet yorgunluğunun yoğun çalışma koşullarında ortaya çıkabileceği ve bu kavramın hastalarla olan etkileşimi ve kriz yönetimi sürecini olumsuz etkilediği görüşlerine ulaşılmıştır. Hemşireler en zor kriz anlarını trajik olaylar, ilk ex tecrübesi, deprem, iş kazası olarak ifade etmişlerdir. Hemşireler için merhamet yorgunluğuyla başa çıkmada erişilebilir destek grupları sağlanmalı, iş yükünü azaltacak politikalar ve uygulamalar benimsenmeli, hastalarla etkili iletişim ve empati gösterme konusunda desteklenmelidir. Ayrıca, kriz yönetimi protokollerinin düzenli olarak gözden geçirilip güncellenmeleri önerilebilir.
Hemşirelik
Bu çalışma New York Times ve Wall Street Journal olmak üzere iki Amerikan gazetesinde yer alan Müslüman Kardeşler temsilini Şarkiyatçılık bağlamında eleştirel bir okumaya tabi tutmaktadır. 11 Eylül 2001 tarihinden 2 Haziran 2014 tarihine kadar gazetelerde yer alan haber ve yorumların analizi neticesinde şekillenen bu çalışmanın temel argümanı, Müslüman Kardeşler'in gazetelerde yer alan temsilinde Şarkiyatçı bakış açısına dair imlemlerin bulunduğudur. Bu sebeple çalışmada öncelikle hedeflenen, Şarkiyatçılığın işleyiş mantığının anlaşılmasıdır. Zira bu şekilde Şarkiyatçılığın ne olduğundan çok nasıl işlediği anlaşılacak ve bu durum da 19. yy'da Avrupa kökenli olarak kurumsallaşan bu geleneğin günümüzde Amerikan medyasındaki analizinin sağlam bir temele oturtulmasına olanak sağlayacaktır. Şarkiyatçılığın işleyiş mantığı temelinde ilk bölümde geleneksel oryantalizm ve Amerikan oryantalizmi ele alınmış, Amerika'nın Avrupa'dan farklı olarak Doğu'ya bakışını belirleyen unsurlara dikkat çekilmiştir. Amerika'da Doğu çalışmalarının alan araştırmalarına dayalı olarak gelişmesi Amerikan oryantalizmini de belirleyen en temel etkendir. Bu sebeple çalışmanın ikinci bölümünde Amerika'da Ortadoğu hakkında çalışan uzman ve akademisyenlerin çalışmaları yine Şarkiyatçılığın işleyiş mantığı temel alınarak Müslüman Kardeşler temsili üzerinden analiz edilmiştir. Çalışmanın üçüncü ve son kısmında ise seçilen her iki gazetede de Müslüman Kardeşler temsili Amerikan oryantalizminin sunmuş olduğu bakıştan hareketle değerlendirilmiş ve yapılan bu değerlendirme Şarkiyatçılığın işleyiş mantığı temeline yerleştirilmiştir. Sonuç olarak çalışma Şarkiyatçı düşüncenin nasıl işlediğini ve bu işleyişin Amerikan medyasında Müslüman Kardeşler üzerinden yapılmış olan tespitini ortaya koymaktadır.
Gazetecilik
Geleneksel görüş çerçevesinde çeviri, iki dil arasında yapılan dilbilimsel bir işlem olarak ele alınmaktaydı. Ancak XX. yüzyılın ikinci yansından itibaren çeviri alanında büyük bir gelişme yaşandı: çeviriye ilişkin geleneksel görüşlerin kapsamına yeni öğeler, yeni kavramlar girdi. Bu yeni kavramlar sayesinde de çeviri yeni bir konum edindi: özerk bir bilim dalı olarak "çeviribilim". Hiç kuşku yok ki, son yıllarda kaydedilen gelişmelerin en çarpıcısı "kültür" kavramının çeviribilime verdiği destektir. Nitekim bu destekle, çevirmen çeviri metinde "görülebilir" hale gelmiştir. Böylelikle de çevirmenin varlığı azımsanmayacak ölçüde çeviri metne damgasını vurmuş ve çeviri süreci, çevirmenin anlamsal seçimlerini aşacak bir şekilde "ideolojik" seçimlerine yer veren bir eylem olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bu bilgiler ışığında, söz konusu tez çalışmasının amacı, çevirmenin ve çeviri eyleminin bir ülkenin edebiyat ve kültür dizgesini şekillendirmede "ideolojik" açıdan ne tür bir rol oynadığını sorgulamaktır.
Amerikan Kültürü ve Edebiyatı
Bu araştırmanın amacı, Fen Bilimleri Dersi Öğretim Programı'nda esas alınan araştırmaya dayalı öğrenme yönteminin öğretmenler tarafından nasıl ve ne derece uygulandığını belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda fen bilimleri dersleri gözlemlenerek öğretmen uygulamalarının araştırmaya dayalı öğretim yöntemiyle ne derece örtüştüğü ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Araştırma, 2015-2016 eğitim-öğretim yılında Ankara'nın Keçiören ilçesindeki bir okuldan ölçüt örneklem yöntemi ile seçilmiş 4.sınıflarda eğitim veren dört sınıf öğretmen ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada nitel yöntem benimsenmiş olup durum çalışması şeklinde desenlenmiştir. Araştırmada veriler; gözlem, görüşme, doküman çözümlemelerinden elde edilmiştir. Verilerin çözümlenmesinde betimsel analiz kullanılmış ve bulgular doğrudan alıntılarla desteklenmiştir. Bulgular, sınıf öğretmenlerinin Fen Bilimleri Dersi Öğretim Programı hakkında kısmen bilgi sahibi oldukları ve öğretim programına ihtiyaç duymadıklarını göstermiştir. Öğretmenlerin fen öğretim programı ve öğretim uygulamaları ile ilgili hizmet içi eğitimlere karşı olumlu tutuma sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Öğretmenler fen bilimleri ders kitaplarını yetersiz görmüşler ve derslerinde çeşitli ek kaynaklardan yararlanmayı tercih etmişlerdir. Gözlem bulguları öğretmenlerin fen bilimleri dersi uygulamalarında çoğunlukla soru-cevap, deney teknikleri ile düz anlatım yöntemine yer verdiğini ve videoları sıkça fen öğretiminde kullandığını göstermiştir. Olumsuz fiziki şartlar ile sınıf mevcutlarının kalabalık olmasının sınıf içi uygulamaları olumsuz etkilediği tespit edilmiştir. Öğretmenlerin genellikle klasik ölçme-değerlendirme tekniklerinden yazılı yoklamaları tercih ettikleri ve alternatif/tamamlayıcı ölçme değerlendirme tekniklerini çok fazla kullanmadıkları belirlenmiştir. Alternatif/tamamlayıcı ölçme-değerlendirme tekniklerinden olan projelerin ise öğrencilere yaptırıldığı süreç içinde kimi zaman değerlendirilmedikleri görülmüştür. Gözlem ve görüşmelerden elde edilen bulgular birbirini destekler niteliktedir. Bu bulgulara dayalı olarak öğretmenlerin araştırmaya dayalı uygulamaları kısmen kullandıkları sonucuna varılmıştır. Öğretmenlerin öğretim programından yararlanmamalarının, program bilgisi eksikliklerinin ve sınıfların fiziki şartlarının yetersizliklerinin öğretmenlerin öğretim programında belirtilen araştırmaya dayalı öğretim ile alternatif/tamamlayıcı ölçme-değerlendirme uygulamalarını sınırlandırdığı düşünülmektedir.
Eğitim ve Öğretim
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİFEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜTEZ ÖZET BİLDİRİ FORMUKİMYA ANABİLİM DALIYENİ DİSAZO BOYARMADDELERİN SENTEZİ VEABSORPSİYON ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİAykut DEMİRÇALIÖZETBu çalışmada, 5-amino-4-arilazo-3-metil-1H-pirazol türevleri diazolanmış ve etil asetoasetat ilekenetlenerek etil pirazolil azo asetoasetat bileşikleri elde edilmiştir. Elde edilen etil pirazolil azoasetoasetat bileşikleri, hidrazin mono hidrat ile reaksiyona sokularak bir seri disazo-3-metil-1H-pirazol-5-on türevleri sentezlenmiştir. Sentezlenen disazo boyarmaddeler element analizi, UV, FT-IR ve 1H-NMR gibi spektral yöntemlerle karakterize edilmiş ve pH, çözücü değişimi, elektron alıcıve elektron verici grupların o-, m- ve p- köşelerinde bağlı olmasının bu bileşiklerin absorpsiyonyeteneklerini nasıl etkilediği incelenmiştir.
Kimya
Bu çalışmada, moleküler yöntemlerin hem ülkemizde hem de dünyada tat ve koku sorunu problemlerinde rutin olarak kullanılabilmesine yönelik olarak öncelikle siyanobakterilerde geosmin sentaz geni için evrensel bir primer tasarlanması ve bu metabolitlerin üretiminde rol oynayan çevresel faktörlerin ortaya konması hedeflendi. Bu doğrultuda, veri bankalarında mevcut tüm siyanobakteri genomları geosmin sentaz geni hedeflenerek tarandı, veri madenciliği çalışması yapıldı ve evrensel primerler hem PCR hem kantitatif PCR (qPCR) için tasarlandı. Tasarlanan primerlerin optimizasyonu ve validasyonu geosmin ürettiği bilinen farklı siyanobakteri kültürleri kullanılarak yapıldı. Bu primerlerin ülkemizdeki su kaynaklarındaki üreticilerin tespitine yönelik validasyonu, Türkiye'de geosmin ve mib üreticisi olarak ilk kez kültüre alınan bir siyanobakteri olan Microcoleus sp. MCAS-MC01 suşu ve farklı siyanobakteri suşları kullanılarak yapıldı. Ayrıca sularda tat ve koku probleminin ortaya çıkış süreçlerinin anlaşılması amacıyla yürütülen deneysel çalışmalarıın ilkinde, Microcoleus sp. MCAS-01, Oscillatoria sp. UHCC 0332 ve Phormidium sp. NIVA-CYA 7 suşlarının iki farklı sıcaklıkta gelişim dinamikleri izlendi. Artan sıcaklık suşa bağlı farklı etkiler gösterdiği; Microcoleus sp. suşunda MİB (2-metilizoborneol) üretimini ve Phormidium sp.'de geosmin üretimini arttırırken Oscillatoria sp. suşunda önemli bir etki göstermediği tespit edildi. Ardından, siyanobakteri artışlarında önemli rolü olan fosfor konsantrasyonunun ve tam tersi etkisi olduğu bilinen mevsimsel sıcaklık düşüşlerinin koku üreticisi siyanobakterilerin koku üretimlerine, geosmin sentaz ve mib sentaz gen kopyası seviyelerine etkisi incelendi. Soğuk stresinin koku üreticisi türlerde gelişimi engellediği ve ortak olarak koku seviyesini arttırdığı görülürken türe özgü yanıt olarak Oscillatoria sp.'de yalnızca geosmin seviyesini arttırdığı görüldü. Bu bakımdan mevsimsel sıcaklıklık düşüşlerinin yaşandığı ve siyanobakteri gelişiminin olumsuz etkilendiği dönemlerde de hücrelerin parçalanması yoluyla suda koku sorunu olabileceği görüldü. Fosfor azlığı stresinin koku üretici türlerde koku seviyesini arttırdığı görülürken gelişime suşa özgü etkisi görüldü; Microcoleus sp. gelişimi engellenirken Oscillatoria sp.'de önemli bir etki görülmedi. Deneylerde gen kopya sayılarında tespit limitinin üzerinde geosmin ve MİB sentaz tespit edilmiş olsa da strese yanıt bakımından genel olarak belirgin bir değişim gözlenmemesi ortamdaki koku artışının ölen hücreler nedeniyle olduğuna işaret etti. Yanı sıra, fosfor ve azot artışının uzun süreli etkilerinin ve koku üreten organizma gruplarının belirlenmesine yönelik olarak, İngiltere'de kurulan mezokozm deneyinde metabolitlerin tespiti ve izlenmesine yönelik çalışmalar yürütüldü. Bu çalışma hem fosfor hem de azotun mezokozmda koku seviyesini arttırıcı etkileri görüldü. Geosmin üretiminden sorumlu bakterilerin aktinobakteriler olabileceği tespit edilirken MİB üretiminden sorumlu bakterilerin tespiti için ileri çalışmalara ihtiyaç olduğu görüldü. Deneysel çalışmaların yanısıra, önemli bir içme suyu kaynağı olan Sapanca Gölü'nde MİB ve geosmin konsantrasyonlarının izlenmesi ve bakteriyel komünitenin koku sorunundaki rolünün tespiti amacı ile izleme çalışması yapıldı. Bu çalışmayla, ilk kez yeni nesil dizileme teknolojisi kullanılarak gölde geosmin ve MİB üreticisi bakterilerinin yanısıra bu bileşikleri degrede edebilme potansiyeline sahip bakterilerin varlığı tespit edildi.
Genetik
Meme kanseri tanılı hastalarda hormonoterapinin MPV ile ilişkisinin değerlendirilmesi Giriş: Tamoksifen ve aromataz inhibitörlerinin birçok çalışmaya göre vasküler tromboz gibi ciddi yan etkileri olduğu bilinmektedir. Mean Platelet Volume (MPV) trombozda arttığı bilinen bir hematolojik parametredir. Amaç: Biz bu çalışmada adjuvan hormonoterapi ile tedavi edilen hastaların MPV değerlerinde meydana gelen değişiklikleri araştırdık. Materyal-metod: İKÇÜ AEAH'de tıbbi onkoloji polikliniğine başvuran meme kanseri tanılı hastaların tam kan sayımları adjuvan hormonoterapi başlangıcında, tedavinin 1. ve 5. yılında retrospektif olarak incelendi. Tam kan sayımı empedans tabanlı analizör (CELL-DYN 3700) ile gerçekleştirilmiştir. MPV değerleri Mann-Whitney U testi kullanılarak karşılaştırıldı. İki grup arasındaki farkı belirlemek için Fisher's exact test kullanıldı. Bulgular:Çalışmaya toplam 318 meme kanseri hasta alındı. Bu hastalar opere olmuş ve sonrasında izleme alınmış hastalar idi. Adjuvan hormonoterapiye başlangıçta, 1.yılda ve 5.yılda bakılan MPV değerleri yıllara ve hormonoterapi alt gruplarına göre tabakalandırıldı.Bu sonuçlara göre adjuvant tamoksifen kullanan hastaların başlangıç MPV değeri ortalama 8.25, birinci yıl sonunda 8.61, beşinci yıl sonunda 9.8 olarak bulunmuştur. Tamoksifene göre yapılan değerlendirmede MPV değerlerindeki artış istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.005). Letrozol veya anastrazol alan grupta (aromataz inhibitörü) başlangıç MPV ortalama 8.41, birinci yıl 8.28, beşinci yıl 9.49 olarak bulunmuştur. Aromataz inhibitörlerine göre yapılan değerlendirmede MPV değerindeki artış istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.005). Tamoksifen alırken takipte aromataz inhibitörüne geçilmiş hastalarda(switch) başlangıç MPV değeri ortalama 8.07, birinci yıl 8.48, beşinci yıl 9.64 olarak bulunmuştur. Bu hastalarda yapılan değerlendirmede MPV değerinde artış istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur(p<005). Tüm hastalar hangi hormonterapi ajanı aldığına bakılmaksızın incelendiğinde bütün popülasyonda başlangıç MPV değeri 8.27, birinci yıl 8.41, beşinci yıl 9.61 olarak bulunmuştur. Bu değerlerler kıyaslandığında MPV değerindeki artış istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur(p:0.004). Sonuç: Bu çalışma 5 yıl boyunca adjuvan hormonoretapi alan hastalarda MPV'nin artışını göstermektedir. Bu MPV artışı hormonoterapi alan meme kanseri hastalarında tromboz gibi ciddi yan etkilerin tahminini mümkün kılabilir.
