text
stringlengths 21
17k
| label
stringclasses 187
values |
|---|---|
ÖZET
Son dönem böbrek yetmezliğinin (SDBY) seçkin bir tedavisi olan böbrek transplantasyonunda doku uyumu, anti-HLA antikor, akut rejeksiyon gibi immünolojik olan ve alıcının ve vericinin özellikleri ile transplantasyon sonrası komplikasyonlar allogreftin sağkalımın etkiler. Böbrek transplantasyonu SDBY'deki tedavilerin en küratif lanıdır. Bu çalışmada Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD CTF Transplantasyon ünitesinde canlı vericilerden böbrek transplantasyonu yapılan 185 alıcının canlı vericilerine ait etmenlerin (yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi) akut rejeksiyon, post-transplant komplikasyonlara, allogreft sağkalımına, kronik allogreft nefropatisine (KAN) ve mortaliteye etkisi araştırdık. Hastalarımızın demografik sonuçları şöyleydi: (Verici / Alıcı) ,ortalama yaş: 28,9 / 48 ; VKİ : 22 / 27 , cinsiyet dağılımı ( E - K ) : 142-43 / 69-116 idi. Akut rejeksiyon atağı :
%41 , hipertansiyon : %84 , KAN : % 36,2 olarak görülmüştü. Verici yaşının artması ( 55 yaş üzeri ) ile hem allogreft fonsiyonunda hem de sağkalımda azalmaya neden olmaktaydı. Kadın vericilerden böbrek alan erkeklerin allogreft fonksiyonları daha kötü idi. Ancak verici cinsiyeti ile akut rejeksiyon ve KAN arasında ilişki kuralamadı. Vericiye ait özelliklerin mortaliteye doğrudan etkisi saptanamadı.
Böbrek transplantasyonunda amaç daha uzun hasta ve greft sağkalımı sağlamaktır. Alıcıya ait etmenler yanında verici özelliklerinin de önemli olduğu bilinmektedir. Yaşlı vericilerin ve kadın vericilerin iyi bir greft sağkalımı için engelleyici olabileceği kanısına varılmıştır.
|
Nefroloji
|
Sağlıklı hayvanlara ait kan değerlerinin elde edilmesi, klinisyenlere hastalıkların teşhis ve tedavisinde yardımcı olmaktadır. Hematolojik ve biyokimyasal parametreler üzerine ırk, yaş ve cinsiyetin etkisi bulunmaktadır. Irka ait kan değerlerinin referans aralıklarının tespit edilmesi bu değerlerin değişim aralıklarının saptanması açısından önem arzetmektedir. Yapılan çalışmada sağlıklı Ankara keçilerinin hematolojik ve biyokimyasal parametrelerine ait referans aralıklarının yaş ve cinsiyete göre belirlenmesi amaçlandı.
Çalışmada, klinik olarak sağlıklı oldukları belirlenen 102 ergin (1-3 yaş, 52 erkek, 50 dişi) ve 98 genç (3-6 aylık, 48 erkek, 50 dişi) olmak üzere farklı yaş ve cinsiyette toplam 200 adet Ankara Keçisi kullanıldı.
Ankara keçilerinden alınan kan örneklerinde; akyuvar (WBC) ve alyuvar sayımı (RBC) yapıldı, nötrofil, lenfosit, monosit, eozonofil, bazofil yüzdeleri ile hemoglobin (Hb) ve hematokrit değerleri belirlendi. Ayrıca, Ortalama alyuvar hacmi (MCV), ortalama alyuvar hemoglobini (MCH) ve ortalama alyuvar hemoglobin derişimleri (MCHC) hesaplandı.
Hazırlanan kan serumlarında ise total kolesterol, total bilirubin, trigliserit, düşük dansiteli lipoprotein (LDL-kolesterol), yüksek dansiteli liprotein (HDL-kolesterol), kreatinin, kan üre nitrojen (BUN), total protein, albumin, globulin, glikoz, üre, kreatin kinaz (CK), gama glutamil transpeptidaz (GGT), laktat dehidrogenaz (LDH), alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST) aktiviteleri, potasyum (K), sodyum (Na), kalsiyum (Ca), inorganik fosfor (Pi), magnezyum (Mg), demir (Fe) düzeyleri belirlendi.
Eritrosit, nötrofil, Hb, MCH değerleri incelendiğinde genç Ankara keçileri arasında cinsiyete bağlı bir fark olmadığı, ancak bu parametrelere ait değerlerin ergin dişi keçilerde ergin erkek keçilere oranla daha yüksek olduğu bulundu. Hematokrit değer, MCV ve MCHC değerlerinde ergin dişi keçilerin diğer tüm keçilere oranla yüksek değere sahip olduğu tespit edildi. Keçi lenfosit değerleri arasında yaşa ve cinsiyete bağlı fark olmadığı belirlendi. Monosit, WBC ve bazofil değerleri ile cinsiyet arasında bir ilişki olmadığı, her iki cinsiyette de monosit ve WBC değerlerinde yaşa bağlı bir azalma gözlenirken eozonofil değerlerinde artış tespit edildi.
Serum total protein, kreatinin, total kolesterol, HDL kolesterol düzeyleri ve GGT aktivitesinde dişi keçiler arasında yaşa bağlı anlamlı bir fark olmadığı, ancak bu parametrelerin genç erkek keçilerde diğer keçilerden daha yüksek olduğu belirlendi. Ergin keçilerin daha yüksek serum glikoz değerine sahip olduğu bulundu. Serum albumin düzeyinin yaştan etkilenmediği ancak, erkeklerin dişilere kıyasla daha yüksek albümin değerine sahip olduğu belirlendi. Genç erkek keçilerin LDH aktivitesi, globülin, K ve Mg değerleri diğer keçilerin değerlerinden daha yüksek olduğu tespit edildi. Erkek keçilerin trigliserit değerinin dişilerden yüksek olduğu bulundu. Ergin dişi keçilerin genç dişi keçilere oranla daha yüksek Fe düzeyine sahip olduğu belirlendi. Sodyum değerinin cinsiyetten etkilenmediği ancak ergin keçilerin genç keçilere oranla daha yüksek Na değerine sahip olduğu tespit edildi.
Sonuç olarak, sağlıklı Ankara keçilerinin hematolojik ve biyokimyasal parametrelerinin bazılarının yaş ve cinsiyetten etkilenirken, bazılarının etkilenmediği belirlendi. Bu çalışma sonuçlarının, klinik uygulama yapan veteriner hekimlerin kullanımı için, sağlıklı Ankara keçilerine ait hematolojik ve biyokimyasal parametreleri değişim sınırlarını gösteren bir kaynak olma niteliği taşıyabileceği kanısına varıldı.
|
Fizyoloji
|
Karaciğer sirozu, hepatosellüler yetersizlik ve portal hipertansiyon bulgularıyla seyreden ölümcül bir hastalıktır. Özofagus varisleri siroz hastalarında portal hipertansiyonun ciddi bir sonucudur. Özofagus varislerini değerlendirmede endoskopi en sık kullanılan yöntemdir. Bu çalışmada kronik hepatit B veya hepatit C' ye bağlı karaciğer sirozu olan hastalarda özofagus varislerinin varlığı ve derecesinin öngörülmesinde non invaziv parametler değerlendirildi. Çalışmaya 2009-2015 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı'nda takip edilen etyolojide hepatit B ve hepatit C virüsü olan 324 karaciğer sirozlu hasta alındı. Hastaların demografik, klinik, laboratuar, radyolojik (dalak boyutu, portal ven çapı, portal ven akımı) ve endoskopik bulguları retrospektif olarak dosya taraması ile elde edildi. Trombosit sayısı, milimetre cinsinden dalak boyutuna bölünerek trombosit sayısı/dalak boyutu oranı elde edildi. Laboratuar ve radyolojik verilerin varis ile ilişkisi değerlendirildi. Çalışmaya alınan 324 hastanın 178 (%54.9)'i erkek, 146 (%45.1)'sı kadın olup yaş ortalaması 57.4±11.2 (27-87) idi.164'ü kronik hepatit B, 160'ı ise kronik hepatit C'ye bağlı siroz idi. Hastaların 69 (%21.3)'unda özofagus varisi saptanmazken, 255 (%78.7) hastada özofagus varisi mevcuttu. 255 hastanın 97 (%29.9)'sinde grade 1, 129 (%39.8)'unda grade 2, 29 (%9.0)'unda ise grade 3 özofagus varisi görüldü. Child-Pugh sınıflamasına göre 170 hasta (%52.5) sınıf A'da, 94 hasta (%29.0) sınıf B'de, 60 hasta (%18.5) sınıf C'de yer almaktaydı. Özofagus varisi olan ve olmayan gruplar arasında dalak boyutu, portal ven çapı, trombosit sayısı, trombosit sayısı/dalak boyutu oranı arasında anlamlı fark bulundu (p=0001). Varis varlığını predikte eden trombosit sayısı/dalak boyutu oranı cut off değeri ≤846 (sensitivite %90, spesifite %91) olarak saptandı. Trombosit sayısı/dalak boyutu oranı 846 ve altındaki değerler için varis varlığını göstermedeki pozitif prediktif değeri %97.4 olup negatif prediktif değeri %71.5 bulundu. Sirozlu hastalarda özofageal varis varlığını predikte eden değerler içerisinde özellikle trombosit sayısı/dalak boyutu oranının sensitivite ve spesifitesinin yüksek olduğu saptandı. Varis varlığı açısından bu oranının 846 ve altında olması önemlidir. Siroz hastalarında varis varlığını tahmin etmede kullanılabilecek non invaziv bir belirteç olabilir.