Onkoloji
Entezit; tendon veya ligament insersiyosunun kemiğe yapışma bölgesinde meydana gelen inflamasyon olup spondiloartropati grubundaki hastalıkların önemli bir bulgusudur. Psöriatik artritin önemli klinik özelliklerinden biri olan entezit, aynı zamanda her ikisi de spondiloartropati spektrumu içerisinde yer alan inflamatuar barsak hastalığı ilişkili aksiyel ve periferik spondiloartropatilerin seyri sırasında görülebilmektedir. Spondiloartropatilerin erken evresinde görülebilen subklinik entezit, spondiloartropati belirti ve semptomları olmayan inflamatuar barsak hastaları ve psöriyazis hastalarında ultrasonografik yöntemle saptanabilir. Bu çalışmanın birincil amacı; herhangi bir kas eklem yakınması olmayan İnflamatuvar Barsak Hastaları ve Psöriyazis hastalarında subklinik entezopati oranlarının ultrasonografik bulgularla değerlendirilip sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır. İkincil amacı ise; elde edilen ultrasonografik bulguların hastaların hastalık süresi, vücut kitle indeksi ve kullanılan medikal tedavi ile olan ilişkilerinin değerlendirilmesidir Bu çalışmaya klinik olarak saptanabilen artrit ve enteziti bulunmayan, inflamatuvar bel ve sırt ağrısı ve entezis bölgelerinde ağrı tarif etmeyen 60 inflamatuvar barsak, 40 psöriazis hastası ile 40 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol grubu dahil edildi. Klinik değerlendirme sonrası hastalık tanılarını bilmeyen bir araştırmacı tarafından triceps, Quadriceps, proksimal patella, distal patella, Aşil ve plantar fasya tendon insersiyoları ultrasonografik elementer lezyonlar olan hipoekojenite, power doppler sinyali, entezofit, erozyon, kalsifikasyon ve tendon insersiyosunda kalınlık artışı varlığı açısından değerlendirildi ve her bulgu 0-3 puan arasında puanlandı. Hipoekojenite, Power Doppler sinyali ve kalınlık artışı puanları toplanarak inflamasyon skoru; entezofit, erozyon ve kalsifikasyon puanları toplanarak hasar skoru elde edildi. İnflamasyon ve hasar skorlarının toplamı ile toplam ultrasonografik entezopati skorları hesaplandı. Ultrasonografik değerlendirmede toplam ultrasonografik entezopati ve hasar skorları IBH ve psöriazis grubunda, kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak yüksek saptandı. İnflamatuvar barsak ve Psöriazis grubunda skorlar arasında anlamlı farklılık izlenmedi. İnflamasyon skorlarında 3 grup arasında anlamlı fark izlenmedi. Değerlendirilen elementer lezyonlardan entezofit ve erozyon psöriazis grubunda, IBH ve kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha fazla kişide görüldü. Entezofit ve erozyon; psöriazis grubunda IBH ve kontrol grubuna kıyasla daha fazla entezis bölgesinde görüldü. Entezofit ve erozyon IBH grubunda ise kontrol grubuna kıyasla daha fazla entezis bölgesinde görüldü. Kalsifikasyon; IBH ve psöriazis grubunda benzer sayıda entezis bölgesinde görülürken kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha fazla entezis bölgesinde görüldü. Hastalık süresi, uygulanan tıbbi tedavi, vücut kitle indeksi ile inflamasyon, hasar ve toplam ultrasonografik entezopati skorları arasında ilişki saptanmadı. Ülseratif kolit ve Crohn hastalarında inflamasyon, hasar ve toplam ultrasonografik entezopati skorları arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç olarak; psöriazis ve inflamatuvar barsak hastalarında klinik olarak asemptomatik olan entezeal değişiklikler görülebilmektedir. Klinik muayene ile entezopati varlığı gözden kaçabildiği için ultrasonografi kullanımı erken dönemde bu tip anormalliklerin saptanmasında yararlı olabilir. Asemptomatik olan bu hastalarda sonradan gelişme olasılığı yüksek olan spondilartriti erken dönemde saptama olanağı elde etmiş oluruz.
Romatoloji
Bu çalışmada, ülkemizde taşıt LPG tankı üreten bazı firmaların ürettikleri ve piyasada yaygın kullanılan hacimlerdeki tankların deneysel patlatma basınçları ve yorulma çevrim performansları belirlenmiştir. Aynı zamanda, deneye tabi tutulan tankların boyutları, gövde, kapak ve kaynak bölgeleri olmak üzere tüm bileşenlerinin et kalınlıkları da ölçülerek standart gereklilik değerleri ile karşılaştırılmıştır. Tankların malzeme mekanik özellikleri çekme deneyi kullanılarak ölçülmüştür. LPG tanklarının patlatma ve yorulma deneylerini yapmak için çok amaçlı PLC kontrollü elektro-hidrolik deney düzeneği tasarlanarak kurulmuştur. Deney düzeneği hem patlatma hem de yorulma deneyleri yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. Hâlihazırda ülkemizde faal olarak LPG tankı üretimi yapan firmalar belirlenerek en çok satış yaptıkları tank hacimleri ve türleri tespit edilmiştir. Bu çalışma kapsamında ülkemizde üretimlerine devam eden 6 farklı firmaya ait LPG tankları incelenmiştir. Silindirik ve torisferik tanklardan satın alınarak tüm tanklar patlatma ve yorulma deneyine tabi tutulmuştur. Ayrıca bilgisayar destekli simülasyon çalışmaları yapılmıştır. Sonuçlar kaydedilerek veri ve bulgular değerlendirilmiş, hem patlatma hem de yorulma deneyleri standartta belirtilen gerekliliklerle karşılaştırılmıştır. Bazı firmalara ait tanklar standartların öngördüğü minimum değerleri karşılarken bir kısmının karşılamadığı sonucu ortaya konulmuştur.
Makine Mühendisliği
İnsansı robotların gerçekleştirecekleri operasyonlar çevresel faktörlerin etkisi ile kritik derecede zor bir görev olarak kabul edilir. Bu tez, insansı robotların operasyonel kabiliyetlerini artırmaya yönelik olarak, çeşitli engellerin ve duvarların bulunduğu ortamlarda hedefe ulaşmayı sağlamak için olası bir kontrol yaklaşımını açıklamaktadır. İnsansı robot, gördüğü çevre elemanlarından alınan bilgiler, mevcut konum ve yöne göre derin pekiştirmeli öğrenme yöntemleri kullanılarak eğitilmiştir. Eğitimin gerçekleştiği ortamlarda, robota, bir veya birden fazla hedef verilmiştir. Tasarlanan kontrol yaklaşımları, Robot İşletim Sistemi (ROS) ve Webots benzetim ortamlarında test edilmiştir.
Mekatronik Mühendisliği
Amaç: Bu çalışmanın amacı; lise öğrencilerinde yaşlı ayrımcılığına neden olan tutumların incelenmesi, pozitif ve negatif ayrımcı davranış eğiliminin belirlenmesi ve konuyla ilgili demografik farklılıkların etki düzeyinin ortaya konmasıdır. Yöntem: Çalışma; Ankara Eylül Eğitim Kurumları Akdere, Kızılay, Hüseyingazi ve Karapürçek Şubelerinde ve 2021 yılı Mart, Nisan ve Mayıs ayları içerisinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada Kişisel Veri Formu ile Pozitif ve Negatif Yaşlı Ayrımcılığı Ölçeği (PNYAÖ) Kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya toplam 415 Lise öğrencisi katılmıştır. Bu öğrencilerden 57 adedi 9. Sınıf, 91 adedi 10. sınıf, 82 adedi 11. sınıf ve 185 adedi 12. sınıftır. Cinsiyet açısından incelendiğinde katılımcıların 250 adedinin kız ve 165 adedinin erkek olduğu görülmektedir. Katılımcıların % 56,9'u hayatının belirli bir döneminde bir yaşlı ile aynı evi paylaşmış ve % 20,7'si halen bir yaşlı ile aynı evde yaşamaktadır. Çalışma sonucunda öğrencilerin sınıf düzeyinin pozitif ve negatif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturduğu, cinsiyetin pozitif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturmakla birlikte negatif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturmadığı, aynı ev içerisinde yaşlı bir kişiyle yaşama durumunun pozitif ve negatif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturmadığı, öğrencilerin hayatının herhangi bir döneminde yaşlı bir kişi ile yaşama durumu, pozitif ve negatif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturmadığı, hayatın herhangi bir döneminde yaşlı bir kişinin bakımını üstlenme durumunun pozitif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturmadığı ancak negatif yaşlı ayrımcılığı grup ortalama skorları arasında farklılık oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Sonuç: Yaşlı kişilere en uzak yaşam dönemlerinden biri olan gençlik dönemi içerisinde yer alan kişiler üzerinde yapılan çalışmada; gençlerin yaşlılık sürecine ve yaşlılara yönelik belirli ölçüde duyarlılık içerisinde oldukları görülmüştür. Bununla birlikte özellikle negatif anlamda bir kısım ayrımcı davranışlara kayda değer bir yönelim bulunmaktadır. Bu durumun özellikle yaşlılığa ve yaşlanma sürecine ilişkin bilgi eksikliği ve empati yoksunluğu gibi sebeplerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu sebeple lise öğrencilerinin teori ve pratik içerikli eğitim ve bilgilendirme çalışmalarına katılmaları ile ayrımcılık içeren davranışların önlenebileceği kanaatine ulaşılmıştır. Özellikle empati yeteneğini artırıcı çalışmaların bu konuda ön planda tutulması gerekliliği bulunmaktadır.
Geriatri
İstatiksel proses kontrol teknikleri kullanılarak, polipropilen random kopolimerhammaddeden yapılan plastik boruların dış çap ve et kalınlığı değerlerine prosesin vakum,çekme hızı ve yalak sıcaklığı değerlerinin etkileri incelenmiştir.Ekstrüder devri, hammadde, vakum, soğutma suyu sıcaklığı, çekme hızı, girilen ve ölçülengramajlar, dış çap ve et kalınlığı verileri belirli zaman aralıkları ile toplanmış, bu veriler ileprosesin X-R kontrol şemaları çizilmiş ve proses yapabilirlik analizleri yapılmıştır. Dış çap veet kalınlığı değerlerinin proses parametrelerine karşılık grafikleri çizilmiş ve eğilimlerbelirlenmiştir.Yapılan çalışmalar sonucunda, plastik boru ekstrüzyonunda et kalınlığı değerlerini istatikselolarak kontrol altında tutmak dış çapa nazaran daha kolay olduğu anlaşılmıştır. Dış çap;vakum, çekme hızı ve yalak sıcaklığı parametreleri ile doğru orantılı; et kalınlığı değerlerininise vakum ve çekme hızı ile ters orantılı olduğu gözlenmiştir.
Kimya Mühendisliği
Amaç: Bu anket çalışması, diş hekimleri, diş hekimliği öğrencileri ve uzman hekimlerin güncel periodontal hastalık sınıflamasına (AAP-EFP 2017) ilişkin farkındalık ve bilgi düzeyini ölçmek ve sınıflamanın klinik uygulanabilirliğini değerlendirmeyi amaçlamıştır. Gereç ve Yöntem: Daha önce geçerlilik ve güvenirlirliği yapılmış bir çalışmadan elde edilen anket sorularının Türkçe uyarlaması yapılarak PHSİBM-2017 ölçeği oluşturuldu. Ölçek, 7 adet demografik sorudan, sınıflama ile ilgili 14 sorudan oluşmakta idi. Anket, elektronik olarak katılımcılara gönderildi. Bulgular: Veri toplama, Kasım 2022 ile Şubat 2023 tarihleri arasında 607 kişinin yanıtı ile tamamlandı. Katılımcıların %78,9'u (n=479) yeni sınıflama hakkında bilgi sahibiyken, %47,3'ü (n= 228) sınıflamayı uyguladığını belirtti. Bilgi sahibi olan 479 kişiye PHSİBM-2017 uygulandı ve ölçeğin geçerli ve güvenilir bir ölçüm aracı olduğu doğrulandı. Ölçek skor ortalaması cinsiyet, yaş, çalışma süresi ve uzmanlık alanına göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi (p>0,05). Fakat bu ortalama yeni sınıflamayı kendi hastalarında uygulayanlarda istatistiksel olarak yüksek bulundu (p<0,001). Günlük klinik pratiğinde periodontitisin evre ve derece sisteminin uygulanabilirliği en çok fikir ayrılığı olan sorulardan biriydi ve yaklaşık %35'i tarafından uygun bulunmadı. Peri-implant hastalıkların yeni sınıflamaya dahil edilmesinin faydası konusuna katılımcıların %93'ü olumlu yanıt verdi. Son soruda katılımcıların %52,6'sı sınıflamadan memnun olduğunu belirtti. Sonuç: Bu çalışma sonucunda, yeni sınıflamadaki bazı yetersizlikler ve teori ile uygulama arasındaki boşluklar tespit edildi. Güncel sınıflamanın klinik pratiğinde uygulanmasını kolaylaştırmak için daha fazla revizyona ve zamana ihtiyaç vardır.
Diş Hekimliği
Balık yağı ve ürünleri son yıllarda sağlıklı beslenme açısından olumlu yönleri dolayısıyla artan bir öneme sahiptir. Doğrudan tüketimleri yanı sıra farklı gıdalara ve yemlere katılarak kullanılabilmektedir. Yumuşak kapsül ve draje formlardaki balık yağı ürünleri tüketimi de son yıllarda popüler hale gelmiştir. Takviye edici gıdalar olarak adlandırılan bu tür ürünler kolay bozulabilir olduklarından koruyucu katkılı olarak da piyasaya sunulabilmektedir. Yapılan bu çalışmada koruyucu katkı içeren ve içermeyen, şişelenmiş veya yumuşak kapsül ve draje formlarında satılan balık yağı ürünlerinin mikrobiyolojik özellikleri araştırılmıştır. Toplam 50 örnek eczane, market vb. tüketim noktalarından toplanarak mikrobiyolojik analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu 50 örneğin 20 adedi koruyucu içeren şişelenmiş, 20 adedi ise koruyucu içermeyen şişelenmiş sıvı formda balık yağı ürünüdür. Geriye kalan 10 örnek ise yumuşak kapsül ve draje formunda tüketime sunulan ürünlerdir. Toplam aerob mezofil bakteri sayısı açısından koruyucu içeren-şişelenmiş 20 örneğin sekizinde (%40) 101-104 kob/ml düzeylerinde, koruyucu içermeyen-şişelenmiş 20 örneğin ise altısında (%30) 101-103 kob/ml düzeylerinde mikroorganizma bulunduğu belirlenmiştir. Küf ve maya sayısı açısından ise koruyucu içeren-şişelenmiş 20 örneğin beşinde (%25) 101-103 kob/ml düzeylerinde ve koruyucu içermeyen-şişelenmiş 20 örneğin ise dördünde (%20) 101-103 kob/ml düzeylerinde mikroorganizma geliştiği belirlenmiştir. Yumuşak kapsül ve draje formunda incelenen 10 örneğin dördünde (%40) toplam aerob mezofil bakteri varlığı, yine dördünde (%40) küf-maya varlığı belirlenirken iki örnekte (%20) Enterobacteriaceae spp. bulunduğu dikkati çekmiştir. Koruyucu içeren-şişelenmiş 20 örneğin birinde de (%5) 30 kob/ml düzeyinde Enterobacteriaceae spp. izole edilmiştir. Balık yağı ve ürünlerinde mikrobiyal gelişme ürünün yapısı gereği sınırlı olmakla birlikte hammaddenin seçimi, üretim ve muhafaza aşamalarında uygun şartlar sağlanmadığı takdirde patojen ve bozulma yapıcı mikroorganizmaların ürüne bulaşabileceği ve halk sağlığını tehdit edebileceği sonucuna varılmıştır.
Besin Hijyeni ve Teknolojisi
Türkiye'nin en Kuzeybatısını teşkil eden Trakya Bölgesi'nde Güneydoğu-Kuzeybatı doğrultulu uzanıma sahip birçok doğrultu atımlı fay yer almaktadır. İstanbul'un batısında bulunan ve çalışma bölgesini de kapsayan Çatalca Bölgesi'nde de Kuzeybatı?Güneydoğu doğrultulu aralı aşmalı (en-echelon) bir fay kendini göstermektedir. Ayrıca Çatalca Bölgesi, Trakya havzasının sonlandığı, Istranca Masifi'nin en batıdaki uzanımlarını gösterdiği ve doğusunda İstanbul-Zonguldak Bölgesi'nin başladığı noktadadır. Bu iki bölge arasındaki sınırı da Çatalca Fayı'nın doğusunda bulunan günümüzde çökellerle örtülmüş büyük bir ana fayın oluşturduğu çoğu jeologun ortak görüşüdür. Ancak bu fayın kara içerisindeki kesin yeri tahminden öteye gidememektedir. Çatalca Bölgesi jeolojik yapıları pek çok araştırmaya konu olmuşsa da derin yapılara kadar inen özdirenç kesitleri bulunmamaktadır. Bu bölgedeki yer iletkenlik yapısını belirlemek, sınırlarını ortaya koymak ve yorumlamak bu çalışmanın kapsamını oluşturmaktadır.Bu amaç doğrultusunda, 28 Nisan-4 Mayıs 2007 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nün sağladığı iki adet Phoenix MTU-5A manyetotelürik ölçüm cihazı kullanılarak bölgedeki fayları dik kesecek şekilde Güneybatı'dan başlanarak Kuzeydoğu'ya uzanan dokuz istasyon içeren ~30 km uzunluğundaki bir profil üzerinde manyetotelürik ölçüler alınmış, daha sonra bu veriler bilgisayarda işlenerek yoruma hazır hale getirilmiştir. İki boyutlu ters çözümleme işlemleriyle elde edilen özdirenç kesitleriyle bölgede bulunan birimler yorumlanarak ilişkilendirilmiş; bu birimlerin düşey ve yanal sınırları belirlenmiştir.Çalışmalar sonucunda havza kalınlıkları, Çatalca Fayı'nın yeri, derinden yüzeye jeolojik doğrultunun değişimi ve birimlerin özdirençleri elde edilmiştir.Ölçülerin alındığı profilin doğusunda gittikçe derinleşen ve kesitlerde en fazla 700m derinliğe ulaşan iletken çökel kalınlığı gözlenmiştir. Çatalca fayının neden olduğu, derine doğru uzanan iletken bir bölge Elbasan'da kurulan istasyonun doğusunda kendini göstermiştir. Profilin en güneybatısında çökellerin aniden derinleşmesi olarak yorumlanan ve bir faya bağlantılı olduğu düşünülen bir başka iletken yapı tespit edilmiştir. Yassıören ve Baklalı istasyonlarının altında büyük bir düşey iletken sınır belirlenmiştir. Bu sınırın, jeolojik olarak tartışılan ve daha önce hakkında bir jeofizik veri bulunmayan süturu yani Batı Karadeniz Fayı'nı temsil ettiği düşünülmektedir.
Jeofizik Mühendisliği
Amaç: Bu çalışmada, Dental Folikül Mezenkimal Kök Hücrelerin (DF-MKH) Th2 baskın Atopik Dermatit hastalarının periferal kanından izole edilen lenfositleri üzerindeki immünomodülatör etkisinin in vitro ortamda araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: AD tanısı almış hastalar (n=9), Psoriasis hastaları (n=6) ve sağlıklı bireyler (n=6) çalışmaya dâhil edilmiştir. Bireylerin 20 ml venöz kanından Periferal Kan Mononükleer Hücre (PKMH) izolasyonu yapıldı. PKMH'ler uyaransız ve uyaranlı ortamda DF-MKH varlığında ve yokluğunda 72 saat kültür edildi. Süre sonunda CD4+/CD8+T lenfosit proliferasyonu, hücre apoptoz belirteçleri, T regülatör hücre oranları, Naive/bellek T hücre oranları ve kültür süpernatantından sitokin düzeyleri flow sitometri cihazında, GATA3, Tbet1 ve FoxP3 protein ekspresyonları Western Blot yöntemiyle analiz edildi. Bulgular: AD ve psoriasis hastalarında CD4+ ve CD8+T lenfositlerin DF-MKH varlığında, Fas(CD95), FasL (CD178) ve TNFRII yüzdesi anlamlı derecede baskılandı (p ‹0,05). Her iki hasta grubunda bellek T hücre oranı DF-MKH varlığında anlamlı olarak azalırken, Naive T hücreleri anlamlı olarak arttı (p ‹0,05). DF-MKH varlığında CD4+CD25+Foxp3+ oranı AD grubunda arttı (p ‹0,05). IL-17A, IL-6 ve TNF-α düzeyleri her iki hasta grubunda anlamlı olarak baskılandı (p ‹0,05). IFN-γ ve IL-10 düzeyleri AD hastalarında DF-MKH varlığında anlamlı olarak arttı (p ‹0,05). Sonuç: DF-MKH'lerin Th2 baskın AD hastalıklarında immün yanıtı düzelttiği saptandı. Sonuçlarımız DF-MKH'lerin AD'de immünomodülatör etkisi olduğunu ve tedavi yaklaşımlarında kullanılmasının uygun olabileceğini düşündürmektedir.
Allerji ve İmmünoloji
Son yıllarda dünyada ve Türkiye'de aile içi şiddetin önlenmesine yönelik çalışmaların arttığı gözlemlenmektedir. Aile içi şiddet vakalarında özellikle kadınlar ve çocuklar büyük zarar görmektedir. Medya da bu tip olaylara fazla yer vermektedir. Medyanın olayları ele alış biçimi toplumun şiddet öğesine bakışını da etkilemektedir.Bu çalışmada kadına yönelik şiddet haberlerini üçüncü sayfa olma özelliğinden çıkartıp toplumsal bir olay olarak görülmesini hedefleyen Hürriyet Gazetesi'nin Aile İçi Şiddete Son Kampanyası'ndaki haberleri analiz edilmiştir. Bunun için kampanyanın ilk yılı (2005) ve 2009 yılında yayımlanan haberleri incelenerek veriler değerlendirilmiştir.Araştırmanın sonucunda iki yılda yayımlanan haber sayılarında büyük bir değişiklik olmadığı gözlenmiştir. Bununla birlikte, yayımlanan görsellerde büyük bir değişim yaşanmıştır. Gazete, haberde genellikle mağdurdan yana bir dil kullanmaktadır. Kampanya ile polise intikal etmiş haberlerin yanı sıra toplumu aile içi şiddet konusunda bilinçlendirici haberlere de ağırlık verildiği söylenebilir.Özetle toplumda aile içi şiddet konusunda farkındalık yaratmaya yönelik başlatılan kampanya, gazetenin bu konudaki tutumunun diğer gazetelere göre farklılaşmasına neden olmuştur. Ancak gazetenin şiddet haberlerini yayımlarken mağdurların fotoğraflarının ve kimliklerinin açıklanmasında yeterince hassas davranmadığı saptanmıştır.
Gazetecilik
Bu çalışmada küresel ısınmanın özellikle son yıllarda balık yetiştiriciliği üzerindeki artan olumsuz etkileri düşünülerek, balıkların bu olumsuz etkilerden kaynaklanan stres faktörlerinden en az şekilde etkilenmesi amaçlanmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda balıklarda stres faktörlerine karşı toleransı arttırmaya yönelik etkisinin olduğu düşünülen; L-Karnitin maddesi kullanılmıştır. Bu bağlamda da bu çalışmada; L-Karnitin uygulanmış yem ile beslenen sarı prenses (Labidochromis caeruleus Fryer, 1956) yavrularının büyüme performansları ve yüksek sıcaklık altında yaşama oranları incelenmiştir. Balık materyali olarak özel bir işletmeden temin edilen canlı ağırlık ortalaması 0.46±0.09 g olan 395 adet sarı prenses yavruları kullanılmıştır. Deneme süresi; 60 gün L-karnitin ilaveli yem ile besleme ve 7 gün yüksek sıcaklığa maruz bırakma dahil toplamda 67 gündür. Deneme yemlerine 0, 500, 1000 ve 2000 mg/kg L-Karnitin ilave edilmiştir. Deneme sonunda; 500 mg/kg L-Karnitin ilaveli yem ile beslenen grup daha yüksek canlı ağırlık kazancı elde etmiştir (p<0.05). Yaşama oranı denemenin ilk kısmında 0, 500, 1000 ve 2000 mg/kg denemelerinde sırasıyla % 90, % 89, % 83 ve % 87 elde edilmiştir. Denemenin ikinci kısmında ise; % 97, % 97, % 97 ve % 96 olarak bulunmuştur. Sonuç olarak; yeme L-Karnitin ilavesinin sarı prenses yavrularının büyümesi üzerinde olumlu bir etkisi olduğu, stres altında yaşama oranları üzerinde kontrol grubuna göre önemli fark yaratmadığı tespit edilmiştir (p≥0.05).
Su Ürünleri
Bilgi Yönetimi, teknik ve sosyal boyutları olan; örgütlerin geleceğine yön veren önemli bir iştir. Bununla birlikte bilgi yönetimi çoğunlukla, enformasyon teknolojileri uzmanları ve yöneticilerinin alanı olarak algılanmaktadır. Bunun yanı sıra kavramın benzerlerinden net olarak ayrılamaması, bilgi yönetimi süreçlerine olumsuz etki yapmaktadır. Diğer bir deyişle, her ne kadar enformasyon sistemlerinin yaygın kullanımı ve büyük veri analizleri, karar süreçlerinde aktif rol oynasa da; sosyal boyutu göz ardı edilen bilginin eksik kalacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda söz konusu çalışmada; bilgi yönetimi araştırmalarının odaklandığı noktaların tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Amaç doğrultusunda öncelikle üniversite kütüphanesi üzerinden (lib.ikc.edu.tr) "Bilgi Yönetimi" alanındaki çalışmalar taranmıştır. Bu çalışmaların farklı bilimsel alanlara göre dağılımları belirlenmiş, "Sosyal Bilimler" kapsamında yer alan "İşletme ve Yönetim" alanındaki bilgi yönetimi konulu çalışmaların odaklandıkları hususlar incelenmiştir. Ardından, karşılaştırma yapabilmek amacıyla, işletme ve yönetim alanında etki faktörü en yüksek olan "Academy of Management Journal" dergisinin tüm sayılarında; anahtar kelimeleri arasında "bilgi yönetimi" olan yayınlara ulaşılmış ve söz konusu yayınlarda bilgi yönetimi ile birlikte kullanılan diğer anahtar kelimeler analiz edilmiştir. Son olarak, bahsedildiği üzere konularına ve ayrıca yıllarına göre değerlendirilen yayınların, genel literatürde ve Academy of Management Journal dergisinde beliren farklılıkları açıklanmıştır. Elde edilen bulgulardan hareketle, genel işletme&yönetim yazınında, bilgi yönetiminin teknik boyutunun sosyal boyutundan daha sık çalışıldığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte Academy Of Management Journal dergisinde ise, bilgi yönetiminin sosyal boyutuna teknik boyutuna göre daha fazla odaklanıldığı ve derginin genel literatüre yön verdiği görülmektedir. Ayrıca yerli yazın analizi sonucunda, enformasyon ve bilgi kavramlarının ayrımının net olarak yapılmadığı ve ilgili kavramların birbirlerinin yerine kullanıldığı saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Veri, Enformasyon, Bilgi, Bilgi Yönetimi, Bilgi Yönetiminin Sosyal Boyutu, Bilgi Yönetiminin Teknik Boyutu
Bilgi ve Belge Yönetimi
Amaç: Üveit hastalarında serum interlökin-2 (sIL-2) düzeyinin hastalık aktivasyonuyla ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Şubat- Kasım 2003 tarileri arasında Uvea biriminde takibi yapılan hastalar çalışma kapsamına alınmıştır. Aktif üveit grubuna 19'u Behçet hastası olmak üzere toplam 43 hasta; kontrol gruplarına ise Behçet hastalığı (BH) tanısı alan ancak göz tutulumu olmayan 15 hasta (Grup 1), göz tutulumu olup aktif dönemde olmayan 15 hasta (Grup 2) ve 14 normal olgu (Grup 3) alındı. Olguların serumlarında, IL-2 seviyeleri enzim bağlı immunosorbent analizi (enzyme-linked immunosorbent assay, ELISA) ile ölçüldü ve tüm grupların sIL-2 seviyelerinin ortalamaları ve standart deviasyon (SD) hesaplandı. Serum IL-2 seviyeleri gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Ön ve arka segment tutulumu olanlarda altgrup analizi yapıldı. Bulgular: Ortalama sIL-2 seviyesi, aktif üveit grubunda 2,82±3,41 Ü/ml (0.33-14.23), aktif Behçet gubunda 4.52±3.98 Ü/ml (0.87-14.23), kontrol gruplarında; grup 1'de 0.76±0.67 Ü/ml (0.09-2.17), grup 2'de 1.35±0.87 Ü/ml (0.11-3.02), grup 3'de ise 0.52±0.70 Ü/ml (0.01-2.11) olarak bulundu. Serum IL-2 düzeyi, aktif Behçet grubunda ön segment tutulumu olan olgularda (n=9) 1.61±0.68 Ü/ml (0.87-3.18), arka segment tutulumu olan olgularda (n=10) 7.13±3.91 Ü/ml (0.98-14.23) olarak bulundu. Serum IL-2 seviyesi, gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Aktif Behçet grubuyla kontrol grupları arasındaki fark anlamlı olarak bulundu (p=0.001, p=0.007, p= 0.001). Kontrol gruplarından grup 1 ve 2 arasında, IL-2 düzeyleri açısından anlamlı bir fark tespit edilmedi ( p=0.052). Ön ve arka segment tutulumunda ise aradaki fark anlamlı idi (p=0.002). Sonuç: Serum IL-2 düzeyinin, özellikle göz bulgularının olduğu Behçet hastalarında, immün sistemin ve hastalığın aktivasyonunu gösteren bir kriter olarak kullanılabileceği sonucuna varıldı.
Göz Hastalıkları
Bu araştırma, Türkiye'deki paramediklerin ve paramedik öğrencilerinin sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını tanımlamak üzere yapılmıştır. Tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Çalışmanın evrenini Paramedik Derneği'ne üye olan paramedikler ve halen bir yükseköğrenim kurumunda öğrenimine devam eden paramedik öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışmanın örneklemini ise Paramedik Derneği üyesi olan paramedikler ve paramedik öğrencilerden çalışmaya katılmayı kabul eden 188 mezun ve 167 öğrenci olmak üzere toplam 355 dernek üyesi oluşturmuştur. Çalışmada veriler, araştırmacı ve danışmanı tarafından hazırlanan ve katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini ve yaşam biçimi davranışlarını tanımlayan Kişisel Tanıtıcı Özellikler Bilgi Formu ile Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları-II ölçeği ile toplanmıştır. Anket formu ve ölçek online olarak dernek üyelerine gönderilmiş ve yanıtları toplanmıştır. Maili olmayan üyelere ise derneğin sosyal medya hesapları aracılığı ile ulaşılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler SPSS 20.0 istatistik paket programı aracılığıyla analiz edilmiştir. Araştırmanın bulgularına göre paramedik bölümünde öğrenimine devam eden öğrencilerin Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları-II ölçeğinden aldıkları puan paramediklere göre daha fazladır. Öğrencilerin ölçeğin alt boyutları olan sağlık sorumluluğu, egzersiz, beslenme, stres yönetimi ve toplam ölçek puanında aldıkları puanlar paramediklere göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. İki grup arasında kendini gerçekleştirme ve kişiler arası destek puanları arasında ise anlamlı fark bulunamamıştır. Paramediklerin sağlıklı yaşam biçimi davranışları puanlarının öğrencilere göre daha düşük olmasının nedeni, paramediklerin çalışma koşullarının düzensizliği ve zorluğu ile açıklanabilir. Özellikle çalışma sırasında öğün atlama sıklığının paramediklerde yüksek olduğu ve bu durumun sonucu etkilediği görülmüştür. Ancak ölçek puanına göre çalışma şeklinin etkisi olmadığı belirlenmiştir. Ayrıca herhangi bir işte çalışmayan, sağlık durumunu iyi olarak ifade eden ve ailede kronik hastalığı olan katılımcıların Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları-II ölçeğinden aldıkları puan anlamlı düzeyde yüksektir, kişilerarası destek puanları arasında ise fark saptanamamıştır. Yine çalışmada kadınlarda stres yönetimi puanının erkeklere göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmüştür.
Halk Sağlığı
Bu çalışma 3 Ocak 1994 günü ile 31 Aralık 2007 tarihleri arasında İMKB-100 endeksinin seanslık ve günlük kapanış değerleri incelenerek oluşturulmuştur. Çalışmanın amacı İMKB'de mevsimsel anomalilere ilişkin bulguları ortaya koymaktır. Buna göre İMKB-100 endeksinde söz konusu tarihler arasında en yüksek getiri Cuma, en düşük getiriyi ise Salı günlerinde gerçekleşmiştir. Günlük anomalilere ilişkin bu bulgu İMKB'nin anılan bağlamda uluslar arası piyasalara paralellik gösterdiğini ifade etmektedir. Ayrıca haftanın günleri ile ilgili olarak bir diğer bulgu; arka arka iki hafta arasında ortaya çıkan ilişkidir. Yapılan çalışmada haftanın son işlem gününün pozitif veya negatif kapanış özelliğine göre sonraki haftanın ilk işlem gününde de aynı yönde bir etki yarattığı gözlemlenmiştir.Aylık anomalilere ilişkin bulgular ise Ocak ayının günlük bazda en yüksek getiriyi sağladığını ve bunu sırasıyla Aralık, Ekim ve Nisan aylarının izlediğini göstermektedir. Bu çalışmada ayrıca, genel olarak hafta sonu dışındaki tüm tatiller öncesi iki günün ortalama getirisi, tatil sonrası iki günün getirisinden 4 kat, tüm günlerin getirisinden ise 3 kat fazladır. Bu bulgu da Ocak ayı etkisi ile birlikte, uluslar ası bulgulara paralellik göstermektedir. Fakat, İMKB'de bayramlara, yani uzun tatillere ilişkin değişik bir anomali mevcuttur. Bayramlarda borsadaki tatil etkisi çok daha yoğun olarak gözlemlenmektedir.Tüm bu sonuçlar, İMKB'de hisse senedi getirilerinin takip edilebilir bir seyir izlediğini, fiyatların belli zaman dilimlerinde sistematik olarak aynı davranışsal özellikleri gösterdiğini, dolayısıyla söz konusu mevsimsel trendleri dikkatlice izleyen profesyonel bir yatırımcının normalüstü kar elde etmesinin olanaklı olduğunu göstermektedir. Oysa ?Etkin Piyasalar? kuramına göre etkin bir piyasada geçmiş fiyat hareketlerini kullanarak normalüstü kar elde etmenin mümkün değildir.
Ekonometri
Tasarım, inovasyon sürecinin merkezindeki bir etkinlik olarak, firmalar ve hatta ülkelerin birbirleriyle yaşadıkları rekabet ortamında kullandıkları en etkili girdi kaynaklarından biri olarak yer almaktadır. İnovasyon süreci sonunda ortaya çıkan göstergeler, bu girdi kaynaklarının etkisiyle ortaya çıkan yenilik çıktıları üzerinden okunmaktadır. Tasarımın, yenilik çıktıları üzerindeki etkisine yönelik günümüze kadar yapılan çalışmalar ise, firmaların sahip olduğu finansal göstergeler üzerinden değerlendirilmiştir. Bu nedenle tasarım faaliyetinin, finansal olmayan diğer yenilik çıktıları üzerindeki etkisinin araştırılması büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla bu çalışmada tasarımın yenilik çıktıları üzerindeki etkisi mobilya endüstrisi üzerinden değerlendirilmiştir. Bu kapsamda; Ankara Siteler bölgesinde faaliyet gösteren 344 küçük ve orta ölçekli firma yöneticilerine yüz yüze anket uygulanmış, firmaların sahip olduğu tasarım kaynakları ve yenilik çıktılarına yönelik bulgular ortaya çıkarılmış, bu bulguların birbirleriyle olan ilşkisine yönelik geliştirilen hipotezler sınanmıştır. Çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde araştırma probleminin tanımı, çalışmanın amacı ve önemi açıklanmıştır. Araştırmanın ikinci bölümünde tasarımın inovasyon sürecindeki konumu, tasarım kaynakları ve yenilik göstergelerine yönelik kavramlar kapsamlı literatür bağlamında ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, tasarım merkezine yönelik tanımlar, ülkemizdeki destek programları ve uygulamaları değerlendirilmiştir. Dördüncü ve beşinci bölümde araştırma kapsamında alan çalışması, yöntem ve bulgulara yer verilmiştir. Sonuç ve öneriler bölümünde, araştırma kapsamında elde edilen bulgular ve hipotezlere yönelik genel bir değerlendirme yapılmış; bu değerlendirmeler bağlamında Siteler bölgesine yönelik bölgesel bir Tasarım Merkezi önerisi sunulmuştur.