|
Gastroenteroloji
|
Bu çalışma, gıda endüstrisinde kullanılan saf poli-eter-eter-keton polimeri, %30 cam fiber takviyeli poli-eter-eter-keton, %30 karbon fiber takviyeli poli-eter-eter-keton ve yüksek performanslı HPV-PEEK kompozitlerinin alüminyum ve çelik disk malzemelerine karşı aşınma ve sürtünme davranışları incelenmiştir. Deneyler disk üzerinde pim olan bir aşınma cihazında gerçekleştirilmiştir. Tribolojik testler, kuru ortam şartlarında 0.5, 1, 2, 3, 4, ve 5 m/s gibi farklı kayma hızlarında yapılırken 50, 100, 150 ve 250 N'luk yükler altında gerçekleştirilmiştir. Tribolojik deneylerde saf PEEK ve kompozitlerinin sürtünme katsayısı ve spesifik aşınma oranları uygulanan yük ve kullanılan hızlara göre tespit edilmiştir. Saf PEEK ve PEEK kompozitlerinin hem çelik disk hem de alüminyum disk karşı malzemelerine karşı çalışması durumunda kayma hızının artması ile sürtünme katsayılarının azaldığı tespit edilmiştir. En düşük sürtünme katsayısı HPV-PEEK kompozitinde elde edilirken, en yüksek sürtünme katsayısı ise saf PEEK polimerinde elde edilmiştir. Uygulanan yükün artması ile saf PEEK ve kompozitlerinin hem çelik disk hem de alüminyum disk karşı malzemelerine karşı çalışması durumunda uygulanan yükün artması ile sürtünme katsayılarının arttığı/azaldığı tespit edilmiştir. Uygulanan yüke göre en düşük sürtünme katsayısı HPV-PEEK kompozitinde elde edilirken, en yüksek sürtünme katsayısı ise saf PEEK polimerinde elde edilmiştir. Hem çelik disk hem de alüminyum disk malzemelerine karşı çalışan saf PEEK ve PEEK kompozitlerinin spesifik aşınma oranları deneylerdeki kayma hızının artırılması ile artarken uygulanan yükün artırılması ile de azalma gözlenmiştir. Çalışma sonucunda en düşük spesifik aşınma oranı HPV-PEEK kompozitinde elde edilirken, en yüksek spesifik aşınma oranı ise saf PEEK polimerinde elde edilmiştir. PEEK ve PEEK kompozitlerinin tribolojik çalışmalarında düşük aşınma değerleri açısından çelik disk malzemenin alüminyum karşı disk malzemeye göre daha avantajlı olduğu tespit edilmiştir. Çalışılan PEEK polimer ve kompozit malzemelerin aşınma yüzeylerinin incelenmesi için taramalı elektron mikroskobu kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan malzeme, yük ve hızlara göre hem abrazif hem de adhezif aşınma mekanizmalarının oluştuğu tespit edilmiştir.
|
Metalurji Mühendisliği
|
Bu çalışmanın amacı, Cumhuriyet Dönemi'nde Büyükada'nın İktisadi ve Sosyal Tarihini, adanın kültürel ve demografik yapısını değiştiren içsel ve dışsal dinamikleri de değerlendirerek ele almaktır.Tezin araştırma aşamasında, çeşitli kurumların arşiv, kütüphane ve kayıtlarından yararlanılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda elde edilen veriler günümüz Büyükada'sında yaşayan esnaf ve zanaatkârlarla yapılan sözlü tarih çalışmasıyla desteklenmiş, çalışma günümüze kadar getirilerek bir güncel toplumsal tarih incelemesi boyutuna dönüşmüştür. Buradan elde edilen bilimsel bulguların ışığında araştırmanın ortaya çıkardığı sonuç şu şekildedir:Günümüz Büyükada'sı 19. yüzyıl başları ve 1940 ? 1970 yılları arasındaki dönemle karşılaştırıldığında kendi kendine yeten, ada ekonomisi olma özelliğinden uzaklaşmıştır. Çeşitli siyasal olayların yarattığı göç hareketleri sosyal ve kültürel yaşantıyı derinden sarsmış 1960'lara kadar adada çoğunluğu oluşturan gayrimüslim nüfusun miktarı, 2000'li yıllarda, sosyal ve iktisadi yaşamda bir etki yapamayacak kadar azalmıştır.
|
Demografi
|
Amaç: Ülkemizde hastalık algısının kansere tepki tarzına etkisini inceleyen çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada kemoterapi alan hastalarda hastalık algısı, kansere tepki tarzı, bunları etkileyen faktörler ve hastalık algısının kansere tepki tarzıyla ilişkisi araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: 01/11/2019-30/04/2020 tarihleri arasında, kemoterapi uygulanan 282 hasta dahil edilmiştir. Hastalar, Kısa Hastalık Algısı Ölçeği (KHAÖ) ve Kansere Tepki Tarzı Ölçeği (KTTÖ) ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 57,1'di (19-87) ve %53,9'u erkekti. Hastaların %66'sı 65 yaşından gençti ve %83,3'ünün ileri evre kanseri vardı.
Hastaların tedavinin başarısına olan inançları ve hastalığı kendilerinin kontrol edebileceklerine olan inançları yüksekti. Ayrıca hastalıklarını iyi anladıklarını düşünüyorlardı. Geriatrik hastalar hastalıklarının daha uzun süreceğini düşünmekteydi, semptomlardan daha fazla yakınmaktaydı, daha endişeliydi. Tedavi başarısına ve hastalığı kontrol edebileceklerine inançları düşüktü. Kadınlar erkeklerden daha endişeliydi. Üniversite mezunları semptomlardan daha az yakınıyordu, daha az endişeliydiler, duygusallık daha geri plandaydı. Geliri giderinden fazla olan hastalar tedavinin başarısına daha çok inanıyordu. Kanser tipi ile hastalık algısı arasında ilişki yoktu. Tedavi başarısına olan inanç ileri evre hastalığı olanlarda erken evre hastalığı olanlara göre daha azdı. En sık seçilen en önemli kanser nedeni psikolojik sorunlardı.
En belirgin tepki tarzı mücadeleci ruh, en geri planda olan tepki tarzı çaresizlik/ümitsizlikti. Geriatrik hastalarda çaresizlik/ümitsizlik, diğerlerinde mücadeleci ruh daha belirgindi. Kadınlarda mücadeleci ruh ve endişeli bekleyiş daha belirgindi. Üniversite mezunu olmayanlarda çaresizlik/ümitsizlik ve kadercilik daha belirgindi. Geliri giderinden fazla olanlarda kadercilik daha geri plandaydı. KTTÖ alt ölçekleri ile kanser tipi ve evresi arasında ilişki yoktu.
Kişisel kontrole inancın, tedavi kontrolüne inancın ve hastalığı anlama düzeyinin mücadeleci ruha pozitif etki ettiği görüldü. Hastalık sonuçlarından etkilenme düzeyinin, beklenen hastalık süresinin, semptomların, endişe düzeyinin ve duygusallığın mücadeleci ruha negatif etki ettiği görüldü .
Sonuç: Yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir durumu gibi özelliklerin hastalık algısı ve tepki tarzına etki ettiği görüldü. Kanser evresi hastalık algısına etkiliyken, tepki tarzına etkili değildi. Kanser tipiyle hastalık algısı ve kansere tepki tarzı arasında ilişki yoktu. Hastalık algısı ile kansere tepki tarzı arasında tüm alt değerlendirme ölçeklerini de içeren iç içe geçmiş yakın bir ilişki vardı. Leventhal ve arkadaşları tarafından geliştirilen Öz Düzenleyici Model'in kemoterapi alan kanser hastalarında da doğrulanmış oldu.