İç Mimari ve Dekorasyon
Anlık değişen tüketici ihtiyaçları ve artan rekabetle beraber markalar tüketicilerini elde tutma adına daha fazla yatırım ve çalışmalarda bulunmaktadırlar. Yapılan çalışmalarla sundukları hizmetin kaliteli olması ve tüketicilerin markayla olan ilişkilerin arttırılıp, hayatlarında uzun süreli o markaya yer vermeleri amaçlanmaktadır. Böylece markalar, tüketicilerin hem duygularına hem de aralarındaki ilişkilere hitap eden deneyimsel pazarlama stratejilerine ve rakiplerinden farklılaşması adına büyük önem taşıyan hizmet kalitesine önem vermektedirler. Bu durumda yapılan araştırmada markaların tüketicilere verimli bir şekilde sunmak istedikleri hizmet ve deneyim kavramlarının etkileri ve tüketiciler tarafından ne düzeyde algılandıkları incelenmiştir. Marka deneyiminin ve algılanan hizmet kalitesinin ilgili literatürdeki mevcut düzeyleri ve önemleri incelenmesiyle beraber iki önemli kavramın birbirleri ile ilişkileri araştırılmıştır. Bu amaç çerçevesinde ilgili araştırma, otomotiv sektöründe hizmet alan 720 katılımcıyla yüz yüze anket çalışması yapılarak gerçekleştirilmiştir. Çıkan sonuçlarla, marka deneyimi ve algılanan hizmet kalitesinin genel ve boyutsal olarak ilişkileri ölçülmüş, literatür incelemesiyle beraber tartışılmıştır.
Halkla İlişkiler
Bu çalışmada Lider-üye etkileşimi (LÜE) etki, bağlılık, katkı ve profesyonel saygıyı içeren çok boyutlu bir yaklaşımla ele alınarak , LÜE kalitesinin çalışanların örgütsel bağlılık ve iş tatminleri üzerindeki etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada bağımsız değişken olarak lider-üye etkileşimi alt boyutları; bağımlı değişkenler olarak örgütsel bağlılık alt boyutları olan duygusal, devam ve normatif bağlılık ile iş tatmini ele alınmıştır. Çalışmanın evreni olarak Antalya Belek bölgesindeki beş yıldızlı konaklama işletmelerindeki çalışanlar seçilmiştir. Araştırma için gerekli olan veriler anket formu ile elde edilmiştir. Alan araştırmasında kolayda örnekleme yöntemi kullanılarak elde edilen 319 kişilik veri seti IBM SPSS 22 paket yazılımı ile değerlendirmeye alınmıştır. İstatistiksel analizde pearson korelasyon, çoklu regresyon analizi, t-testi, anova testi ve post hoc testlerinden TUKEY ve LSD kullanılmıştır. Araştırma sonucunda lider-üye etkileşimin profesyonel saygı alt boyutunun duygusal bağlılık ve normatif bağlılık üzerinde anlamlı ve pozitif bir etkisinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer sonuçlar ise bağlılık ve profesyonel saygı alt boyutlarının iş tatmini üzerinde anlamlı ve pozitif bir etkisinin olduğunu göstermektedir.
Turizm
Kullanıcıların duygularına, ihtiyaçlarına ve beklentilerine önem verilmesi ve onları mutlu eden ürünlerin tasarlanması, son yıllarda tasarımın en önemli hedeflerinden biri haline gelmiştir. Buna bağlı olarak sürdürülen çalışmalarda, insanları hangi ürünlerin neden mutlu ettiği üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Tasarım yazınında, mutluluk ve öznel iyi oluş kavramları üzerinden, insanların yaşamını daha kaliteli hale getirmek ve geliştirmek üzerine durulurken, aynı zamanda bu hedeflerin ürün tasarımıyla nasıl ilişkilendiğine de bakılmaktadır. Bu nedenle pozitif psikolojiden beslenen pozitif tasarım da, insanların öznel iyi oluşlarını arttırıp, onların yaşamlarını daha iyi hale getirmeyi beklemektedir. Pozitif tasarım boyutları izlenerek yapılan ürün tasarımında, ürün kullanıcı arasındaki ilişkileri gösteren belli ürünlerle yapılan çalışmalar bulunmaktadır. Buna rağmen, tasarım yazınında insan hayatında günlük ihtiyaçları da içerisinde bulunduran ürünler ile ilgili bazı eksiklikler bulunmaktadır. Bu kapsamda, bu araştırma ile insanların günlük hayatlarında hem bir ihtiyaç hem de farklılık yaratmak adına kullanmayı tercih ettikleri aydınlatma ürünleri üzerinden, pozitif tasarımın boyutları incelenecektir. Aynı zamanda ürünlerin deneyimleri ile birlikte, ürünlerin belirlenmiş olan mekânlarda kullanımın değerlendirilmesine de bakılacaktır. Toplamda 40 katılımcının, farklı özelliklere sahip 5 farklı aydınlatma ürününü, bir araştırma ortamında deneyimlemeleri sağlanmıştır. Ardından yarı yapılandırılmış mülakatlarla katılımcılara ürünler hakkındaki fikirleri sorulmuş ve katılımcıların deneyimleri ve fikirleri üzerinden pozitif tasarımın boyutları hem ürün bazında hem de ürün ve mekânın bir arada kullanılması üzerinden incelenmiştir. Ürünlerin bire bir deneyimlenmesi ile ortaya çıkan sonuçlar ve ürünlerin ortamlarda yerleştirilmiş halini gösteren ortam fotoğraflarıyla aydınlatma ürünleri özelinde pozitif tasarım boyutlarına göre değerlendirmeler yapılacaktır. Bu çalışmanın sonuç bölümünde ise, ürün tasarımı ve kullanıcı tercihlerinin hangi kriterlere göre şekillendiği, ürünlerin belirli mekânlar içerisinde kullanıcılar tarafından nasıl değerlendirildiği ve pozitif tasarımın boyutlarının kullanım deneyimine etkilerine bakılacaktır. Bu çalışmanın hem ürün tasarımı hem de iç mekân tasarımı yazınına, aydınlatma ürünleri özelinde pozitif tasarımın etkileri konusunda katkıda bulunması beklenmektedir.
Endüstri Ürünleri Tasarımı
Tiroid bezi, vücudun metabolizmasını düzenlemeye yardımcı olmak için tiroid hormonları üretir. Tiroid hormonlarının üretimindeki anormallikler iki kategoriye ayrılır: tiroid hormonunun yetersiz üretimine bağlı hipotiroidizm ve tiroid hormonunun aşırı üretimine bağlı hipertiroidizm. Bu iki hastalığın ayrılması tiroid teşhisi için çok önemlidir. Tiroid hastalığı, tiroid hastalıklarının zamanında ve doğru teşhisinin laboratuvar tetkiklerine ve semptomlarına göre yaşamsal önem taşıdığı hastalıklardan biridir. Anormal tiroid fonksiyonunun zamanında teşhis edilememesi, hasta için geri dönüşü olmayan komplikasyonlara ve ölümüne yol açabilir. Bu çalışmada amacımız, tiroid bezinin normal, hipertiroidizm veya hipotiroidizm açısından durumunu veri madenciliği teknikleri kullanarak belirlemektir. Bu nedenle sınıflandırma için derin öğrenme algoritması önerilmiştir. Bu yöntemler, gereksiz ve ilgisiz özelliklerle başa çıkmak için daha güçlü sınıflandırma algoritmalarına dayanır. Bu makalede, özellik seçimi, tespit yoluyla önemli bir konu olarak tartışılıyor ve emperyalist rekabet algoritmalarının, algılama oranlarını iyileştiren iyi özellik alt kümelerini seçmek için basit, genel ve güçlü bir çerçeve sağladığını gösteriyor.Bu çalışma bir tanımlayıcı-analitik bir çalışmadır ve veritabanı, 21 risk faktörüne dayanan ve UCI veri referansından alınan 7200 bağımsız kayıt içerir. Bu çalışma önce derin öğrenme sinir ağının tiroid hastalığını teşhis etme işlevini inceliyor ve ardından emperyalist rekabet adı verilen bir algoritma en iyi özellikler eçiliyor. Sonuçlar, veri setinde uygulanan sınıflandırma için derin öğrenme algoritması ve emperyalist rekabetçi algoritmanın daha iyi, daha yüksek performans ve% 97,62 doğruluk oranına sahip olduğunu göstermektedir.
Bilgisayar Mühendisliği Bilimleri-Bilgisayar ve Kontrol
ÖZET Arslan, Fazlı, Safîvvüddîn Abdülmümin el-Urmevî ve er-Risâletü's- Serefiwe'si, Doktora Tezi, Danışman, Yard. Doç. Dr. Bayram Akdoğan, VI-357 s. Bu çalışma ile Türk Mûsikîsi tarihinin en önemli yüzlerinden birisi olan Safiyyüddîn'in hayatı, eserleri ele alınmış, mûsikî nazariyatına ilişkin yazdığı Şerefiyye isimli eserin ulaşabildiğimiz 11 nüshası tavsif edilmiştir. Bu nüshalar içerisinden belirlediğimiz dört nüsha ile eserin edisyon kritiği yapılmış ve Türkçe'ye tercüme edilerek incelenmiştir. Şerefiyye 17 perdeli eski Doğu ses sisteminin ayrıntılı olarak anlatıldığı bir eserdir. Safiyyüddîn eserini yazarken eski Yunan filozoflarının eserlerinden, bunun yanında islam dünyasında kendisinden önce bu alanda eser veren Kindi, Fârâbî ve İbn-i Sînâ vb. müelliflerin eserlerinden önemli ölçüde yararlanmıştır. Çalışmamız esnasında bu kaynaklara imkan ölçüsünde işaret ettik. Türk MûsikîsVnin en önemli kaynaklarından biri olan Şerefiyye' de, akustik, sayılar arasında bulunan oranlar, aralıklar, uyum-uyumsuzluk, cinsler, cinslerdeki aralıklar ile tertip edilmiş dörtlü ve beşlilerle bir ve iki oktavlık dizilerin tertibi, bir oktavdaki 17 perdenin tespiti, dizilerin ortak sesleri, makamlar, transpozisyon, seyir, enstrüman icrası, akort düzenleri ve beste yapımı gibi birçok konu ele alınmıştır.
Müzik
Bu çalışmada Ravel'in orkestrasyon tekniği üzerine bir inceleme yapılmıştır. Bu inceleme Mussorgsky'nin `Bir Sergiden Tablolar' adlı piyano eserinin orkestrasyonu üzerinden yapılmış, Ravel'in orkestrasyon tekniğindeki detaylar ortaya konmaya çalışılmıştır.Çalışmaya orkestrasyonun kısa bir tarihçesi ile başlanmış, İzlenimcilik akımı, Ravel'in hayatının genel yapısı özetlenmiş ardından `Bir Sergiden Tablolar' eserine değinilmiş, bu bağlamda Mussorgsky'nin hayatı ve eser ile ilgili genel bilgiler aktarılmış, eserin diğer orkestrasyonlarına değinilmiş ve Ravel'in orkestrasyonunun genel özellikleri anlatıldıktan sonra aynı eserin detaylı orkestrasyon analizi yapılmıştır.
Biyografi
Dijitalleşen dünya ile birlikte geleneksel pazarlama faaliyetleri önemini ve etkinliğini yitirmeye başlarken dijital pazarlama faaliyetleri tüm avantajlı yönleriyle ön plana çıkmaktadır. Yeni bir pazarlama iletişimi aracı olarak görülen dijital etkileyen pazarlamasının, markalar için hedef kitleleri ile etkili bir iletişim kurabilmelerinin yanı sıra ölçülebilir sonuçlara kolayca ulaşabilmelerine de katkı sağladığı gözlemlenmektedir. Dijital etkileyenler aynı zamanda, tüketiciler nezdinde de yeni bir bilgi kaynağı olarak görülmektedir. Dijital etkileyenlerin bir nevi kanaat önderleri olarak görüldüğü göz önüne alındığında ise araştırmanın teorik alt yapısında Katz ve Lazarsfeld'in geliştirdiği İki Aşamalı Akış Kuramı ile kaynağın inanırlığı ve güvenirliği bağlamında inceleme yapmak doğru olacaktır. Araştırmanın amacı, yeni bir pazarlama iletişimi aracı olarak tercih edilen dijital etkileyenlerin Y kuşağı tüketicilerinin satın alma davranışları üzerindeki rollerini tespit etmektir. Araştırma kapsamında tüketicilerin satın alma davranışı üzerinde rolü olduğu düşünülen dijital etkileyenler, moda ve yaşam tarzı konularında içerik üretimi yapan bireylerdir. Araştırmanın yöntem kısmında örneklem grubu, olasılıklı olmayan örnekleme yöntemlerinden uygun örneklem yöntemi kullanılarak Y kuşağını temsil eden 1981-2000 yılları arasında doğan ve araştırma esnasında 19-38 yaş arası kadın ve erkekler arasından seçilmiştir. Örneklem grubunun Y kuşağı tüketicileri olarak seçilmesinin sebebi, genç kuşak olarak ifade edilen bu kuşağın satın alma davranışlarının diğer kuşaklara oranla farklılıklarının bulunmasıdır. Bu örneklem bağlamında yürütülen araştırmada 452 katılımcıdan araştırma anketi verisi elde edilmiştir. Elde edilen verilerin analizleri SPSS 23.0 istatistik programı ve Lisrel 8.80 ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmadan elde edilen veriler sonucunda dijital etkileyenlerin iş birliği yaptıkları markalar ve hitap ettikleri tüketici grupları ile uyum içerisinde olmasının hem bireysel güvenirliklerine hem de Y kuşağı tüketicilerinin satın alma davranışlarına pozitif yönde etki ettiği tespit edilmiştir. Ek olarak, Y kuşağı tüketicilerinin dijital etkileyenlere duydukları güvenin satın alma davranışlarına da pozitif yönde etki ettiği belirlenmiştir. Bu araştırma sonuçlarının, markaların dijital pazarlama faaliyetlerine farklı bir bakış açısı kazandırılacağı düşünülmektedir.
Reklamcılık
ÖZET Osteoartrit sinoviyal eklemlerdeki iltihapsız hastalık olarak tanımlanmaktadır. Etiyolojisinde yaş, cinsiyet, genetik faktörler, travma ve diğer hastalılar gibi birçok faktör bulunmakla birlikte, bu hastalığın en önemli nedenim mekanik stres oluşturmaktadır. Bu nedenle arkeolojik materyallerde en fazla karşılaşılan patolojik oluşumdur. Yaşam biçiminde meydana gelen değişim, insanın fiziksel aktivitesini önemli ölçüde etkilemesi nedeniyle, toplumların yaşam biçimlerine bağlı olarak zaman içerisinde osteoartritin sıklığı da değişmiştir. Kültürel değişimin hızlı bir şekilde yaşandığı Anadolu toplumları üzerinde yapılan bu çalışma, yaşam biçiminde meydana gelen değişim ile osteoartrit arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Bu çerçevede 10 bin yıllık zaman içerisinde osteoartiritin sıklığında nasıl bir değişim olduğu çözümlenmeye çalışılmıştır. Hastalığın cinsiyet ve yaş gruplarına göre nasıl değiştiği; dönemlere göre osteoartrit sıklığında ve hastalığın etkilediği bölgelerde ne gibi bir değişimin meydana geldiği belirlenmeye çalışılmış; hastalık sıklığının yaşam biçimindeki farklılıklann belirlenmesinde kullanılıp kullanılmayacağı test edilmiştir Yukarıda tanımlanan sorulan yanıtlayabilmek amacıyla Anadolu'nun farklı bölgelerinden gün ışığına çıkarılan ve farklı dönemlere tarihlendirilen 14 arkeolojik merkezden 622 birey incelenmiştir. 622 iskeletin % 71,2'sinde dejeneratif eklem hastalığı tespit edilmiştir. Neolitik Dönem' de yüksek olan hastalık oranının Bronz ve Demir Çağı'nda azaldığı, Helenistik Dönem'le birlikte artış göstererek Yakınçağ'da en üst düzeye ulaştığı belirlenmiştir. Neolitik Çağ' da yüksek olan eklem hastalıklarından yoğun fiziksel aktivite, silah kullanımı ve yer değiştirmeye dayalı toplumsal hareketlilik sorumlu tutulmuştur. Hastalık oranının Neolitik' i izleyen dönemlerde azalmasında tarıma geçişle birlikte farklı iş kollarının da gelişmesinin etkili olduğu düşünülmektedir. Yaşam biçimi tarımsal faliyetlere dayanan topluluklarda iş gücünün artmasına paralel olarak osteoartrit oranında da artış meydana gelmektedir. Osteoatritin sıklığı önce azalan sonra artan bir yapı sergilemekle birlikte, oranın geçmişten günümüze doğru bir artış gösterdiği söylenebilir.Ill Hastalığın yalnızca oransal dağılımının değil, etkilediği eklem bölgelerinin de dönemlere göre farklılaştığı belirlenmiştir. Neoütik dönemde en çok omuz, dirsek ve diz hastalanırken Helenistik, Roma ve Yakınçağ tarım toplumlarında kalça dana fazla etkilenmiştir. Neolitik Dönem Dünya'mn diğer bölgelerindeki avcı-toplayıcı ekonomiye sahip topluluklara hastalığın dizilimi açısından benzer iken, tarım ekonomisinin birbirlerinden faklı olması nedeniyle dizilim ve şiddetinin de birbirlerinden belirgin ölçüde farklılaştığı sonucuna ulaşılmıştır. Anadolu tarım toplumları, diğer topluluklara olan benzerliklerinden daha çok birbirlerine benzemektedir. Erkeklerin kadınlardan daha fazla hastalandıkları saptanmış olmakla birlikte, bu her dönem ve topluluk için geçerli değildir. Erkekler üst ekstremitelerde, kadınlar ise alt ekstremite daha fazla eklem hastalığına sahiptir. Üst taraf eklemlerinin yaşam biçimi ve fiziksel aktiviteyi daha iyi yansıttığından hareketle, erkeklerin kadınlardan daha ağır fiziksel yüklenme altında kaldıklarını söylemek olasıdır. Erkeklerdeki osteoartrit oramn yüksek olmasında etkili olan bir diğer faktör ise travmadır. Her iki cinsiyet grubunda hastalığın sıklığı geçmişten günümüze artmakla birlikte, kadınlardaki oransal artış erkeklerden daha fazladır. Bu artış, kadınlardaki iş yükünün zamanla arttığı biçiminde yorumlanmıştır. Anadolu topluluklarında hastalığın genç yaşlardan itibaren görülmeye başlaması, mekanik stresin, dolayısıyla çalışma yaşamının erken yaşlarda başladığım göstermektedir. Bununla birlikte, hastalığın hem sıklığı, hem de şiddeti yaşa bağlı olarak artmaktadır. Dejeneratif lezyonlar nerdeyse tüm yaşlı bireylerde bulunmaktadır. Neolitik ve Bronz topluluklarıyla karşılaştırıldığında yaşlıların dört kat daha fazla temsil edildiği Yakınçağ topluluklarında, yüksek sıklıktaki osteoartritten yaşam biçimi kadar yaşm da etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu verilerden hareketle, osteoartritin toplulukların genel yaşam biçimleri hakkında ip uçları taşıdığım söylemek mümkündür. Ancak osteoartrit tek başına, bireylerin ya da toplulukların spesifik uğraş alanları hakkında bilgi vermekten oldukça uzaktır.