Onkolojide biyopsikososyal bütüncül tıbbi yaklaşım ve destekleyici uygulamalar büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle kanser hastalarının hastalıklarını nasıl algıladıkları ve bu süreci nasıl yönetmeye çalıştıklarının tespit edilmesi önemlidir. Böylece negatif başa çıkma yöntemlerini seçenler belirlenebilir, gerekli destekler verilebilir, hayat kaliteleri ve tedavi uyumları arttırılabilir.
KTTÖ gibi çok sayıda sorudan oluşan, çözülmesi uzun ve anlaması zor ölçekler yerine, KHAÖ ile hem hastalık algılarının hem de lineer regresyon modelleri ile oluşturulan formüllerle kansere tepki tarzlarının değerlendirilebileceği görülmüştür. Bu değerlendirmelerin yapılarak uygun psikososyal desteğin erken dönemde yaşama geçirilmesini önermekteyiz. İleride bu hipotezi sınayacak yeni araştırmalar planlanabilir.
|
Onkoloji
|
Bu tezde, dünyada önemli bir pazara ve rekabete sahip olan porselen karoların kalınlıklarının inceltilerek üretilebilmesi araştırılmıştır. Bu amaçla; porselen karo bünyelerinin karakterizasyonu yapılarak daha ince ve çevreye duyarlı karo yapabilme olanakları hedeflenmiştir. Bünye içerisinde İstanbul killeri yerine sırası ile ağırlıkça %0,5, %1, %1,5, %2, %2,5 oranlarında Çanakkale bölgesi bentoniti kullanılmıştır. Çalışmalar endüstriyel koşullarda Çanakkale Seramik karo fabrikalarında gerçekleştirilmiştir. Standart porselen karo bünyesi referans alınarak, yeni kompozisyonlar çalışılmıştır. Hazırlanan bünye reçeteleri standart kalınlıkta ve 0,5 mm inceltilerek endüstriyel olarak pişirilmiştir. Çalışılan kompozisyonların küçülme miktarı, mukavemeti, su emme, renk ve deformasyon değerleri ölçülmüştür. Geliştirilen yeni bünyelerin bentonit miktarı ağırlıkça %1 kullanıldığında mukavemetlerin arttığı renklerin bozulmadığı görülmüştür. Geliştirilen bu bünye ile karo kalınlıkları düşürülerek mukavemet, su emme, deformasyon ve renk kriterleri sağlanmıştır. Bentonitin ağırlıkça %1 oranından fazla kullanımlarında akma davranışının bozulduğu ve küçülmenin arttığı saptanmıştır. Başarı ile gerçekleştirilen bu inceltme işlemi ile bu ürünlerin nakliyatında yaklaşık %6 tasarruf sağlanmıştır.
Sonuç olarak; İstanbul killeri yerine ağırlıkça %1 oranında bentonit kullanılarak porselen karo kalınlıklarının %5 azaltılmasının mümkün olduğu saptanmıştır. İstanbul kili yerine Sarıbeyli bentoniti kullanılarak hazırlanan reçetede, karo kalınlıklarının %5 inceltilmesiyle porselen karo hammadde maliyetinde %8,1 oranında tasarruf edilmiş olacaktır. Hem nakliyattaki ve hem de hammadde maliyetindeki tasarruflar üretimi yapan firmaya bilhassa ihracatta ve iç piyasada önemli pazar avantajları sağlayacaktır. Ayrıca bentonit hammaddesinin nakliyatının yaklaşık on kat daha kısa mesafeden olması; başta CO2 salınımı olmak üzere çalışmanın çevre koruma ve dostu olma özelliği bakımından da önemini vurgulamaktadır.
|
Seramik Mühendisliği
|
Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine başlamış bir ülke olan Türkiye'de katılım öncesi pek çok alanda hazırlıklar ve çalışmalar devam etmektedir. Bu hazırlıklar arasında, her türlü çalışmanın temelinde bulunan, iletişimi sağlamaya yönelik yazılı ve sözlü çeviri etkinlikleri de yer almaktadır. Merkezine sözlü çeviriyi yerleştiren ?Türkiye'de Sözlü Çeviri Etkinliğinin Avrupa Birliği Bağlamında Kurumsallaşma Süreci? başlıklı bu tez çalışması sözlü çeviri işlerinin düzenlenme biçimini betimlemekte ve sosyolojik bir bakış açısıyla sözlü çeviri etkinliğinin kurumsallaşma düzeyini sorgulamaktadır. Bu doğrultuda betimleyici bir yöntem yardımıyla elde edilen veri ve gözlemler `Toplumsal Yapılandırmacılık' kuramı çerçevesinde ve Avrupa Birliği bağlamında çözümlenmekte ve hem AB üyeliği hem de sözlü çeviri çalışmaları açısından geleceğe ışık tutacak biçimde değerlendirilmektedir.
|
Mütercim-Tercümanlık
|
Küreselleşme Sürecinin Kentsel Koruma Alanları ile İlişkisinin İstanbul Özelinde İncelenmesi ivÖZETKüreselleşme kapitalizmin süreç içerisinde ulaştığı en yoğunluklu aşamayı vebunların kültürel, politik yansımasını içeren, bunun yanı sıra zaman ve mekankavramlarına yeni anlamlar yükleyen bir süreç olarak tanımlanabilmektedir.Süreç içinde sermayenin kazandığı hareketliliğe bağlı olarak ekonomikilişkilerin kentler üzerinden şekillenmesi, bu dönemin aynı zamandametropoller çağı olmasına da neden olmuştur. Kentlerin bu derecede önplana çıkması ve küresel ekonomiye eklemlenme çabaları kentlerin hızlamekansal şekillenişini değiştirmesine neden olurken, söz konusu gelişmelerbir taraftan da kentlerin tarihi çekirdeği üzerinde baskı yaratmaktadır. İronikolarak küreselleşmenin beraberinde getirdiği, zaman mekan kavramındakidönüşüm, küresel kültür gibi unsurlar kentlerin kimliğinin ve kültüreldeğerlerin yoğunlaştığı tarihi çevrenin önemini arttırmaktadır. Bununsonucunda kentler bu süreçte tarihi kent mekanlarına eğilerek bunlarıyaşatma yönünde hem avantajları, hem de dezavantajları bir aradayaşamaktadır. Söz konusu gelişmelerin avantaja döndürülmesi yönetimlerinve yerel halkın bu kültürel değerleri yaşatma çabasına bağlı olarakgerçekleşmektedir. Türkiye'de ise, ekonomik gelişme adına bu değerlerin gözardı edilmesi yada hızla ticarileştirilmesi söz konusudur. Bu çalışmadaülkemizde bu sürecin ne yönde geliştiğini ve gelişmenin ardındaki nedenleriortaya koymaya çalışmaktadır.
|
Şehircilik ve Bölge Planlama
|
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki küresel gelişmeler, Türkiye'deki sektörlerde nitelikli eleman ihtiyacını artırmış ve üniversitelerin bu alandaki iş gücünü yetiştirme çabalarını güçlendirmiştir. Bu doğrultuda, 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından kurulan Yönetim Bilişim Sistemleri (YBS) bölümü, Türkiye'de bu ihtiyaca cevap veren öncü eğitim birimi olmuştur. YBS, mezun ettiği öğrenciler, akademik kadrosu ve açılan yeni bölümleriyle Türkiye'de hızla büyüyen ve gelişen bir disiplin haline gelmiştir.
YBS'nin çok disiplinli yapısı, endüstriden sağlığa, bilgisayar bilimlerinden işletmeye kadar geniş bir yelpazede etkili olmasını sağlamış, bu durum alanın sınırlarının net bir şekilde belirlenmesini zorlaştırmıştır. Bu nedenle, alanın literatürünün periyodik olarak değerlendirilmesi ve mevcut durumunun ortaya konulması büyük önem taşımaktadır. Bibliyometrik çalışmalar, belirli alanların sınırlarını belirleme ve bu alanlardaki araştırmacıların yapısını anlama konusunda önemli katkılar sunar. Ancak, bu çalışmalar genellikle anlamsal içerik analizi açısından sınırlı kalmaktadır. Bu sınırlılığı aşmanın bir yolu, metin madenciliği yöntemlerini kullanmaktır. Bu bağlamda, konu modelleme gibi metin madenciliği teknikleri, büyük bir makale koleksiyonunu sistematik ve otomatik bir şekilde analiz etmeyi mümkün kılmaktadır. Konu modelleme, belirli bir alandaki araştırma temalarını, ilgi alanlarını ve eğilimleri derinlemesine incelemek için gerekli ve önemli bir analiz yöntemi olarak öne çıkmaktadır.