Antropoloji
Keratokonus Hastalarında Dekstransız Riboflavin ve 7.2 cm2/J Enerji İle Yapılan Devamlı ve Aralıklı Hızlandırılmış Korneal Kollajen Çapraz Bağlama Tedavisinin Sonuçlarının Karşılaştırılması Amaç: Keratokonus hastalarında dekstransız riboflavin ve 7.2 cm2/j enerji ile yapılan devamlı ve aralıklı hızlandırılmış korneal kollajen çapraz bağlama (HKKÇB) tedavisinin 6 aylık sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı'nda progresif keratokonusu olan 47 hastanın 56 gözü prospektif olarak değerlendirildi. Hastalara dekstransız riboflavin (%1,1 hidroksipropil metil selüloz içeren) ve toplam 7.2 j enerji dozunda HKKÇB uygulandı. Çalışmaya alınan hastalar, aralıklı HKKÇB tedavisi (15mW/cm2 ve 16 dk ,1,5 sn açık 1,5 sn kapalı) (grup 1) ve devamlı HKKÇB (12mW/cm2 ve 10 dk) (grup 2) olarak iki alt gruba ayrıldı. Çalışmaya katılan hastaların preoperatif (preop) ve postoperatif (postop) birinci ay, üçüncü ay ve altıncı ayda otorefraktometre ile sferik (SF), silindirik (SL) ve sferik eşdeğer (SE), logmar ile düzeltilmemiş görme keskinliği (DGK) ve en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), Pentacam HR cihazı ile düz keratometrik değer (K1), dik keratometrik değer (K2), ortalama keratometrik değer (Km), en dik kertometrik değer (Kmaks), ön K1, ön K2, ön Km, arka K1, arka K2, arka Km, keratokonus indeksi (KI), merkezi keratokonus indeksi (CKI), yüzey varyans indeksi (ISV), vertikal asimetri indeksi (IVA), yükseklik asimetri indeksi (IHA), yükseklik desantralizasyon indeksi (IHD), minimum yarıçap değerleri (Rmin), korneal volüm, ön kamara volüm, santral kornea kalınlığı (SKK) ve en ince kornea kalınlığı (EİKK) ölçüldü. Tomey EM-3000 speküler mikroskopi cihazı ile endotel sayısı değerlendirildi. Birinci ayda Heidelberg Engineering Spectralis HRA OCT cihazı demarkasyon hattı ölçüldü. Tüm değerler gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 22,17 ± 3,4 (18-35) yıl idi. Hastaların 17'si (%36,18) kadın, 30'i (%63,82) erkekti. 47 hastanın 56 gözü çalışmaya alındı. 35 göze grup 1, 21 göze grup 2 tedavi uygulandı. HKKÇB ile tedavi edilen tüm hastalar için başlangıçtaki değerlerin altıncı aydaki değerlerle karşılaştırılmasında: SF, K1, K2, Km, Kmax, ön K1, ön K2, ön Km, kornea volumü, SKK, EİKK ve EİDGK ortalama değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (sırasıyla p = 0.022, p <0.001, p = 0.001, p <0.001, p <0.001, p = 0.029, p <0.001, p <0.001, p <0.001, p <0.001, p <0.001, p <0.001). Ancak IVA, IHD ve ön kamara volumü değerlerinde artış tespit edildi (sırasıyla p = 0.003, p = 0.025, p <0.001). Grup 1 ile tedavi edilen hastalar için başlangıçtaki değerlerin altıncı aydaki değerlerle karşılaştırılmasında: K1, K2, Km, Kmax, ön K2, ön Km, kornea volümü, SKK, EİKK ve EİDGK ortalama değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (sırasıyla p <0,001, p = 0,025, p <0,001, p <0,001, p = 0,004, p <0,001, p <0,001, p <0,001, p <0,001, p = 0,001). Ancak ortalama IVA, İHD ve ön kamara volumü değerlerinde artış tespit edildi (sırasıyla p = 0.044, p = 0.041, p = 0.001). Grup 2 ile tedavi edilen hastalar için başlangıçtaki değerlerin altıncı aydaki değerlerle karşılaştırılmasında: SF, SE, K1, K2, Km, Kmax, ön K1, ön K2, ön Km, kornea volumü, SKK, EİKK ve EİDGK ortalama değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (p = 0.016, p = 0.027 p = 0.001, p = 0.001, p = 0.017, p <0.001, p = 0.001, p = 0.003, p = 0.002, p <0.001, p <0.001, p = 0.019, p = 0,049). Ancak ortalama IVA ve SL değerlerinde artış tespit edildi (p = 0.023, p = 0.028). DH derinliği grup 1'de ortalama değeri 287,82 ± 39,77 µm, grup 2'de ise ortalama değeri 253,57 ± 29,86 µm olup iki grup karşılaştırıldığında DH derinliği grup 1'de istatistiksel olarak anlamlı daha yüksek saptanmıştır (p<0,001). Sonuç: Keratokonusta 7.2 j enerji dozu ile yapılan devamlı ve aralıklı HKKÇB tedavileri güvenli ve etkili cerrahi yöntemlerdir. Her iki yöntem de görsel kayıba veya endotel hasarına neden olmaz ve 6 aylık takipte keratokonusun ilerlemesini engeller.
Sağlık Eğitimi
GEP NEN'ler GI kanal ve pankreasın nöroendokrin hücrelerinden kaynaklanan heterojen bir neoplazi grubudur. Bu tümörler iyi differansiye olanlarından kötü differansiye olanlara kadar geniş bir yelpazede bulunurlar. En sık yerleştiği yerler akciğer ve GEP sistem organlarıdır. GI NEN'lerin sadece %5' inin Ki-67'si >%20 dir. NEK'ler oldukça yüksek malignite potansiyeline sahip nadir tümörlerdir. DSÖ 2010 klasifikasyonunda NEK/G3 olarak tanımlanan kötü differansiye NEN'lerin; son zamanlarda artan çalışmalar sonucundahomojen bir antite olmadığı gösterilmiştir ve biyolojik subgruplara ayrılabileceği öngörülmektedir. Bazı çalışmalarda araştırmacılar G3/NEK'lerin Ki-67 indeksi %20-55 ve >%55 olan hastalar olmak üzere iki kategoriye ayrılmasını önermektedirler. Bu çalışmada 2008-2015 yılları içerisinde İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Patoloji Kliniği'nde GEP NEKtanısı alanhastaların retrospektif olarak demografik, klinikopatolojik özelliklerinin, sağkalım sürelerinin incelenmesi ve DSÖ 2010 sınıflamasında G3 tümörlerde cutoff olarak belirtilen %20 Ki-67 proliferasyon indeksinin olası yeni bir cutoff değerinin diğer prognostik belirteçlerle karşılaştırılarak belirlenmesi amaçlandı. Bizim çalışmamızda 34 GEP NEK olgusu yer almaktadır. Yaş ortalaması 63,9 ve hastaların büyük çoğunluğu erkek cinsiyetinde saptandı (%76,5). Medyan sağkalım 15 ay olarak bulundu. Tümör lokalizasyonu mide ağırlıklı idi (%50). Çalışmamız sonucunda Ki-67 proliferasyon indeksi ≤%65 olan hastalarda medyan sağkalım 15 ay iken ve Ki-67>%65 olan hastalarda medyan sağkalım 7 ay olarak hesaplandı. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı saptanmamakla birlikte prediktif bir değerdir. Ancak daha geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır.
Patoloji
Hiperbarik oksijen tedavisi (HBO) birçok hastalığın tedavisinde başarıyla uygulanmaktadır. Pulmoner barotravma (PBT) ise en korkulan komplikasyonudur. Çalışmamızda (a) HBO veya dalış muayeneleri için çektirilen akciğer grafilerinin hava hapsi lezyonlarını göstermede yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi, (b) hava hapsi lezyonu saptanan hastalarda hiperbarik ortam maruziyeti esnasında PBT görülme sıklığının ve hava hapsi lezyonlarının PBT riski oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi, (c) hava hapsi lezyonları açısından riskli hasta gruplarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada 01.01.2017-31.01.2022 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Kliniğimize başvuran kişilerin verileri retrospektif olarak hava hapsi lezyonu ve PBT açısından incelenmiştir. Çalışmamızda akciğer grafilerinin büllöz lezyonlar için duyarlılığı %35, özgüllüğü %77 olarak bulundu. HBO sırasında pnömotoraks insidansı seans başına %0,0059 olarak saptandı. Hava hapsi lezyonuna sahip olmanın ve HBO öncesi geçirilmiş pnömotoraks öyküsünün PBT açısından anlamlı yüksek risk oluşturmadığı (sırasıyla p= 0,834 ve p= 0,760); mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda ise PBT açısından dikkatli olunması gerektiği sonucuna ulaşıldı. Akciğer grafisinde hava hapsi lezyonu açısında şüphede kalınan ancak BT endikasyonu olmayan hastalarda, akciğer grafisine yardımcı tetkik olarak hali hazırda dalgıç muayenelerinde rutin olarak kullanılan SFT ile beraber değerlendirilmesinin faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Deniz ve Sualtı Hekimliği
Kişinin doğumla birlikte yaşam süreci başlar ve birey olur. Toplum içinde yaşarken bazı değerler kazanır ve o doğrultuda yaşamını sürdürmeye başlar. Yaşam ilerledikçe farklı zorluklarla karşılaşır ve bu zorlukların üstesinden gelmesi gerekir. İnsan düşünen varlık olduğu için dinamik bir yapıya sahiptir ve her zaman değişime açıktır. Dolayısıyla bireylerden oluşan toplumda zamanla değişime uğrar ve kimi zaman bu değişimler çok hızlı seyrederken kimi zamansa yüzyıllarca devam eder. Maslov'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde aritmetik bir şekilde sıraladığı gibi; bireyler önce fizyolojik ihtiyaçlarını; sonra güvenlik ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Yalnız güvenlik ihtiyacı beş kişilik bir grup için sadece bir barınak bulunmaktan ibaretken, toplumlardaki güvenlik ihtiyacı biraz daha geniş yelpazede anlam bulmaktadır. İşte bu sebeplerle günümüz dünyasında birbirleri ile yakın ilişkilerde olan toplumlar ortak güvenlik sistemi geliştirmişlerdir. Şu andan hem ekonomik hem de politik anlamda etkin bir birlik olarak Avrupa Birliği görülmektedir. Ülkemiz de yaklaşık iki yüzyıldır, dış politikasında Avrupa'ya yönelmiştir ve AB'ye tam üye olmak için çalışmaktadır. Bu çalışmalarını sürdürürken, bireylerin güvenliğinin garantisi olmak durumunda olan kolluk kuvvetleri de bazı değişimlere uğrayacaktır. Bu değişimlerin özellikle İnsan Hakları açısından olması gözardı edilemez bir gerçektir. Çünkü güvenliğin temelinde insan olgusu vardır. Bireyin güvenliği sağlanırken özgürlüğünden ödün vermesi beklenemez. Şunu da belirtelim ki; özellikle 11 Eylül terör saldırısından sonra dünyada güvenlik mi? Yoksa özgürlük mü? Sorusu sorulmaya başlandı. Hangisinin diğerine tercih edileceği düşünülmeye başlandı. Çünkü güvenliğin, özgürlüğü kısıtlamak zorunda olduğu görüşünü savunanlar bulunmaktadır. Ama en doğrusu bireyin özgürlüğünü güvenlik içerisinde yaşamasıdır. AB süreci boyunca toplumsal kavramlar, olgular ve semboller, devlet-birey ilişkisi ve konumuz açısından da İnsan Hakları anlayışı zamanla değişime uğramak zorundadır. Değişimlerin Jandarma'ya yansıması doğaldır.
Kamu Yönetimi
Rozasea etyopatogenezi tam olarak bilinmeyen kronik inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Yapılan çalışmalarla kronik inflamasyon ile metabolik sendrom (MS) ve kardiyovasküler risk faktörleri arasında ilişkinin varlığı gösterilmiştir. Son yıllarda patogenezinde antimikrobiyal peptidlerin ve toll like reseptörlerin (TLR), rozasea derisinde inflamasyonun gelişiminde rol oynayabileceği gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı, rozaseanın kronik inflamatuvar bir hastalık olması sebebiyle, rozasea hastalarında MS, dislipidemi ve obezite prevalansını değerlendirmek, kardiyovasküler risk faktörlerini tespit etmektir. Vaka-kontrol çalışmamızda toplam 100 rozasea hastası ile 90 kontrol hastası değerlendirildi. Her iki grupta da MS, dislipidemi, obezite ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin varlığına bakıldı. İnflamasyon belirteci olarak serum eritrosit sedimentasyon hızı, fibrinojen, homosistein ve yüksek duyarlılıklı C reaktif protein (hs-CRP) düzeylerine bakıldı. Rozasea hastalarında sigara içiciliği kontrol grubuna göre daha yüksek bulundu (44%; P=0,031). Yine rozasea hastalarında MS prevalansı kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (35%; P = 0.021). Ancak rozasea, MS için bağımsız bir risk faktörü olarak saptanmadı. MS için düzeltilmiş odd oranı rozasea hastalarında 0,444 idi (95% güven aralığı, 0,189-1,039; P=0.062). Lipid profili, dislipidemi prevalansı, obezite, eritrosit sedimentasyon hızı, serum homosistein, fibrinojen, hs-CRP düzeyleri yönünden rozasea hastaları ile kontrol grubu arasında anlamlı bir fark gözlenmedi. Rozasea hastalarında kardiyovasküler hastalık riskiyle ilişkili olarak sigara içiciliği, SKB-DKB yüksekliği ve MS prevalansı yüksekliği saptanmıştır. Ancak rozaseanın MS için bağımsız bir risk faktörü olmadığı sonucuna varılmıştır.
Dermatoloji
Amaç: Bu çalışmada, Koronavirüs (Coronavirus disease 2019-COVID-19) pandemisinin diyabetli bireylerin yaşam tarzına, sağlık davranışlarına etkisinin ve ilişkili faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmamızın evrenini, diyabet hastaları oluşturmaktadır. Kesitsel tipteki araştırmamız 01 Nisan 2021 ve 30 Haziran 2021 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Aile Sağlığı Merkezi'ne kayıtlı ve Dahiliye Endokrinoloji polikliniğine başvuran diyabetli bireylere anket çalışması uygulanmıştır. Araştırmacı tarafından literatüre dayanarak hazırlanmış olan çalışma anketleri katılımcılardan onam alındıktan sonra gönüllülük ilkesi esas alınarak araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle doldurulmuştur. Verilerin incelenmesinde IBM SPSS 22 (Armonk, NY: IBM Corp) istatistik paket programı kullanılmış olup p<0.05 olan durumlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 241 diyabet hastasının yaş ortalamaları 55,26±11,7 yıl (min 18-maks 85) idi. Katılımcıların ortalama diyabet süresi 10,9±8,7 yıl (min:1- maks:54) idi ve çoğunluğu diyabetinin tipini bilmiyordu. Pandemi nedeniyle yaşam tarzında meydana gelen değişiklikler açısından incelendiğinde fiziksel aktivitenin azalmış olduğu; vücut ağırlığı, hijyen önlemlerinde ve takviye ilaç kullanma oranlarında artış olduğu saptanmıştır. Sonuç: Pandemi nedeniyle diyabet gibi kronik hastalıkların yönetiminde aile hekimliği ilkeleri ışığında ilerleyen süreçlerde karşılaşılabilecek COVID-19 gibi pandemilerin bireyler üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Aile Hekimliği
Bu çalışma cinsel işlev bozukluğu olan infertil kadınlara BETTER modeli doğrultusunda verilen cinsel danışmanlığın kadın cinsel sağlığına etkisini belirlemek amacı ile yapılan deneysel bir araştırmadır. Çalışma İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Reprodüktif Endokrinoloji ve İnfertilite Bilim Dalı İnfertilite Kliniği'nde Eylül 2015- Haziran 2016 tarihleri arasında yürütülmüştür. Cinsel işlev bozukluğu olan 35 kadın deney grubunda, 35 kadın kontrol grubunda olmak üzere toplam 70 infertil kadın örneklem kapsamına alınmıştır. Deney grubu ile toplam 4 görüşme, kontrol grubu ile toplam 2 görüşme yapılmıştır. Ön-İlk değerlendirme sırasında; Tanıtıcı Bilgi Formu, Cinsel Öykü Alma Formu, Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği (FSFI), Golombok–Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ), Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Skalası (EAMDS), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) kullanılmıştır. Ön-İlk değerlendirme uygulanan FSFI, GRCDÖ, EAMDS, RBSÖ formları son değerlendirmede tüm kadınlara tekrar uygulanmıştır. Deney grubunda yer alan kadınlarda, ön-ilk değerlendirme ve son değerlendirmede FSFI ve GRCDÖ alt boyut ve toplam puan ortalamaları arasında olumlu yönde değişiklik (p<0.05) olduğu saptanmıştır. Bu değerlendirmelerde EAMDS ve RBSÖ toplam puan ortalamalarında ise anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). İnfertil kadınlarda düşük eğitim seviyesi, 3 ve üzeri başarısız infertilite tedavi sayısı, 6 yıl ve üzeri infertil olma durumunda CİB iyileşme oranının daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, cinsel işlev bozukluğu olan infertil kadınlara BETTER modeli doğrultusunda verilen cinsel danışmanlık kadın cinsel sağlığını geliştirmede yararlı olmuştur.