Tez kapsamında, Scopus veri tabanında YBS araştırmalarına özgü literatür, bibliyometrik analiz ve konu modelleme yöntemleri kullanılarak incelenmiş, Microsoft Power BI ile etkin bir izleme ve raporlama süreci geliştirilmiştir. Bu sayede, araştırmacılar YBS araştırmalarındaki ana konuları, öne çıkan yazarları, dergileri, ülkeleri ve yayınları daha etkin bir şekilde takip edebileceklerdir.
|
Bibliyografya
|
Bu çalışma, Kırgız yazarlarından Cusup Turusbekov'un Acal Orduna (Ecel Yerine), Ayçürök ve Beş Moynoktogu Okuya (Beş Moynok'taki Olay) adlı piyeslerinin teknik ve içerik özelliklerinin incelenmesi üzerine yapılmıştır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Kırgız tiyatro geleneği hakkında bilgiler verilmiştir.
Çalışmanın birinci bölümünde Cusup Turusbekov'un hayatı ve sanatı ile ilgili bilgiler sunulmuştur. Bunun yanı sıra yazarın eserleri ile ilgili kısa bilgilere yer verilmiştir.
İkinci bölümde Ecel Yerine, Ayçürök ve Beş Moynok'taki Olay piyeslerinin yapı unsurları, anlatım teknikleri ve muhteva özelliklerini incelenmiştir.
Üçüncü bölümde ise söz konusu eserlerin Halk Kültürü ve Motifleri ele alınmıştır.
Dördüncü bölüm iki başlık altında değerlendirilmiştir. İlk başlık piyeslerin Latin alfabesine transkripsiyonudur. İkinci başlık ise Türkiye Türkçesine aktarımı şeklindedir.
Çalışmanın sonunda, ele aldığımız eserlerin genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Akabinde kaynakça, dizin yer verilmiştir. Ek olarak da incelediğimiz yazarla ilgili bazı görseller sunulmuştur.
|
Karşılaştırmalı Edebiyat
|
Bu tez çalışmasında kuyu logu verilerinden litolojik sınırların belirlenmesi amacıyla zaman serilerinde görülen ani değişimlerin tespiti için geliştirilen kadran tarama metodu kullanılmıştır. Oldukça yeni bir yöntem olan kadran tarama metodu zaman serisi verilerini analiz etmek için geliştirilmiş olmasına rağmen mekansal veriler için de kullanılabilmektedir. Bir mekansal veri niteliğinde olan kuyu logu verileri için kadran tarama metodu kuyu logu verilerinde görülen ani değişimleri saptayabilmektedir. Bu tez kapsamında öncelikle kuyu logu verilerine kadran tarama metodu uygulanmış ve litolojik birimlerindeki ani değişimler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kadran tarama metodu ile litolojik birimler tespit edilmesine rağmen yöntem bazı birimleri ayırt edememiştir. Bu durumda kadran tarama yönteminin daha verimli sonuç elde edebilmesi amacıyla yöntemde kullanılan parametrelere ek olarak ağırlık fonksiyonu eklenerek yöntemin daha verimli çalışması sağlanmıştır. Ağırlıklandırılmış Kadran Tarama olarak verilen bu yöntem ile kuyu logu verilerinden jeolojik sınırlar, kadran tarama yöntemine göre daha tutarlı bir şekilde tespit edilmiştir.
|
Jeofizik Mühendisliği
|
Bu çalışmanın amacı, Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar geçen zaman diliminde Türkiye nüfusunda meydana gelen nitel ve nicel değişimlerin okul öncesi eğitim sistemine yansımalarını ve sonuçlarını incelemektir. Bu çalışma, okul öncesi eğitim, nüfus ve nüfus değişimlerinin etkisi ve Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi nüfus yapısı ve okul öncesi eğitim başlıkları ile ele alınmıştır. Türkiye'de nüfus değişimleri konusunda başlıca istatistik kaynak ülkemizde yapılan resmi nüfus sayımlarıdır. 1927'de yapılan ilk nüfus sayımından günümüze kadar yapılan nüfus sayımlarında, doğurganlık hızında düşüş olsa bile çeşitli sağlık politikaları ve yaşam tarzının değişmesiyle ölüm sayılarının azalmasından dolayı ulusal nüfus azalan bir tempoyla da olsa artmaya devam etmiştir.
Ülkemizde 1960'lı yıllardan itibaren okul öncesi eğitim ile ilgili hem devlet yatırımları hem de bilimsel çalışmalar artmıştır. Bu yatırımlar ve çalışmalar neticesinde okul öncesi eğitim kurumları, öğretmen ve öğrenci sayılarında artışlar görülmüştür. Bu artış 1980'li yıllarda belirginleşmeye başlamış, 2009-2010 eğitim öğretim yılında hem okul sayısı hem de okullaşma oranı bakımından en yüksek düzeye ulaşmıştır.
Sonuç olarak, okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamında olmaması, tüm bölge ve illerimizde yeterince yaygınlaşmamış olması ve genelde ücretli olması sebebiyle ilköğretime nazaran istenen düzeye ulaşılamadığı görülmüştür.
|
Demografi
|
Çoban, Z. C. (2023). Su İçi Duyu Temelli Aktivitelerin Uyku Sorunu Olan OSB Tanılı Çocukların Duyu- Motor Becerileri, Uyku ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi. Yüksek lisans Tezi, Biruni Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul.
Bu çalışma, Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanısı almış ve uyku sorunu yaşayan çocuklarda su içi duyu temelli aktivitelerin duyu-motor becerileri, uyku düzeni ve yaşam kalitesi üzerindeki etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırma, Cangüleç Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi'nde takip edilen 3-10 yaş aralığındaki OSB'li çocuklar arasında gerçekleştirilmiştir.
Araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 15 otizmli çocuk dahil edildi. Çocuklar müdahaleden önce, müdahaleden hemen sonra ve müdahaleden sekiz hafta sonra olmak üzere toplamda üç kez değerlendirildi. Çalışma grubundaki çocuklara 8 hafta boyunca haftada iki kez 40'ar dakikalık seanslar uygulandı.
Veri toplama araçları olarak Sosyodemografik Bilgi Formu, Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği, Dunn Duyu Profili, Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketi, Çocuk Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Nöromotor Performansın Klinik Gözlemi Kontrol Listesi kullanılmıştır. Bu ölçekler, çocukların duyu-motor becerileri, uyku alışkanlıkları ve yaşam kalitelerini değerlendirmek için kullanılmıştır.
Araştırma sonuçları, su içi duyu temelli aktivitelerin çalışma grubundaki çocuklarda duyu-motor becerileri, uyku alışkanlıkları ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiler yarattığını göstermektedir.
Bu çalışmanın bulguları, su içi duyu temelli aktivitelerin OSB tanısı almış çocuklar için potansiyel bir müdahale yöntemi olarak düşünülebileceğini ve duyu-motor becerileri, uyku düzeni ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiler sağlayabileceğini işaret etmektedir. Bu nedenle, OSB'li çocuklara yönelik daha fazla araştırma ve uygulama bu alandaki çalışmaları desteklemek için gereklidir.
|
Ergoterapi
|
Yeni gelismelerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan günümüzorganizasyonları, sürekli olarak değisikliklere uğramaktadır. Organizasyonlarınyönetim modellerinin yenilenmesine ve değismesine yardımcı olan yeni yönetimteknikleri, bu organizasyonların küresel dünyada yasanan hızlı değisim sürecine ayakuydurmasını hedeflemektedir.Günümüz rekabet sürecinde belirsiz, karmasık ve hızlı bir değisim süreci ilekarsı karsıya kalan isletmelere stratejik bir avantaj sağlayabilecek olan değisimyönetimi, isletmelerin ve yöneticilerinin önemle üzerinde durmaları gereken bir konualarak sekillenmektedir. Değisebilme becerisi, geleceğin organizasyonları için enbüyük rekabet avantajıdır. Bu nedenlerden dolayı bu çalısmada tezin konusu ?Organizasyonel Değisim Yönetimi? olarak belirlenmistir.?sletmelerin faaliyette bulunduğu doğal, ekonomik, sosyo-kültürel ve hukukiçevre faktörlerinin sürekli olarak değismesi en çok isletmeleri etkilemektedir.Günümüz isletmelerinin ayakta kalabilmeleri, değisen çevreye uyum sağlamaları ilemümkün olabilecektir. Çevreye olan uyum süreci, isletmelerin karsı karsıya kaldığı enönemli sorunlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.Bu çalısmada çalısmanın ilk bes bölümünde konu ile ilgili teorik bilgileraktarılarak çalısma için gerekli alt yapı hazırlanmıs ve arastırmaya katılanAzerbaycan Cumhuriyetindeki Türk Menseli ?sletmelerin değisim yönetimiuygulamaları incelenmistir.Tezin ilk bes bölümünde, konunun teorik zemini olusturulmaya çalısılmıstır.Birinci bölüm giris bölümüdür. Bu bölümde çalısmanın konusu, amacı, varsayımları,sınırları ve içeriği irdelenmistir. ?kinci bölümde değisim konusu ana hatlarıylaincelenmistir. Üçüncü bölümde organizasyonel değisim ardalanı ortaya konmayaçalısılmıstır. Dördüncü bölüm de öncelikle değisimin gerçeklestirilmesindeki kritikbasarı faktörleri analiz edilerek, akabinde isletmeler için bir organizasyonel değisimmanifestosu sunulmus, organizasyonlar için değisimin yol haritası çizilmistir. Besincibölüm teorik kısmın son bölümü olup bu bölümde değisim yönetiminde basarısızlığınanalizi açıklanmaya çalısılmıstır. Tezin altıncı bölümünde, organizasyonlarındeğisebilme yeteneklerini incelemek amacıyla Azerbaycan Cumhuriyetindeki TürkMenseli ?sletmelerde organizasyonel değisim yönetimi ile ilgili uygulamalargerçeklestirilmistir. Çalısmanın uygulama bölümünde organizasyonel değisimyönetimi kapsamında isletmelerin, değisim konusundaki bakıs açıları ve referansaldıkları ve mevcut yönetim tarzları, hangi sebeplerden dolayı değisime gittikleri,isletme yöneticilerinin organizasyonel değisim konusundaki anlayıs biçimlerini veorganizasyonel değisimdeki rolleri, uyguladıkları değisim programları sonucundabasarılı olup olmadıkları gibi soruların cevaplarına ulasılmaya çalısılmıstır.
|
İşletme
|
Proje performans modelleri, bütüncül bir yaklaşım ile projelerin değişik yönlerini değerlendiren yönetimsel ölçüm araçlarıdır. Yapılan çalışmalar neticesinde, literatürde yer alan proje performans modelleri ve performans ölçüm kriterleri incelenmiş ve bu doğrultuda literatürde proje performansı ölçümü ile ilgili hususlarda eksiklik olduğu ve aynı zamanda TSK'da uygulanan projelerde, proje performanslarının yeterli olmaması nedeniyle, etkin bir proje performans modeline ve performans ölçüm kriterlerine ihtiyaç duyulduğu tespit edilmiştir. Görülen bu eksiklikler üzerine, TSK'da icra edilen projelere uygun etkin, bütüncül ve niceliksel proje performans modeli ve performans ölçüm kriterleri geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu model kavramsal olarak Livvarcin (2013) tarafından ortaya konmuş ve köprü modeli olarak adlandırılmıştır. Bu çalışma ile önceki proje performans değerlendirme çalışmaları genişletilmiş ve proje performans parametreleri dahil edilmiştir.
Bu çalışmada, bir projenin performansı, yapısal ve parametrik ölçütler olmak üzere iki yönden incelenmektedir. Yapısal ölçütler projenin safhalarının değerlendirilmesine imkan sağlamaktadır. Performans ölçüm kriterlerinden yapısal performans ölçütleri köprü metaforu kullanılarak betimlenmektedir. Yapısal ölçütler, aynı zamanda köprü modelinin unsurları da olan hazırlık, başlangıç, gerçekleştirme, bitiş, idame süreci, atmosfer ve aktörler şeklindedir. Projenin parametrelerinin ölçülmesine imkan veren parametrik ölçütler ise literatürde var olan ve projenin performans parametreleri olan performans ölçütlerini oluşturmaktadır. Parametrik ölçütler, maliyet, zaman, kalite, çıktıları performansı, motivasyon, gelişim ve rekabet gücü olmak üzere 7 parametreden oluşmaktadır.
Bu çalışmada, önerilen modelin performans ölçütleri kullanılarak 42 değişik projenin performansı değerlendirilmiştir. Projelerin değerlendirilmesi için 4 değişik organizasyondan 31 katılımcı seçilmiştir. Katılımcılar çalıştıkları her bir proje için bir anket doldurmuştur. Araştırma için geliştirilen ölçek iki kısım ve 14 sorudan oluşmaktadır. Sorular 9'lu likert tipi ölçek kullanılarak skorlanmıştır. Modelimizin güvenilirlik ve geçerliliğini ölçmek için niceliksel ve niteliksel olmak üzere her iki yöntemde kullanılmıştır.
Araştırma sonucunda, proje safhalarını değerlendirmede kullanılan yapısal ölçütlerin proje safhalarının performansını ölçebildiği görülmüştür. Benzer şekilde proje parametrelerini değerlendirmekte kullanılan parametrik ölçütlerin projenin parametrik performansını ölçebildiği görülmüştür.
|
Savunma ve Savunma Teknolojileri
|
Amaç: Hidrosefalide görülen beyin hasarının patofizyolojisini ve arkasındaki mekanizmaları daha iyi anlamak, hidrosefali sonuçları üzerinde etkili olacak tanısal, gözlem ve tedavi araçlarının geliştirebilmesinde hayati öneme sahiptir. Bu çalışmada deneysel hidrosefali modelinde sıçan beyin dokusunun radyolojik, biyomekanik ve histopatolojik özelliklerinin gösterilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 36 adet Sprague-Dawley erkek sıçan (21 günlük, ağırlıkları 150 ile 200 gram arasında değişen) kullanıldı. Hayvanlar rastgele kontrol (n=6), 1 haftalık hidrosefali (n=10), 2 haftalık hidrosefali (n=10) ve 3 haftalık hidrosefali (n=10) olacak şekilde gruplara ayrıldı. Kontrol grubundaki hayvanlara intratekal 0.02 mL serum fizyolojik, hidrosefali gruplarındaki hayvanlara 0.02 mL kaolin solüsyonu (200 mg/mL kaolin, 0.9% steril salin solüsyonu içinde) enjekte edildi. Manyetik rezonans görüntüleme sonrası tüm hayvanlara sağ frontoparietal yaklaşık 1 cm2kraniektomi yapılarak in vivo biyomekanik ölçümler yapıldı. Biyomekanik ölçümler sonrasında denekler sakrifiye edildi. Histopatolojik değerlendirmeler için beyin dokuları alındı.
Bulgular: Ventriküler genişleme kaolin enjeksiyonu sonrası takip eden günlerde artan şekilde gözlendi. Ventrikül genişliği ve ventrikül alanı her dört grup için anlamlı derecede farklıydı (p<0.001, p<0.005).Kortikal kalınlık kontrol grubuna göre anlamlı şekilde azaldı. (p<0.05) Deneklerden elde edilen kuvvet-deplasman eğrileri tipik olarak viskoelastik anizotropik materyal ile uyumlu bulundu. Hidrosefalik beyinde deplasman daha fazla oldu(~1380μm
vs. ~830μm). Kontrol grubuna göre tüm hidrosefalik sıçanlarda indentasyon modülü açısından anlamlı artış gözlendi. Hidrosefalik beyinlerden alınan kesitlerin incelemesinde kortikal bölgede nöronal hasar izlendi.