Hemşirelik
Ülkemizde her yıl trafik kazalarında birlerce insanımız hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır. Bununla birlikte kaza sonrası oluşan maddi zararlar hem ülke ekonomisine hem bireylerin bütçesine olumsuz olarak yansımaktadır. Trafik kazalarının azaltılması ve önlenmesi, sadece trafik kuruluşlarının değil sigorta kuruluşlarının da sorumluluk alanı içerisindedir. Bu nedenle ki sigorta kuruluşları ve Güvence Hesabı da trafik kazalarının önlenmesine yönelik programlarda yer almalıdır.Her insanın kaza yapma olasılığı vardır. Bu nedenle ki kaza sonrası mağdurların maddi ve bedeni zararlarını karşılamak üzere sigorta sistemi geliştirilmiştir. Bu kapsamda zorunlu sigortalar dâhilinde kaza sonrası mağdurların zararlarının karşılaması amacıyla Güvence Hesabı kurulmuştur. Güvence Hesabı sigorta yaptıranlardan ve sigorta şirketlerinden alınan katkı paylarıyla yapısını oluşturmaktadır. Öyle ki tüzel yapıya sahip olan Güvence Hesabı halkın katkıları sonucu kamu hizmeti görmektedir. Ancak Güvence Hesabı ve Hesabın işleyişi için biriken fonlar etkin kullanılmamakta, sigortalılar tarafında Güvence Hesabı yaygın olarak bilinmemektedir.Bu çalışmada Güvence Hesabının etkin kullanımına yönelik olarak Avrupa ülkelerinde bulunan Garanti Fonları kapsamında çözüm önerileri getirilecektir. Öyle ki biriken fonların ve internet hizmetinin geliştirilmesi, Hesabın sigorta kapsamının ve tazminat sisteminin geliştirilmesi, halkla ilişkiler ve iletişimin artırılması, kaza takip sisteminin getirilmesi, tanıtım kampanyalarının düzenlenmesi, trafik kazalarının önlenmesinde Güvence Hesabının katkılarına yönelik öneriler sunulacaktır.
Sigortacılık
Bu araştırmada; Latmos Dağları olarak bilinen Beşparmak dağlarında bulunan tarih öncesi kaya resimlerinin, takı teknikleri (ajur, mine, kabartma vb.) ile kullanılması sağlanarak tarih öncesi Anadolu Medeniyetleri kültürü öğelerinin yeniden kullanılmasına katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Araştırmanın çalışma evrenini Söke ve Milas ilçeleri arasında bulunan, günümüzde Beşparmak Dağları adıyla bilinen Latmos Dağları oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise Latmos Dağları'nda bulunan tarih öncesi kaya resimleri örnekleri oluşturmuştur. Araştırmada, Latmos Dağları'nda bulunan yaklaşık 170 adet tarih öncesi kaya resimleri örnekleri incelenmiş, bölgedeki araştırma bilgileri doğrultusunda bilgi formları düzenlenmiştir. Araştırma konusu ile ilgili yazılı kaynaklar ve elektronik ortamdan elde edilen bilgiler değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında, takı tasarımı açısından esin kaynağı olabilecek resim ve detaylar tespit edilip bir kısmı kullanılarak hazırlanan 15 adet yeni takı tasarımı oluşturulmuştur. Ortaya çıkan tasarımlardan belirlenen 5 adeti değerli-yarı değerli metaller ve tabiattan toplanan taşlar ile kullanılabilir takılara dönüştürülmüş, takıların üretiminde günümüz kuyumculuk teknik ve teknolojileri uygulanmıştır. Çalışma sonucunda tarih öncesi Latmos Kaya Resimleri'nin takı ile yorumlanarak günlük hayatta kullanımının sağlanması ve bu yolla gelecek nesillere aktarılması ve farkındalık uyandırması sağlanmaya çalışılmıştır.
El Sanatları
Bu çalışmada Kocaeli Bölgesi ve civarında bulunan Taş Ocaklarının doğal hallerinin fiziksel özellikleri incelenmiştir. İncelenen fiziksel özellikler arasında karşılaştırmalar yapılmıştır. Ölçümlerde 31 adet numune kullanılmıştır. Çalışmalar jeolojik olarak kireçtaşlarında yapılmıştır. Yapılan incelemelerde Ultrasonik Darbe Hızı (UPV) ile Tek Eksenli Basınç Dayanımı (UCS) arasında, elektrik direnci ve şarjabilite arasında güçlü korelasyonlar sağlanmıştır. Parametreler incelendiğinde Ultrasonik Darbe Hızı UPV, UCS deki artışla artar, özdirenç (ohm.m) azaldıkça azalır, yine özdirençler şarjabilite (mV/V) artmasıyla azalır. Test sonuçlarına göre parametreler arasında 0,50 ile 0,66 arasında korelasyonlar elde edilmiştir.
Jeofizik Mühendisliği
ÖZETKırkpantur A. Hemodiyaliz hastalarında koroner arter kalsifikasyonu, kemik mineraldansitometri ve serum fetuin-A düzeyi ilişkisi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi,Nefroloji Tezi, Ankara, 2007.Giriş. Son dönem böbrek hastalığına ulaşan bireylerde arteriyel kalsifikasyon yaygın olarakgözlenmektedir. Birçok çalışma, aterosklerotik plak kalsifikasyonu ile kemik oluşumundanbenzer mekanizmaların sorumlu olduğunu düşündürmektedir. Karaciğerden sentezlenenfetuin-A, vasküler kalsifikasyonu önlemekle birlikte henüz tam anlamıyla aydınlatılmamışfonksiyonlara sahip olarak kemik dokuda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı kemik mineraldansitometri (KMD) parametreleri, koroner arter kalsifikasyonu (KAK) ve serum fetuin-Adüzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemektir.Materiyal-Metodoloji. Bu çalışmaya 72 adet hemodiyaliz (HD) hastası dahil edilmiştir (39kadın ve 33 erkek, ortalama yaş 54±19 yıl, hepsi haftada 3 defa HD programında). Hastalaradual enerji X-ışını absorpsiyometri tekniği ile KMD analizi, electron-beam computedtomography (EBT) ile de koroner arter kalsiyum skorlaması (KAKS) yapılmıştır. KAKSdeğerlerine göre hastalar Grup 1 (KAKS=0-99 arası) ve Grup 2 (KAKS≥100) olmak üzere 2gruba ayrılmışlardır. Hastalarda KMD parametreleri, KAKS ve serum fetuin-düzeyleriarasındaki ilişkiler araştırılmıştır.Sonuçlar. Radius proksimal bölgesinde T-skoru (-2.0)'nin altında olan bireyler, T-skoru budeğerin üzerinde olan bireylere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek KAKSile sağ koroner arterde ve sol sirkümfleks arterde daha fazla hacim ve kitlede plaklara sahiptir.Femur boyun bölgesinde T-skoru (-2.0)'nin altında olan bireyler, T-skoru bu değerin üzerindeolan bireylere göre hem sol ana koroner arterde hem de sağ koroner arterde istatistiksel olarakanlamlı derecede daha fazla hacim ve kitlede plaklara sahiptir. Femur trokanter bölgesinde T-skoru (-2.0)'nin altında olan bireyler, T-skoru bu değerin üzerinde olan bireylere göre dahayüksek KAKS değerlerine ve sol ön inen koroner arterde istatistiksel olarak olarak anlamlıderecede daha fazla kitlede plaklara sahiptir. Sağ koroner arterdeki plakların kitlesi ve hacmibu bölgede T-skoru (-2.0)'nin altında olan bireylerde, T-skoru bu değerin üzerinde olanbireylere göre daha yüksektir. Lomber vertebra L1-L4 bölgesinde T-skoru (-2.0)'nin altındaolan bireyler, T-skoru bu değerin üzerinde olan bireylere göre hem sol ana koroner arterdehem de sağ koroner arterde istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla kitle ve hacimdeplaklara sahiptir. Serum fetuin-A konsantrasyonları <0.6 g/L olan hastalarda KAKS değeri,serum fetuin-A konsantrasyonu >0.6 g/L olanlara göre daha yüksektir (328±25 ve 72±6.7,p<0.05). Benzer şekilde serum fetuin-A konsantrasyonu <0.6 g/L olan hastaların istatistikselolarak anlamlı düzeyde sol ana koroner arterlerinde (86±25 ve 12±8.3 mm3 ile 34±12 ve4.9±1.6 gr) ve sağ koroner arterlerinde (72±18 ve 11±6 mm3 ile 33.9±23 ve 26.8±9 gr) dahafazla hacim ve kitlede plak bulunmaktadır. Serum fetuin-A konsantrasyonları <0.6 g/L olanhastalarda radius proksimal (-3.4±1.2 ve -1.8±1.4), femur trokanter (-2.5±1.6 ve -1.3±1.6) velomber vertebra L1-4 bölgelerindeki T-skorları (-2.17±1.5 ve -1.3±1.2), serum fetuin-Akonsantrasyonu >0.6 g/L olanlara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşüktür.Tartışma. Bu çalışmaya göre, HD hastalarında azalmış kemik mineral dansitometriparametreleri ile artmış koroner arter kalsifikasyonu arasında birliktelik vardır. Fetuin-A,vasküler kalsifikasyonu inhibe etmesi ve kemik metabolizması üzerindeki etkileri ile bubirliktelikte önemli bir rol oynayabilir.
Nefroloji
Karadeniz 3ölgesi iklimi hakkında günümüze kadar yapı İniş olan çalışmalar büyük kısmıyla bölgenin genel iklim özelliklerini aksettirmektedirler. Bu yüzden bu çalışmamızda aylık ve yıllık ortalama değerler kul la nı ldifi gibi günlük ve imkân ölçüsünde saatlik sıcaklık değerleri kullanılarak, genel iklim özellikleri dışın da, bölge iklimi hakkında daha ayrıntılı bilgilere ulaşı Imışrır. Karadeniz Bölgesi her mevsimi yağışlı bir iklime sahip olmakla birlikte bu karakter Karadeniz Bölgesinin kıyıları için geçerlidir. Kıyılırda en fazla yağış sonbahar ve kış aylarında düşmektedir. Diğer aylar da yağışlı olmasına karşın yağış maksimumu sonbahar ve kış mevs imindedir. îç kesimlerde kalan istasyonlarda isesonbahar yağışlarının oranı azalır, buna karşılık ilkbahar yağışlarında büyük bir artış görülür. Sıcaklık kıyı kesimlerde yazın 22-23° civarında seyrederken kış mevsiminde 5-6° civarında seyretmektedir, iç kısımlarda ise kış sıcaklıkları daha düşük değerlerde seyretmekte dir ve sıcaklık sık sık sıfır derecenin altına inmek tedir. Bu karakterleriyle kıyı bölgeleri Karadeniz iklimi içinde kalırken iç kesimlerde kalan istasyonlar artan ilkbahar yağış oranlarıyla iç Anadolu yağış rejimine benzerlik gösterirler. Günlük değerlere göre yapılan çalışmalarda ise soğuk devrenin kıyı istasyonlarında 5 Ocak - 9 Şubat, İç kesimlerde kalan istasyonlarında da 2 Ocak - 10 Şubat arasındaki devrelere rastladığı görülür. Aynı şekilde sıcak devrenin de Temmuz'un ikinci yarısı ile Ağustos' un ilk yarısı arasındaki devreye denk geldiğigörülmektedir. Bölge istasyonlarına ait yıllık ve günlük amplitudlar bakımından kıyıda yer alan istasyon larla iç kesimlerde yer alan istasyonlar arasında farklılaşmalar ortaya çıkar. Yıllık amplitud kıyı bölgelerinde iç kesimlerden daha düşük değerlerdedir. Günlük amplitud değerlerine göre İse, aradaki fark daha da büyür ve barizleşir. Bolu. Kastamonu, Merzifon, Çorum, Amasya, Tokat ve Gümüşhane illerine ait yüksek amplitud değerleri, bu istasyonların karasal karakterde olduğunu ortaya koymaktadır. Karadeniz Bölgesinde aylık ve yıllık ortalama değerlere göre yapılan çalışmalarda ortaya çıkmayan özellikler ve bölge istasyonları arasındaki farklı özellikler günlük değerler kullanıldığı zaman açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bölgede özellikle Bolu, Kastamonu, Çorum, Merzifon, Gümüşhane istasyonlarındasıcaklık sık sık sıfır derecenin altına inmektedir, bu da bitki hayatı için oldukça önemlidir. Sıfır derecenin altındaki sıcaklıkların bu istasyonlarda hem frekansla rı yüksektir, hem de yetişme devrsini ilgilendiren aylarda ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden Bolu, Kastamonu, Merzifon, Çorum ve Gümüşhane istasyonlarında sıfır derecenin altındaki sıcaklıklar bitki hayatını sınırla yan bir faktör olarak belirmektedirler. 30enin üzerin deki yüksek sıcaklıkların ise bölgede bitki hayatı için fazla bir önemi yoktur. Çünkü 30°nin üzerindeki günlük gerçek sıcaklıkların toplam günlük sıcaklıklara oranı hemen bütün istasyonlarda oldukça düşüktür.
Meteoroloji
Bu çalışmamda, Türk bayraklı ticaret gemilerinde meydana gelen deniz kazalarının, iş güvenliği açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla; denizlerimizde meydana gelen çatma (deniz kazaları) adı altında gerçekleşen gemi, tekne, feribot, yat ve benzer boyutlardaki deniz taşıtlarının kaza ve raporlarının incelenmesi yapılmıştır. Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığı arşivlerinden elde edilen bilgiler ve deniz kazaları, (terminolojik adı ile "çatma") istatistikleri, raporları, deniz kaza sonuçları tavsiyeleri ile birlikte her bir kaza için ayrı ayrı olmak üzere değerlendirme yapılmıştır.
Mühendislik Bilimleri
Kılıç balığı (Xiphias gladius Linnaeus, 1758) eti lezzetli ekonomik olarak değerli bir balıktır. Bu nedenle bütün dünyada yoğun bir av baskısı altındadır. Kılıç balığı üzerine dünya kapsamında çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Fakat Antalya Körfezi çevresinde bu balık üzerine çalışmaları ile ilgili eksik olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle yaptığımız araştırma, kılıç balığı hakkında daha sağlıklı bilgi kaynakları sağlamak amacıyla yürütülmüştür. Bu çalışmada 9 Aralık 2015-3 Şubat 2017 tarihleri arasında Antalya Körfezi 12 mil açıklarında toplam 122 balıkçılık operasyonuna çıkılmıştır. Toplam 221 adet kılıç balığı yakalanmıştır. Diğer balıklar Gempylidae, Lamnidae, Scombridae, Dasyatidae, Istiophoridae ve Coryphaenidae olmak üzere 6 familyaya ait 7 balık türü hedef dışı olarak yakalanmıştır. Yakalanan kılıç balığının birim çaba başına düşen av verimi olarak CPUEN 5,99±0,43 birey/1000 iğne ve CPUEB 134,23±11,53 kg/1000 iğne bulunmuştur. Yakalanan kılıç balıklarının boy-ağırlık ilişkisi W = 0,0000005 LJFL3,65, R² = 0,967 olarak bulunmuş ve pozitif bir allometrik büyüme saptanmıştır. Ayrıca paraketa ile bir kılıç balığı av operasyonu için yaklaşık olarak 574 TL gibi bir gider hesaplanmıştır. Bu giderin %57'lik gibi büyük bir oranını yem gideri oluşturmaktadır. Yapılan gelir (943,95 TL) ve gider (574 TL) ekonomik analizinde bir operasyon için yaklaşık 369 TL gibi bir gelir elde edildiği hesaplanmıştır.