Sonuç: BOS akımı obstrükte olduğunda, artmış BOS pulsatilitesi görülür. BOS pulsatilitesindeki küçük bir artış bile hidrosefalide ventrikül genişlemesini izah eder. Bu çalışmada da gösterildiği gibi hidrosefalinin erken safhalarında, beyinde viskoelastik davranışlarda kalıcı değişiklikler olmamaktadır. İlerleyen zamanlarda viskoelastik davranışlarda ve selüler yapıda geri dönüşü mümkün olmayan değişiklikler gelişmekte ve bu da hidrosefali tedavisinde erken müdahalenin önemini göstermektedir.
|
Nöroşirürji
|
Yeme eylemi fizyolojik bir ihtiyaç olsada bireylerin, bu eylemi gerçekleştirdikleri yer, zaman ve şekil ilişkisinin sosyo-kültürel boyutu bulunmaktadır. Toplumdan topluma farklılıklar gösteren bu kültürel durum, nesillerin deneyimleri ve istekleri ile değişim gösterebilmektedir. Mutfak kültürleri tarihsel süreç içerisinde şekillenmekte, etkileşimler ile birlikte değişime uğramaktadır. Bu noktada, Almanya'da yaşayan Türklerin mutfak kültürlerinin, göçün beraberinde getirdiği çevresel ve kültürel etkileşimlerin bir sonucu olarak, kuşaklar ilerledikçe değişime uğraması araştırmanın önemini ortaya koymaktadır. Araştırma ile Türkiye'den Almanya'ya göç eden birinci kuşağın, orada yetişen ikinci kuşağın ve orada doğup büyüyen üçüncü kuşağın, yeme-içme alışkanlıkları üzerinden değişen mutfak kültürlerini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Araştırma sürecinde, çalışma ortamında yer alarak, doğrudan gözlem ve görüşmelerin gerçekleştirilmesi ile daha doğru bilgilere ulaşılmasına olanak sağladığından nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırma evrenini Almanya'da yaşayan Türk ve Türk kökenli göçmenler oluşturmaktadır. Araştırmada 3 kuşaktan ayrı ayrı 25 katılımcı ile görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler, 29 Ekim 2018 ve 13 Ocak 2019 tarihleri arasında, toplamda 75 kişi ile Almanya da gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler çerçevesinde Almanya'da yaşayan 3 kuşaktan göçmenlerin, değişen yemek kültürleri üzerine etnografik bir araştırma yürütülmüştür. Araştırmacılar tarafından oluşturulan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile katılımcıların mutfak kültürleri hakkında verilere ulaşılmıştır. Ardından elde edilen veriler ışığında katılımcıların değişen mutfak kültürleri üzerine çıkarımlarda bulunulmuştur. Yoğun çalışma hayatının getirdiği zorluklar, beslenme anlayışını olumsuz etkilediği gözlemlenirken, yeni nesillerin beslenme alışkanlıklarının bir önceki nesle göre etkileşimlere bağlı olarak değiştiği görülmüştür.
|
Gastronomi ve Mutfak Sanatları
|
Bu çalışma 1999 – 2013 yılları arasında Türkiye'nin farklı illerinden toplanan bazı Chaetorellia ve Orellia türlerinin spermateka yapılarının morfolojik açıdan değerlendirilmelerine dayanmaktadır. Çalışma da Chaetorellia ve Orellia türlerine ait [Chaetorellia carthami Stackelberg, C. jaceae (Robineau – Desvoidy), C. loricata (Rondani), C. succinea (Costa), Orellia falcata (Scopoli) ve O. stictica (Gmelin)] toplam 6 türün spermateka morfolojisi taramalı elektron mikroskobu (SEM) ortamında fotoğraflanarak farklı karekterler açısından incelendi. Her bir türün spermatekal yapılarının yüzey morfolojileri incelenerek türlere ait tanımlayıcı bilgiler verildi. Türlerin spermatekalarının SEM fotoğrafları tez içerisinde sunuldu.
Çalışmada kullanılan Chaetorellia ve Orellia türlerinin spermatekal bulb yüzeyinde belirgin farklar olduğu gözlenmiştir. Ayrıca spermatekal bulbun en boy oranları iki cins arasında ayırt edici karakterdir. Elde edilen SEM görüntülerine göre yapılan kıyaslamalar sonucunda türler arasında spermateka morfolojilerinin farkları sistematik açıdan değerli karakterler olup cins ve türlerin teşhislerinde kullanılabilir karakterler olduğu gözlenmiştir.
|
Zooloji
|
Mevduat sahipleri başta olmak üzere bankalara fon sağlayan tüm tarafların çıkarlarının yeterince korunması, bankacılık sistemlerine duyulan güvenin en önemli koşulu durumundadır. Söz konusu güvenin sürekli kılınabilmesi için sermaye tahsislerinin doğru bir şekilde yapılması ve yeterli sermayeye sahip olunması gerekmektedir. BaseI II Uzlaşısı çerçevesinde önerilen güncel risk ölçüm yaklaşımları, etkin ekonomik sermaye tahsislerinin yapılabilmesini göreceli olarak mümkün hale getirmişlerdir. Bu çalışmada, kredi riski ölçümlerinin gelişmiş içsel modeller yardımıyla gerçekleştirilmesine örnek teşkil edecek şekilde, Türk Bankacılık Sektörü'ne özgü farklı bir araştırma yöntemi geliştirilmiştir. Bankaların mali tablo verilerinden hareketle parametrik ve parametrik olmayan tekniklere dayalı çok sayıda koşullu model önerisinin ortaya konulduğu çalışmamızın sonuçları doğrultusunda, makroekonomik koşullar ve kredi plasman tercihlerinin kredi riski üzerinde belirleyici oldukları sonucuna varılmıştır. Kredi kullandırma etkinliği ile likidite performansı arasında önemli ve pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Parametrik olmayan Yapay Sinir Ağı ve MARS modellerinin, parametrik modellere üstünlüğünü destekleyen bulgulara ulaşılmıştır.
|
Bankacılık
|
Bu çalışmanın amacı 18-55 yaş arasındaki bireylerin, sosyal medya kullanımı ve asosyal davranışları arasındaki ilişkiyi inceleyerek sosyal hizmet perspektifinden değerlendirmektir. Araştırma için derinlemesine 10 erkek 10 kadın olmak üzere toplam 20 kişiyle görüşme yapılmıştır. Çalışmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış 24 sorunun yer aldığı görüşme formu kullanılmıştır. Sorular araştırmacı tarafından hazırlanmış, katılımcılara sorularak cevap aranmıştır. Verilere, yüz yüze görüşme yoluyla ulaşılmıştır. Araştırmacı tarafından toplanan veriler, bir nitel veri analizi yazılımı olan Maxqda programı ile çözümlenmiş ve değerlendirilmiştir. Katılımcı grubun sorulara verdikleri cevaplar, orijinal görüşler korunarak, gerçek halini bozmadan araştırmacı tarafından kısaltılması sağlanmıştır. Sosyal medya kullanımının artması katılımcıların yüz yüze iletişimden uzaklaşarak asosyallik ile ilgili problemler yaşamalarına neden olmuştur. Sosyal medya kullanımının artması ile katılımcılarda sosyal aktivitelere katılım durumunda azalma, toplumda kendini tek başına hissetme, kendini ifade etmede eksiklik yaşama, ruhsal olarak kendini kötü hissetme ve sosyal ilişkilerinde bozulma gibi asosyallik ile ilgili problemler yaşadıkları ortaya çıkmıştır. Toplumda sosyal medya kullanımının artması, toplumdaki bireylerin iletişimin azalmasına ve ruh sağlıklarının bozulmasına neden olmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları bireyin problem çözme kapasitesinin artırılmasında, bireylerin özgürleşmesi ve güçlendirilmesinde rol oynamaktadır. Bu doğrultuda toplumun ruh sağlığının korunmasında sosyal hizmet alanında alınacak önlemler ve yapılacak müdahalelerde birey, aile ve toplumda iyilik halinin arttırılması hedeflenmektedir.
|
Sosyal Hizmetler
|
Bu araştırma, Türkiye'de pilot olarak uygulanan okul sosyal hizmeti projelerinin nasıl gerçekleştirildiğini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın kuramsal kısmında; okul sosyal hizmeti kavramı, okul sosyal hizmetinin tarihçesi, okul sosyal hizmet uzmanlarının mesleki rol ve görevleri, farklı refah rejimlerinde okul sosyal hizmeti uygulamalarının nasıl gerçekleştirildiği ve öğrencilerin karşılaştığı psikososyal sorunlar ele alınmıştır.
Araştırma nitel araştırma yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmada fenomonolojik desen kullanılmış olup kartopu örnekleme yöntemiyle araştırma çalışma grubu oluşturulmuştur. Araştırma verileri yarı yapılandırılmış görüşme formları aracılığıyla gerçekleştirilen görüşmelerle elde edilmiştir. Katılımcılar gönüllülük esasına dayalı olarak; okul sosyal hizmeti uygulamalarını yürüten sosyal hizmet uzmanları, psikolojik danışman ve rehber öğretmen ve idarecilerden oluşmuştur. Bu doğrultuda 15 katılımcı ile görüşme gerçekleştirilmiştir.
Verilerin analizinde QSR Nvivo 10 programından yararlanılmıştır. Görüşmecilerden elde edilen veriler; içerik analizine tabi tutulmuştur. Araştırmanın bulguları; okul sosyal hizmeti uygulamalarının yararlanıcıları olarak öğrencilerin karşılaştığı sorunlar, proje çerçevesinde gerçekleştirilen okul sosyal hizmeti uygulamaları, okul sosyal hizmeti uygulamalarında karşılaşılan güçlükler, okul sosyal hizmeti uygulamaları ile psikolojik danışma ve rehberlik uygulamaları arasındaki farklara dair katılımcıların görüşleri ve okul sosyal hizmeti uygulamalarına ilişkin katılımcıların görüşleri başlıkları altında toplanmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise bahsedilen başlıklar çerçevesinde bulgulardan elde edilen veriler alanyazınla tartışılmış; sonuç ve sosyal politika önerilerine yer verilmiştir.
|
Sosyal Hizmetler
|
Balıkçılık faaliyetleri teknolojinin gelişimiyle eşdeğer bir şekilde gelişmekte olup giderek kıyıdan daha uzak mesafelerde gerçekleştirilmektedir. Kıyılarda ve küçük teknelerde yapılan olta balıkçılığından günümüzde açık deniz balıkçılığına doğru ilerlerken balıkçı gemileri boyutları da artmaktadır. Dolayısıyla balıkçılık faaliyetleriyle deniz ticareti belirli noktalarda kesişmektedir. Bu bağlamda denizcilik ve balıkçılık faaliyetlerini ilgilendiren konularda mevcut ulusal ve uluslararası mevzuat ve diğer uygulamalar incelenerek her iki faaliyetin birbirine etkilerini en aza indirmek adına alınabilecek önlemler ortaya koyulacaktır. Bu amaçla öncelikle mevcut tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen önleyici tedbirler derlenecek daha sonra ise her iki sektörün tüm alanlarında karşılıklı etkileşimindeki açıklar ve alınması gereken önlemler üzerinde durulacaktır.
|
Denizcilik
|
Harita Mühendisliği teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen mühendislik disiplinlerinin başında gelmektedir. Son yıllarda bilgisayar, elektronik ve yazılım teknolojisindeki çok hızlı gelişmeler doğal olarak Harita Mühendisliği disiplinini de çok büyük oranda etkilemiştir.
Başlangıçta takeometrik ölçü ve analog grafik pafta üretiminden sırası ile Elektronik Takeometre sonra GNSS ölçüleri ve bugün İnsansız Hava Araçları (İHA) teknolojisi ile haritacılık faaliyetleri, dolayısı ile kadastro çalışmaları yürütülmektedir. Daha önce elle, logaritma ve pons cetvelleri ile büyük emek, bilgi ve çaba ile yapılan hesaplamalar aynı şekilde günümüzde insan hatasını minimize eden yazılımlarla bilgisayar ortamına aktarılmaktadır. Benzer şekilde, daha önce tek tek elle astrolon paftalara tersim edilen kadastro parselleri günümüzde artık dijital veri minimum hata ile ekranda görülmekte ve bilgisayarımızda bir dosya olarak kaydedilebilmektedir. Bu süreçte üretilen kadastro verileri sırası ile mevzi koordinat sistemi, ED50 datumu ve ITRF datumu gibi üç datum değişikliğini zorunlu olarak yaşamak durumunda kalmışlardır.
Yukarıda çok kısaca özetlenmiş olan bu süreç; doğal olarak geçmişte büyük emek, bilgi ve çaba ile üretilen verilerle, uygulanan teknoloji ve datum değişiklikleri nedeni ile günümüzde üretilen aynı bölgeye ait veriler arasında konumsal olarak bir kısım değişikliklere/farklılıklara neden olmuştur.
Bu nedenle günümüzde yeni üretilen verilerle daha önce üretilip güncel datuma dönüştürülen veriler arasında kaçınılmaz farklılıklar doğmaktadır.
Kadastro verilerinde görülen geçmişteki verilerle günümüz verileri arasındaki farklılıklar bugün uygulamada çeşitli sorunlara sebebiyet vermektedir. Ülkemizde henüz ülke bütününü kapsayan ikinci kadastronun yeni tekniklerle yapılamamış olması bu sorunun temel kaynağıdır.
Bu çalışmada İHA ile yapılan kadastro ölçmeleri çeşitli yönleri ile uydularla konum belirleme (GNSS) ve total station gibi yersel ölçü yöntemleri ile karşılaştırılmıştır. Uygulama alanına ait mevcut parsel konum bilgileri ile üç yöntemden elde edilen konumsal değerler karşılaştırılmıştır. Üç yöntemin uygulamada avantaj ve dezavantajları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
|
Jeodezi ve Fotogrametri
|
Bu çalışmanın temel amacı geçici koruma statüsünde bulunan bireylerle çalışan sosyal hizmet uzmanlarının alan deneyimlerinin ortaya çıkarılmasıdır. Araştırmada alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları perspektifinden geçici koruma statüsünde olan Suriyeli bireylere sağlanan hizmetlere, gerçekleştirilen sosyal hizmet uygulamalarına, kullanılan rol ve yaklaşımlara odaklanılmıştır. Ayrıca sosyal hizmet uzmanlarının bu alanda üstlendiği sorumluluk, diğer kurum ve kuruluşlar ile geliştirdiği ilişkiler, yürütülen faaliyetlerde sosyal hizmet uzmanlarının görev ve sorumlulukları, karşılaştıkları kolaylık ve zorluklar gibi konulara da yer verilmiştir.
Araştırmada sosyal hizmet uzmanlarının alan deneyimlerinin derinlemesine incelenmesi amacı ile nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Geçici koruma altında bulunan Suriyeli bireylerle çalışan sosyal hizmet uzmanlarının alan deneyimlerinden yola çıkarak sosyal hizmet uygulamalarını anlamak, kişisel deneyimlerini irdelemek için fenomenolojik yaklaşım kullanılmıştır. Araştırmaya geçici koruma statüsünde bulunan Suriyelilerle çalışan, yeterli deneyime sahip 20 sosyal hizmet uzmanı katılmıştır. Araştırmanın katılımcıları belirlenirken amaçlı örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşme formu hazırlanmış, bu form derinlemesine görüşme tekniğiyle uygulanmıştır. Veriler MAXQDA 2022 ile kodlanmış ve tematik analiz ile çözümlenmiştir.
Katılımcıların görüşleri "sosyal hizmet eğitiminde müfredat güncelleme ihtiyacı, teori ve uygulamada birlik, sosyal hizmet uygulamalarında iş birlikleri, geçici koruma statüsündeki bireylere yönelik sosyal hizmet uygulamalarında mesleki roller, sosyal hizmete erişimde başvuru mekanizmaları, göç alanındaki mesleki uygulama, geçici koruma statüsündeki müracaatçı grupları, göç alanında yetkin SHU olmak ve mesleki doyum" şeklinde 9 ana tema ile değerlendirilmiştir.
Katılımcıların görüşleri doğrultusunda sosyal hizmet eğitiminde alınan göç ve göç içerikli derslerin, geçici koruma ile ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat bilgisinin alanda çalışırken hızlı ve etkili bir müdahalede bulunmayı kolaylaştırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Mezzo düzeyde gerçekleştirilecek uygulamalarla geçici koruma statüsündeki Suriyeli bireylerin çocuk işçiliği, çocuk yaşta evlilik ve toplumsal cinsiyete dayalı konularında farkındalık kazanmaları sağlanabilir ve bu sorunların önlenmesi sağlanabileceği önerisinde bulunulmuştur.