Balıkçılık Teknolojisi
Acil servise başvuran hastaların birçoğu için volüm durumunun değerlendirilmesi kritik öneme sahiptir. Bu hastalar için yatak başı hızlı ve non-invaziv, basit ve kolay ulaşılabilir yöntemler son derece önemli ve hayat kurtarıcıdır. Yatak başı USG ile İVK çapının ölçülmesi hastalarda intravasküler durumun değerlendirilmesine yardımcı olmaktadır. Perfüzyon indeksi ve Pleth Variability İndex ile non invaziv olarak periferal perfüzyondaki değişimler ölçülebilmektedir. Gazi Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Acil Servise Kasım-Ocak 2017 tarihleri arasında şok tablosu (SKB<90 veya MAP < 65mmHg yada SKB da 40 mmHg azalma) ile gelen sıvı resüsitasyonu gereken intravasküler volüm açığı olduğu öngörülen olguların epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar sonuçları, USG ve PI ölçümlerinin prospektif olarak incelemesi yapılarak bilgiler kayıt edildi. Çalışmamıza 40 hasta, 29 kontrol grubu dahil edilmiştir. Hastaların %45'i erkekti. Sonuç olarak hipotasnif hastalarda OAB değişimleri ile VKİ-Kİ, PVI arasında zayıf, PI değişimleri arasında güçlü bir korelasyon çıkmıştır. Böylece hipotansif hasta grubunda PI ile OAB üzerinde sıvı tedavisinin takip edilebileciğini ön görmekteyiz.
İlk ve Acil Yardım
Amaç: Vajinal kubbe brakiterapisinde ovoid ve silindir aplikatörlerin vajen yüzeyi ve risk altındaki organ dozlarının karşılaştırılması ve klinik sonuçlara etkisinin değerlendirilmesidir. Gereç-Yöntem: 2019-2022 yılları arasında evre I endometrium adenokarsinomu tanısıyla adjuvan brakiterapi uygulanan 21 olgu, kullanılan aplikatöre göre 2 gruba ayrılmıştır.Grup-1'de 12 olguya ovoid, grup-2'deyse 9 olguya silindir(stump) aplikatör uygulaması yapılmıştır.Toplam 63 planlama verisi dozimetrik olarak karşılaştırılmıştır.Vajen yüzey dozu farklarını karşılaştırmak için transvers, sagital ve longitudinal düzlemde aplikatör yüzeyinden itibaren 5mm'lik aralıklar ile nokta dozlar belirlenmiştir.Risk altındaki organ ve vajinal yüzey nokta dozlarının grupları arası karşılaştırılmasında Student-t ve Mann-Whitney-U testi kullanılmıştır.Yan etki değerlendirmesi Common Terminology Criteria for Adverse Events(CTCAE)v5.0 esas alınarak yapılmıştır. Bulgular: Grup-1'de transvers ve longitudinal düzlem nokta dozları, grup-2'deyse sagital düzlem nokta dozları daha yüksek saptanmıştır.Ovoidler arası açıklığınsa sagital ve longitudinal düzlem dozlarında azalmaya neden olduğu tespit edilmiştir.Rektum dozları grup1'de anlamlı olarak daha yüksek iken, mesane ve sigmoid kolon dozları grup-2'de daha yüksek bulunmuştur. Grup-1'de 2 hastada akut grade-1 üriner yan etki gözlenmiştir ve birinde geç grade-2 komplikasyon olarak devam etmiştir.Bir hastadaysa akut grade 1 gastrointestinal(GİS) yan etki saptanmıştır.Grup-2'deyse 1 hastada akut grade-2 üriner yan etki gözlenmiş ve geç grade-1 komplikasyon olarak devam etmişir.Akut grade-1 GİS ve vajinal yan etki birer olguda saptanmıştır.Serimizde lokal nüks saptanmamıştır. Sonuç: Ovoid aplikatörün transvers ve longitudinal düzlemde silindire göre daha iyi bir doz dağılımına sahip olduğu tespit edilmiştir.Sagital düzlemdeki doz düşüklüğününse ovoid açıklığına bağlı olabileceği düşünülmüştür.Silindir aplikatörde mesane ve sigmoid kolon dozları daha yüksek bulunmuşken, rektum dozları ovoid aplikatörde daha yüksek tespit edilmiştir.Ancak lokal kontrol ve yan etki açısından anlamlı fark tespit edilmemiştir.
Radyasyon Onkolojisi
Lateral epikondilit, el bileği ekstansör kaslarının orijini olan lateral epikondilde ve önkol ekstansör yüzeyinde ağrıya yol açan bir tendinopatidir. Lateral epikondilit tedavisinde ön kol bandı en sık tercih edilen tedavilerdendir. Çalışmamızda lateral epikondilitli hastalarda ön kol bandının etkinliğini araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Özel Hacettepe Protez-Ortez Yapım ve Uygulama merkezine başvuran lateral epikondilit tanılı yaşları 35-55 yaşları arasında değişen (ortalama=44,33 yaş) 40 kadın hasta alındı. Hastalar kontrol ve ön kol bandı kullanan olarak iki gruba ayrıldı. Kontrol grubuna müdahale edilmedi. Ön kol bandı grubu ise 4 hafta boyunca her gün ön kol bandı kullandı. Aydınlatılmış onamları alındıktan sonra tedavi öncesi ve sonrasında tüm hastaların; Visual Analog Skalası (VAS) ile ağrı, el dinamometresi ile kavrama gücü; Kol, Omuz ve El Sorunları Anketi (DASH-T) ile fonksiyonel durumları; Hasta Bazlı Ön Kol Değerlendirme Anketi (HBÖKDA) ile dirsek bölgesindeki ağrı ve günlük aktivitelerindeki kısıtlılıkları; Kısa Form 36 (KF-36) ile yaşam kalitesi değerlendirmeleri yapıldı. Ölçümler tedavi öncesi ve 4 hafta sonra yapıldı. Sonuç olarak ön kol bandı kullanan grupta ağrı, kavrama gücü, fonksiyonel aktivite ve yaşam kalitesinde anlamlı fark görülürken (p<0,05), kontrol grubunda ise iyileşme olmadığı görüldü (p>0,05). Bu çalışmanın sonucunda lateral epikondilit tedavisinde ön kol bandının kullanımının ağrıyı azalttığı, fonksiyonellik, yaşam kalitesi ve kavrama kuvvetini geliştirdiği görülmektedir. Lateral epikondilit tedavisinde ön kol bandı kullanımının ağrı, fonksiyonel durum, kavrama kuvveti ve yaşam kalitesinin geliştirmek amacıyla önerilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Sağlık Eğitimi
Kolorektal karsinom (KRK) tüm dünyada kanser kökenli morbidite ve mortalitenin en önemli sebeplerinden biridir. Gelişiminde genetik yatkınlık ve çevresel farklılıklar önemli rol oynamaktadır. Karsinogenezisde immün sistem hücrelerinin yanı sıra birçok organ sistemlerinin yaşamını, proliferasyonunu ve işlevsel aktivitesini etkileyen glikoprotein yapısında olan sitokinlerin önemli bir rolu olduğu bilinmektedir. Sitokinlerin indüklenebilen inhibitörleri Sitokin Sinyal Süpresorleri'dir (Supressor Of Cytokine Signaling; SOCS). SOCS proteinleri, sitokin sinyal transdüksiyon regülatörleri olarak görev yaparlar ve sinyal iletisinin farklı aşamalarında rol alarak sitokinlerin aktivitelerini inhibe ederler. SOCS ailesindeki proteinler CIS ve SOCS 1- SOCS 7 olarak 8 grup altında toplanmaktadır. Bunlardan SOCS-1'in hepatosellüler kanser, pankreas kanseri, özofagus adenokanseri gibi kanserlerde, hayvan deneylerinde kolorektal karsinomda, karsinogeneziste etkili olduğu ve tümör baskılayıcı aktiviteye sahip olduğu gösterilmiştir. Literatür tarandığında inflamasyonla giden bazı hastalıklarda SOCS-1 gen polimorfizmi çalışıldığı (Astım, Tip 1 diabetes mellitus vs) fakat KRK için SOCS-1 gen polimorfizmine dair bir çalışmanın insanda yapılmadığı görülmüştür. Planladığımız bu çalışmayla KRK'li hastalardaki SOCS1 1478 CA/DEL gen polimorfizmini ve immünhistokimyasal olarak SOCS1 ekspresyonu ile KRK'li hastaların klinikopatolojik özellikleri ve sağkalım analizleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştık.Çalışmaya KRK tanısı almış ve rezeksiyon yapılmış 53 hasta ve yaşları benzer çeşitli sebeplerle (delici-kesici alet yaralanması, megakolon vs) opere olmuş normal kolon mukozası olan 25 olgu dahil edilmiştir. Hastaların ve kontrol grubunun patoloji arşivindeki parafin blokları çıkarılarak hem SOCS1 için spesifik immünhistokimyasal araştırma kiti ile boyanması yapılmış hem de dokulardan elde edilen DNA'larda SOCS1 1478 CA/DEL gen polimorfizmi, Polimeraz Zincir Reaksiyonu ve Restriksiyon Fragmanı Uzunluk Polimorfizmi (PZR-RFLP) yöntemi ile tayin edilmiştir.Çalışmamızda SOCS1 ekspresyonu ile TNM evresi, diferansiyasyon , tümör lokalizayonu, tümör boyutu, Duke's evresi, cinsiyet, yaş, lenfovasküler, perinöral ve venovasküler invazyon gibi klinikopatolojik özellikler arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır . Ayrıca SOCS1 ekspresyonu ile hastalıksız ve tam sağkalım arasında da anlamlı bir fark bulunmamıştır. Bulgularımız SOCS1'in prognozu belirleyici bir kriter olmadığı yönündedir.Gen polimorfizmi analizinde ise SOCS1 DEL/DEL (minör homozigot) gen polimorfizmi'nin hastalıksız sağkalım ile ilişkili olduğu bulunmuş (P=0.049) ve daha kötü prognoza sahip olduğu gösterilmiştir. SOCS1 1478 CA/DEL gen polimorfizmi ile diğer klinikopatolojik özellikler arasında ise ilişki saptanmamıştır. Yine SOCS1 ekspresyonu ile SOCS1 1478 CA/DEL gen polimorfizmi arasında da anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.KRK'da SOCS proteinlerinde meydana gelebilecek polimorfizm inflamatuar süreç gelişimine katkıda bulunarak hastalık etiyopatogenezinde yer alıyor olabilir.Çalışmamız KRK'li hastalarda SOCS1 ekspresyonu ve SOCS1 1478 CA/DEL gen polimorfizmini araştıran ilk çalışma olması nedeniyle önemlidir. Elde edilen veriler fazla sayıda olgu içeren çalışmalarla daha anlamlı sonuçlara ulaşılacağı kanaatini uyandırmaktadır.
Gastroenteroloji
Fanlar endüstride ve ticari hayatta birçok uygulamalarda kullanılmaktadır. Havalandırma sistemlerinden rüzgar tünellerine ve uçak motorlarına kadar birçok alanda birçok uygulaması mevcuttur. Yaygın olarak kullanılan iki farklı çeşidi bulunmaktadır. Bunlar; eksenel ve radyal fanlardır. Radyal akışlı fanlar, akışkanı dönme eksenine dik şekilde atarlarken, eksenel akışlı fanlar ise dönme eksenine paralel akış oluşturmaktadırlar. Çalıştıkları ortamda basınç farkı oluşturmaktadırlar. Bu çalışma kapsamında eksenel akışlı fan tasarımı ele alınmıştır. Eksenel akışlı fanların da kendi içerisinde çeşitleri bulunmaktadır. Ancak, gerçekleştirilecek eksenel akışlı fan kovan tipli olacaktır. Tasarımın uygunluğu olarak rüzgar tünelinde kullanılabilir aerodinamiğe, yeterli debi ve verim sahip olması amaçlanmıştır. Benzer şekilde belirli bir seviye gücün altında çalıştırılabilir olması da tasarım amaçları arasında yer almaktadır. Tasarım, ihtiyaç duyulan asgari 15 m3/s hacimsel debiyi üretecek şekilde, uygun sayıda ve uygun aerodinamik yapıda pallere sahip olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Tasarımda ilk adım olarak var olan bilgiler ve isterler ile birlikte, temel analitik aerodinamik denklemlerin uygulanmasıyla bir boyutlu olarak nitelendirilebilecek sonuçlar oluşturulmuştur. Elde edilen sonuçlar ile, literatürde var olan parametrelerin uygunluğu ve makul değerlerde olması kontrol edilerek tasarım ilerlemesi sağlanmıştır. Sonuçların uygunluğu doğrultusunda, iki boyutta tek boyutlu sonuçlar irdelenerek, tasarım bir sonraki aşamaya taşınmıştır. Bu aşamada, akışkan hareketini yöneten denklemlerin çözümüne olanak sağlayan hesaplamalı akışkanlar dinamiği methodundan faydalanılmıştır. Çözüm için gerekli kontrol hacimleri kaba ve nitelikli ağ örgüsü şeklinde oluşturularak analizler gerçekleştirilmiştir. İki boyutta hızlı çözümler elde edilerek tasarım hakkında fikir sahibi olunmuş, profilin etkisi incelenmiş ve bir boyutlu sonuçlar elde edilmeye çalışılmıştır. Bu işlem fan palinin radyal doğrultusunda üç farklı noktada gerçekleştirilerek incelenmiştir. Palin kökünde, ucunda ve çevresel olarak alan ortalamalı olacak şekilde %50 sine denk gelen profil esas alınarak araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Nihai etkileri ve sonuçları anlamak için son aşama olarak gösterilebilecek üç boyutlu analiz uygulaması yapılmıştır. Bu uygulama çözüm süresi açısından uzun süreç oluşturduğu için tasarım adımında son sırada yer almaktadır. Üç boyutlu hesaplamalı akışkanlar dinamiği analizi uygulanarak, gerçeğe daha yakın bir model simulasyonu oluşturulmuş ve üç boyutta etkileri inceleme olanağı sağlanmıştır. Tasarım sırasında aerodinamik analitik denklemlerinin çözümünde hızlı sonuç alınması ve çok fazla iterasyona olanak sağlayan turbomakina yazılımı kullanılmıştır. Akışkan hareketini yöneten denklemlerin çözümünde kullanılan sonlu hacimler programı için gerekli ağ örgüsünün de hızlı bir şekilde kullanımı için turbomakina yazılımından faydalanılmış ve zaman olarak çalışmaya önemli ölçüde katkısı olmuştur.
Uçak Mühendisliği
Amaç: Araştırmada kadınların aile planlaması yöntem kullanımının endişe düzeyine etkisini belirlemek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte yapılan bu araştırmanın örneklemini Trabzon ilinde bir hastanenin polikliniklerine 15.05.2019-01.10.2019 tarihleri arasında başvuran 339 kadın oluşturmuştur. Araştırmanın verileri Kişisel Bilgi formu ve Penn Eyalet Endişe Ölçeği (PEEÖ) ile toplanmıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, Cronbach Alfa güvenilirlik testi, bağımsız gruplarda t testi ve ANOVA testi kullanılmıştır. Veri toplamaya başlamadan önce ölçek kullanım izni, araştırma izni, etik kurul izni ve araştırmaya katılan kadınlardan yazılı onam alınmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 31.51±6.53'tür. Kadınların %51'inin lise mezunu ve %65.8'inin ev hanımı olduğu saptanmıştır. Kadınların %12.4'ü kullandıkları aile planlaması yöntemi ile ilgili endişe duyduklarını ifade etmiştir. Kadınlar PEEÖ'den ortalama 54.16±14.39 puan almışlardır. Oral kontraseptif, kondom, rahim içi araç ve geri çekme yöntemini kullanan kadınların PEEÖ puan ortalamaları sırasıyla 52.19±9.17, 58.20±15.25, 46.84±14.97 ve 59.38±13.82 olarak bulunmuştur. 25-32 yaş aralığında olan, 6 ay-1 yıldır evli olan, geniş ailede yaşayan, bir gebeliği ve yaşayan bir çocuğu olan, kullandığı aile planlaması yöntemi cinsel yaşamını ve eşi ile ilişkisini olumsuz etkileyen, kendisi ve eşi kullandığı aile planlaması yönteminden memnun olmayan, yönteme güvenmeyen ve yöntem ile ilgili endişe duyan, gebe kalma korkusu olan kadınların PEEÖ puan ortalamalarının diğer kadınlara göre daha yüksek olduğu ve gruplar arası farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Geri çekme yöntemi kullanan kadınların endişe düzeylerinin oral kontraseptif ve rahim içi araç kullanan kadınlardan daha yüksek olduğu, kadınların endişe düzeylerinin farklı değişkenlerden etkilendiği saptanmıştır.
Aile Planlaması
Araç süspansiyon sistemleri, yoldan gelen kuvvetlerin iletilme kapasitesi ve araç performansında önemli bir rol oynamaktadır. Yol ve araç gövdesi arasındaki yükler, sürücü sağlığını, konforunu ve araç sürüş özelliklerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bazı araştırmalar, araç kaza oranlarında süspansiyon sistemlerinin kalitesinin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Süspansiyon sistemi, yol tutuşunu da önemli ölçüde etkiler. Bu çalışmada, 6x6 tekerlek içi elektrik motoru bulunan bir araç için matematiksel modelleme yapılmıştır. Sistem için serbest cisim diyagramı oluşturulmuş ve matematiksel simülasyon modellemesinde tekerlekler, araç gövdesi, koltuk, insan modeli ve tekerlek içi elektrik motorları ele alınmıştır. Yol girdileri olarak "bump" tipi yol modeli ve rastgele yol modeli senaryoları oluşturulmuştur. Oluşturulan matematiksel modelde, pasif ve aktif süspansiyon sistemli modellerin simülasyonları gerçekleştirilmiş ve sistem doğruluğu teyit edilmiştir. Optimizasyon için Genetik Algoritma ve Parçacık Sürü Optimizasyonu olmak üzere iki farklı yöntem kullanılmıştır. Optimizasyon probleminin tasarım değişkenleri; tekerlek süspansiyonunun rijitlik ve sönümleme katsayıları, aktif süspansiyon kontrolörlerinin değişkenleri, koltuk süspansiyonunun sertlik ve sönümleme katsayıları ve tekerleğe monteli motorların süspansiyonunun sertlik ve sönümleme katsayıları olarak seçilmiştir. Optimizasyon gerçekleştirilirken iki farklı yol senaryosu için ayrı ayrı optimizasyonlar yapılmış ve karşılaştırmalar gerçekleştirilmiştir. Bu karşılaştırmalarda, hangi sistemin daha verimli olduğu, ISO 2631-1 Sağlık Rehberi standardı baz alınarak insan sağlığı ve konforu üzerindeki etkileri ile değerlendirilmiştir. ISO 2631-1, titreşime maruz kalma sınırlarını tanımlar ve sürücü sağlık limitlerini hesaplamada kullanılmıştır. Aktif süspansiyon ile elde edilen optimizasyon sonuçları, pasif süspansiyon ile gerçekleştirilen simülasyonlara kıyasla daha iyi gelişme göstermiştir. Özellikle uzun süre kullanılan sistemlerde, optimizasyon sonuçları daha sağlıklı sonuçlar vermiştir.
Otomotiv Mühendisliği
Amaç Meibom bez disfonksiyonunda (MGD) oluşan morfolojik değişikliklerin ve tedavi yanıtının in vivo konfokal mikroskopi ile değerlendirilmesi. Gereç-Yöntem Çalışmaya 32 grade 1-2 MGD'li (grup1), 41 grade 3-4 MGD'li (grup 2), 39 Sjögren Sendromuna eşlik eden grade 3-4 MGD'li olgu ve 24 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Grup 2 ve Grup 3 bazal değerlendirmenin ardından randomize şekilde üç farklı tedavi alt grubuna ayrıldı. Tedavi alt grupları loteprenol etobonat %0.5 damla (a), azitromisin 15 mg/g damla (b) veya siklosporin A %0.05 damla şeklinde belirlendi. Bir aylık tedaviyi takiben tüm olgulara siklosporin A %0.05 damla ile tedaviye 5 ay daha devam edildi. Tüm olgulara oküler yüzey hastalık indeksi anketi (OSDI), detaylı oftalmolojik muayene, flöresein korneal boyanma testi, gözyaşı kırılma zamanı (BUT), Schirmer I testi ve in vivo laser konfokal mikroskopi (IVCM) (HRT III-RCM) uygulandı. Tedavi gruplarında tüm testler 1.,3. ve 6.ay takibinde tekrarlandı. Bulgular Grupların yaş ortalaması sırası ile 49.6 ± 10.2, 52.5 ± 7.1, 53.2 ± 9.1, 48.9 ± 8.1 yıl idi (p>0.05). Oküler yüzey hastalık indeksi (OSDI) skoru ve oküler yüzey boyanma skoru Grup 2 ve 3'te Grup 1 ve 4'ten daha yüksekti. Gözyaşı kırılma zamanı ve Schirmer I testi ise Grup 3'te en düşüktü. In vivo konfokal mikroskopi ile ölçülen ortalama kornea subepitelyal Langerhans hücre yoğunluğu Grup 1'de 25.1 ± 22.3 hücre/mm2 , Grup 2'de 54.6 ± 38.9/mm2, Grup 3'te 53.5 ± 35.8 hücre/mm2 , Grup 4'te 15.4 ± 22.1 hücre/mm2 idi. Ortalama ön stromal hiperreflektif keratosit yoğunluğu sırasıyla 59.1 ± 20.7/mm2, 75.5 ± 21.0 hücre/mm2, 85.8 ± 34.0 hücre/mm2 ve 58.5 ± 28.4 hücre/mm2 idi. Meibom bez asiner ünite yoğunluğu Grup 1'de 90.6 ± 16.7 ünite/mm2, Grup 2'de 84.7 ± 32.7 ünite/mm2 , Grup 3'te 117.2 ± 29.6 ünite/mm2 ve Grup 4'te 98.5 ± 34.8 ünite/mm2 olarak değerlendirildi. Meibom bez asiner ünite çapı Grup 1'de 73.1 ± 19.4 µm, Grup 2'de 78.3 ± 14.9 µm, Grup 3'te 64.0 ± 14.2 ve Grup 4'te 68.7 ± 14.7 µm idi. Grupların bazal değerleri belirlendikten sonra Grup 2 ve 3'e a, b ve c tedavileri başlandı. Tüm tedavi gruplarında Langerhans hücre yoğunluğunda ve ön stromal hiperreflektif keratosit yoğunluğunda 1. ayda anlamlı düşme elde edildi ve subepitelyal Langerhans hücre yoğunluğundaki azalma tüm takiplerde devam etti. Asiner ünite yoğunluğunda Grup 2'de değişiklik izlenmezken Grup 3'te tüm tedavi alt gruplarında düşüş saptandı ve a tedavi şeması uygulanan grupta 1. ayda düşüş sağlanırken, b ve c tedavi şemaları ile 3. ayda düşüş sağlanabildi. Asiner ünite en uzun çapında ise hiçbir grupta değişiklik saptanmadı. Tartışma-Sonuç Meibom bez disfonksiyonu olan gözlerde in vivo konfokal mikroskopide saptanan korneal inflamasyon ve morfolojik değişiklikler hastalık ciddiyeti ile ilişkilidir. In vivo konfokal mikroskopi, MGD'li gözlerde korneada ve meibom bezlerde ortaya çıkan morfolojik değişikliklerin saptanması ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde kritik öneme sahip bir yöntemdir..
Göz Hastalıkları
Yüzyıllardır her toplumda var olan oyun kültürü geçmişten günümüze çocuklar için vazgeçilmez bir gerçektir. Oyun, çocukları eğlendirir ve eğitir. Çocukların duygularını, düşüncelerini ve gereksinimlerini özgürce ifade etme biçimidir. Oyunlar çocuğun gelişiminde büyük bir öneme sahiptir. Oyun oynarken kullanılan metaryaller çocuk oyun araçlarıdır. Bu araçlar çocuğun zihinsel, bedensel, psiko-sosyal gelişimlerini destekleyen hayal gücünü ve yaratıcılığını geliştiren oyuncaklardır. Çocuklar bu araçları kullanabilmek için bir mekana sahip olmalıdır. Bu da çocuk oyun alanlarıdır. Günümüzde pek çok türde çocuk oyun alanı vardır. Bunlar iç ve dış mekanlardaki çocuk oyun parklarıdır. Bu tezde dünyada ve ülkemizde çocuklar için tasarlanmış bu oyun parklarının eğitici öğretici açısından çocuklara ne fayda sağladığı, tasarım sürecinde nelere dikkat edildiği, oyun sonrası çocuğun hayal gücünün ne kadar geliştiği araştırılmıştır. Dünyada hangi ülkeler çocuk oyun parklarının tasarımında daha gelişmiş fikirler üretirken Türkiye'de yapılan bu araştırmanın yer aldığı bu çalışmada çocuk oyun parklarının tasarımı konusunda yetersizliği görülmektedir. Elde edilen veriler sonucunda Türkiye'de çocuklar için tasarlanmış olan parkların eğitici öğreticilik açısından yetersiz olduğu gözlenmiş olup ve sonucunda elde edilen veriler analiz edilip, öneriler sunulmuştur.
Endüstri Ürünleri Tasarımı
Amaç:Bu çalışmada Helicobacter Pylorinin (Hp) diyabetik hastalarda tiroid fonksiyon testleri üzerine etkisini ve otoimmün tiroid hastalığı ile ilişkisini göstermeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:Çalışma retrospektif olup gastroenteroloji ve diyabet polikliniğinde takip edilen tip 2 diyabetes mellitus tanılı hastalar ile yapıldı.Dispepsi ile başvurup gastroskopisi yapılmış olan hastalarda patoloji bulguları eşliğinde Hp varlığı ile tiroid fonksiyon testleri , Anti-Tpo başta olmak üzere laboratuvar bulguları, demografik özellikler ve klinik bilgiler arasındaki ilişki analiz edildi. Bulgular: Çalışma yaşları 31 ile 85 arasında, yaş ortalaması 60,03±9,82 yıl olan 43'ü erkek (%31,6), 93'ü kadın (%68,4) olan dışlama kriterlerini karşılayan toplam 136 olgu ile yapılmıştır. %41,9'unda (n=57) helicobacter pylori (Hp) olduğu gözlenmiştir. Hp pozitifliği ile demografik özellikler, kullanılan ilaç tedavileri, biyokimyasal parametreler;tsh,t3,t4 düzeyleri, Anti-Tpo pozitifliği, endoskopi ve patoloji sonuçları kıyaslandı. Helicobacter pylori pozitifliğine göre olguların yaşları ve cinsiyetleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmezken, Hp pozitiflerde BMI değeri, negatif olanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,001; p<0,01).Hp pozitifliği ile reflü görülme oranı ve atrofi görülme oranı ilişkili görüldü. Anti-Tpo pozitifliğine göre olguların TSH, st3, Hgb, AKŞ, HbA1c,total kolesterol, Hdl, Trigliserid ile istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmezken, Anti-Tpo pozitif olan olguların st4 değeri, negatif olanlarda anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,002; p<0,01).Anti-Tpo pozitif olan olguların LDL değeri ve sT3/T4 oranı negatif olanlara göre düşük saptanmıştır (p=0,023; p<0,05), (p=0,024; p<0,05). Bununla birlikte Anti-Tpo pozitif olan olgularda atrofi görülme oranı, negatif olanlara göre anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,002; p<0,01). Sonuç: Hp varlığının Vki yüksekliği, reflü gelişmesi ve atrofi gelişimi ile ilişkili olduğu saptandı. Çalışmamızda Anti-Tpo pozitifliği atrofik gastrit gelişimi için risk faktörü olarak bulundu.Literatürde Hp pozitifliği ile otoimmün tiroidit ilişkili olarak görülmüş olup çalışmamızda anlamlı bulunmadı.
İç Hastalıkları
Akut böbrek hasarı (ABH), kan üre azotu, kreatinin ve diğer üremik toksinlerin vücutta biriktiği ve glomerüler filtrasyon hızında (GFH) gelişen azalma ile karakterize durumdur. ABH kliniğine neden olan bazı hastalıkların tedavisinde plazmaferezin yeri olup plazmaferez (PZ) kandan uzaklaştırmak üzere hedeflenen kısmın plazma olduğunu tanımlar. Plazmaferez immünkompleksleri, antijenik yapıları plazmadan temizleyerek akut hasarın ilerlemesini önler. Ayrıca bu hastalarda plazmaferez, immünsupresif ve/veya immünmodülatör tedavinin etki gücünü artırır. Çalışmamızda merkezimize sistemik lupus eritematozus (SLE), vaskülit, hemolitik üremik sendrom (HÜS) ve trombotik trombositopenik purpuraya (TTP) bağlı akut böbrek hasarı kliniği ile başvuran hastalara uygulanan plazmaferez işleminin öncesi ve sonrasında erken ve geç dönemde böbrek fonksiyonlarına etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya toplam 35 hasta dahil edildi. Hastaların 10'u (%28,6) ANCA+ vaskülit tanısı, 18'i (% 51,4) trombotik mikroanjiopati (TMA) tanısı, 7 hasta ise (% 20) SLE tanısı almış hastalardı. Hastalar plazmafereze alınmasının ortalama sayısı 9,43 ± 7,44 olarak bulundu. Hastaların plazmaferez öncesi ortalama GFH 23,14 ± 20,38 ml/dk olup plazmaferez sonrası birinci ay kontrolünde 62,77 ± 40,9 ml/dk, üçüncü ay kontrolünde 73,91 ± 41,79 ml/dk, birinci yıl kontrolünde 70,1 ± 41,02 ml/dk olarak saptandı (p=0,001).ANCA+ vaskülit hastalarında plazmaferez öncesi GFH 14,4 ± 9,54 ml/dk olup plazmaferez sonrası birinci ay kontrolünde GFH 31,7 ± 32,21 ml/dk; üçüncü ay kontrolünde 39 ± 33,07 ml/dk olarak saptanmış ve işlem öncesine göre GFH değerinde anlamlı yükselme izlenmiştir.TMA tanısı olan hastalar incelendiğinde plazmaferez öncesi GFH ortalama 26,89 ± 24,87 ml/dk, plazmaferez sonrası birinci ay ölçümü 84,17 ± 34,9 ml/dk, birinci yıl ölçümü 88 ± 37,3 ml/dk olarak bulunmuştur (p=0,001) (p=0,002). SLE tanılı hastalarda plazmaferez sonrasında ölçülen plazmaferez sonrası üçüncü ay ve birinci yıl kontrollerinde GFH 73,71 ± 37,97 ml/dk ve 74,57 ± 41,33 ml/dk olarak bulunmuş olup başlangıç düzeyine göre anlamlı iyileşme gözlenmiştir. Bu hastalarda erken dönemde plazmaferez ile GFH'ta anlamlı düşüş saptandığı gibi birinci yılın sonunda da böbrek fonksiyonları korunmuştur.
İç Hastalıkları
ALGILANAN ÖRGÜTSEL DESTEĞİN EBELERİN YENİLİKÇİ DAVRANIŞI ÜZERİNE ETKİSİNİN BELİRLENMESİ Bu araştırma algılanan örgütsel desteğin ebelerin yenilikçi davranışına etkisinin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Amaç doğrultusunda, İstanbul'da bulunan bir özel hastaneler grubunda çalışan 208 ebe olduğu belirlenmiş, yapılan güç analizinde %95 güven aralığı %5 hata payı ile örneklem 107 kişi olarak hesaplanmış ve 128 kişi ile çalışma tamamlanmıştır. Veriler "Kişisel Bilgi Formu", "Algılanan Örgütsel Destek Ölçeği" ve "Bireysel Yenilikçilik Ölçeği" ile toplanmıştır. Anketlerden elde edilen verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik programı ile analiz edilmiştir. Ebelerin tanımlayıcı özelliklerinin belirlenmesinde yüzde ve frekans analizlerinden, algılanan örgütsel destek ve yenilikçi davranışların incelenmesinde ortalama ve standart sapma istatistiklerinden faydalanılmıştır. Araştırmada algılanan örgütsel destek ve yenilikçi iş davranışları arasındaki ilişkiler korelasyon analizi ile, algılanan örgütsel desteğin yenilikçi iş davranışların üzerindeki etkisi ise regresyon analizi ile incelenmiştir. Çalışmada ebelerin "Algılanan Örgütsel Destek Ölçeği" toplam puan ortalaması 3,487±0,421 olarak saptanmıştır. Ebelerin "Bireysel Yenilikçilik Ölçeği'' toplam puan ortalaması 70,375±6,395, "Değişime Direnç" puan ortalaması 23,961±4,681, "Fikir Önderliği" puan ortalaması 21,164±2,676, "Deneyime Açıklık" puan ortalaması 21,063±2,605, "Risk Alma" puan ortalaması 6,820±1,695 olarak saptanmıştır. Algılanan örgütsel destek ile bireysel yenilikçilik arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif yönlü zayıf (r=0,421**, p=0,000), algılanan örgütsel destek ile değişime direnç arasında negatif yönlü zayıf (r=-0,362**, p=0,000), deneyime açıklık ile pozitif yönlü çok zayıf (r=0,208**, p=0,019) bir ilişki saptandı. Algılanan örgütsel destek ile fikir önderliği (r=0,082, p=0,360) ve risk alma (r=0,107, p=0,231) arasındaki ilişki istatiksel olarak anlamlı olmadığı bulunmuştur. Algılanan örgütsel desteğin ebelerin bireysel yenilikçi davranışı olumlu etkilediği sonucuna varılmıştır.
Ebelik
Araştırma; Akçakoca kenti kıyı bandının yaklaşık 14 km'lik kısmı ve yakın çevresinde sürdürülmüştür. Görsel kalite değerlendirme ölçütlerine bağlı olarak yapılan çalışmada elde edilen bulgular, kıyı bandının mevcut durum analizi ile iyileştirilmiş hallerinin kıyaslanmasından oluşmakta; uzman grubu ve halkın katılımı ile de desteklenmektedir. Görsel kalite değerlendirmesinde; Lynch (1960)'in ?kent imgeleri? nin oluşturulmasında belirlediği etmenlerden ve Çakcı (2007)'nin çalışmasında kullandığı Nasar (1992)'ın ?Visual preferences in urban street scenes: a cross cultural comparison between Japan and the United States? isimli çalışmasındaki mekânsal karakteristiklerden yararlanılarak bir görsel ölçüt modelleme süreci geliştirilmeye çalışılmıştır.Kıyı bandı üzerinde görüntülenen 42 adet fotoğrafın, uzman görüşleri doğrultusunda elenmesi ile belirlenen 17 adet fotoğraf araştırmanın ana materyalini oluşturmaktadır. Kullanıcı grubundan da bu 17 adet fotoğraf ve iyileştirilmiş halleri olan kurgu tasar görüntülerinin mekânsal karakteristiklere göre değerlendirilmeleri istenmiştir.Araştırmada kullanılan yöntemin analiz sonuçlarına dayanılarak, istatistiksel anlamda anlamlı veriler elde edilmiştir. Araştırma bulgularının değerlendirilmesi sonucu her bir fotoğrafın; düzenlilik, açıklık, bakımlılık ve doğal elemanların varlığının seviyeleri belirlenmiş ve mevcut görüntüler ile kurgu tasar görüntüler arasındaki karakteristik farklar ortaya konulmuştur.
Peyzaj Mimarlığı
End of preview. Expand in Data Studio
README.md exists but content is empty.
Downloads last month
110