|
Sosyal Hizmetler
|
"Ferit Edgü'nün Düzyazılarının İçerik Açısından İncelenmesi" adını alan bu çalışma, Ferit Edgü'nün, 1978-2021 yılları arasında yazdığı yirmi bir yapıtını, içerikleri bakımından inceleyen bir çalışmadır. Metinler, içeriğe yönelik yorumlama, açıklama ve tasnifleme yöntemleriyle ele alınarak sınıflandırılmıştır. Edgü, yazma eylemini yaşamına karşı bir direnç olarak geliştirmiştir. Bir resme bakmakla bir yazıyı okumak arasındaki farkı en aza indirgediği düzyazılarında Edgü, anımsama, eleştirme, değerlendirme amaçlarına yönelik yazdığı düzyazılarında, sözcüklerini edebî ve görsel olanaklardan yararlanarak belirlemektedir. Edgü'nün, yazınsal ve görsel alanların yaratıcılarına duyduğu yakınlık ve duygudaşlık, onun, düzyazılarında disiplinler arası çalışan bir yazar olarak konumlandırılmasını sağlamıştır. Sözcükleri bulamadığında imgelerin gücünü kullanan Edgü'nün düzyazıları, onun duyarlılığının ölçütüdür. Zira Edgü'nün bir metin kaleme alması için bir sanatçı, öykü, roman, imge, renk, biçim, ayrıksılık ve bir farkındalık yeterli olmuştur. Edgü, düzyazılarında, yazınsal somutlamayı ve yalın bir üslubu benimseyerek az sözle çok şey anlatmayı tercih etmektedir. Edgü'nün düzyazılarının karakteristik özellikleri ile ilgili çıkarımlarda bulunulan bu çalışmada Edgü üzerine yapılan değerlendirme, onun düzyazı yazarlığının belirleyici kimliğinin sanatlar arası düzlemde yazan ve çizen çok kültürlü bir zemine sahip olmasıdır. Edgü, birey olma aykırılığı ve yazınsal tutumuyla kendine has kalabilmiş bir yaratıcıdır. Yazı, Edgü'de düşsel bir eylemdir. Olayın gerçeğini, bir dil eylemiyle, imgeyle düşe çevirdiği metinlerinde yazınsal çizgisine, kendi tarz ve üslubuna bağlı kalmış, yazma edimini yaşama eylemine dönüştürmüş, düzyazıları söz konusu olunca sanatlar arası çalışan bir yazar kimliğine bürünmüştür.
|
Türk Dili ve Edebiyatı
|
Deri sektörü, istihdam, katma değer ve ihracat gibi avantajlarıyla gelişen ekonomiler için önemli bir sektördür. Ülkemizde de global gelişmelere paralel olarak kendisini dönüştürmeye devam etmektedir. Bu dönüşüm beraberinde yeni üretim yapılarını ve organizasyon modellerini ortaya çıkaracaktır. Mevcut üretim ve pazarlama yapısını geçmiş tecrübelerin birikimi ve yeni gelişmelerin adapte edilmesiyle güçlendirerek rekabet gücünü artırması temel hedef olarak görülmektedir. Bu araştırmada sektörün değer zincirinden başlayarak, sektörel rekabet gücü araştırılmış, Kümelenme modelinin deri sektörüne uygulanabilirliği ve rekabet gücüne etkileri incelenmiştir.
Yapılan çalışmalar sonucunda deri karma organize sanayi bölgelerinde yapılan üretim ile birlikte sektörde firmalar arasında belli oranda işbirliği imkanlarının olduğu, güçlü bir fiziksel altyapının varlığı ve yine güçlü bir deri ürünleri üretim kapasitesinin de katkılarıyla sektörde kümelenme modelinin değer zincirinin iki aşamasında uygulanabilir olduğu anlaşılmıştır. Tez çalışması kapsamında yürütülen saha çalışmaları, sektörün işbirliğine dayalı faaliyetlere daha fazla odaklanması gerektiğini ortaya koymuştur. Özellikle çevre yönetim sistemleri ve buna bağlı uluslararası gerekliliklerin karşılanması ve dışa yönelik lojistik kapsamında ihracat pazarlarında müşterilere daha hızlı servis verebilecek ve o müşterilerin aradığı güven ortamını tesis edecek yapılanmaların oluşturulması deri sektörünün rekabet gücüne olumlu katkı sunacağı sonucuna ulaşılmıştır.
|
Deri Mühendisliği
|
Bu çalışmada modüler eğitim sisteminin ülkemizdeki en büyük ve kapsamlı uygulaması olan MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi) ele alınarak Afyonkarahisar Merkez Anadolu Teknik Lisesi Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü bu sisteme uyarlanmıştır.Mesleki ve Teknik Eğitim hakkında genel bilgiler verilerek modüler sistemin dünyada ve Türkiye' deki uygulamalarına değinilmiş MEGEP tanıtılmıştır.MEGEP' e göre Elektrik Bölümünün nasıl Elektrik-Elektronik Alanına dönüştüğü anlatılmış, alan öğretim programı ile ilgili genel bilgiler verilmiş, mesleğin alt dalları anlatılmıştır.MEGEP projesine göre üretilen sistemin içerisinde yetişen öğrenci kazanımları hakkında bilgiler verilmiş, öğretim yöntem ve süreleri açıklanmıştır.Afyonkarahisar ve çevresindeki işletmelere, alan ve dalları ile ilgili anket düzenlenmiştir. Bu anketle alanın alt meslek dallarından hangilerine, ne ölçüde ihtiyaç olduğu tespit edilmiştir. Benzer şekilde alanın 10. sınıfında okuyan ve alan ortak derslerini gören öğrencilere dallar hakkında tanıtıcı seminerler verilerek dal seçim anketi uygulanmıştır.Uygulanan bu iki anket verileri incelenmiş, grafikler çizilmiş, yorumlanmış ve alanda açılması gereken dallar tespit edilmiştir. Endüstri Meslek Lisesinde, Teknik Lisede ve Anadolu Teknik Lisede açılacak dalların ders ve modül seçimleri yapılmıştır.Modüler sistemin daha sağlıklı uygulanabilmesi için bölümün geniş alanlı atölye ve laboratuarları daha küçük ve verimli hale dönüşmesi için bazı fiziki değişiklikler planlanmıştır. Ayrıca atölye ve laboratuarların modüler sisteme göre iç dizayn planları da yapılmıştır.Böylelikle pilot kurumlarda denenerek süratle ülke çapında uygulamaya konulan modüler sistemin Elektrik Bölümüne uygulanarak bölüm yeni adıyla Elektrik-Elektronik Teknolojisi Alanı haline dönüştürülmüş, bu adaptasyonu sağlayamayan diğer okullar içinde bir başvuru kaynağı oluşturulmuştur.2008, 141 Sayfa
|
Teknik Eğitim
|
Bu tez, interdisipliner bir çalışma örneği olarak arkeoloji ve dinler tarihi bilimlerini ortak paydada buluşturan Kutsal Kitap arkeolojisini ve yapmış olduğu önemli çalışmaları ile bu alana "altın çağını" yaşatan William Foxwell Albright'ın (ö. 1971) metodist bakış açısı ile Tell el-Fûl'de/Gibeah of Saul'da (1922-23 ve 1933) gerçekleştirdiği arkeolojik kazıları konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, Albright'ın koyu bir metodist bakış açısıyla Kutsal Kitap anlatısının doğruluğunu ortaya koymak için arkeoloji biliminden nasıl yararlandığını Tell el-Fûl'de/Gibeah of Saul'da gerçekleştirdiği arkeolojik kazılar örnekleminde ortaya koymaktır. Nitekim dinler tarihi disiplininin, bilgi birikiminden en fazla istifade ettiği bilimlerin başında arkeoloji gelmektedir. Arkeoloji, geçmişte yaşamış insan topluluklarına ait sosyal, kültürel ve toplumsal yaşayış ve düzenlerini, yaşadıkları dönemden günümüze kadar gelen maddi kalıntıları merkeze alarak araştıran, kayıt altına alan ve yorumlamaya çalışan bilim dalıdır. Kutsal Kitap terimi en genel haliyle Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kutsal sayılan Eski Ahit ve Yeni Ahit kitaplarıdır. Kutsal Kitap arkeolojisi terimi ise Eski ve Yeni Ahit metinlerinde geçen anlatıların tarihsel, coğrafi gibi daha pek çok alanın arkeoloji bilimi ile olan ilişkisini ifade etmektedir. Kutsal Kitap arkeolojisine, sıkı bir metodist dini arka plan hazırlandığında arkeoloji disiplininin maksimum düzeyde nasıl kullanıldığını Albright'ın Tell el-Fûl'de/Gibeah of Saul'da yapılan arkeolojik kazılarla gündeme getirmeyi amaçlayan bu çalışma, bir giriş, iki ana bölüm ve sonuç olmak üzere toplamda dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümü, tezin amacını, önemini, metodunu, sınırlılıklarını ve kaynaklarını konu edinmektedir. Birinci bölümde Kutsal Kitap arkeolojisinin Albright merkezli arkeolojisi ablatılmaktadır. Başka bir ifadeyle bu bölüm, Kutsal Kitap arkeolojisi kavramının Albright merkezli tarihsel gelişimini, isimlendirme sorununu ve önemli ekollerini ele almaktadır. Tezin ikinci ve en önemli bölümünde ise William Foxwel Albrigt'ın metodist dini arka planını, Kutsal Kitap anlatısında geçen Gibeah'ı, Albright'ın bu anlatının doğruluğunu ortaya koymak amacıyla Tell el-Fûl/Gibeah of Saul örneğinde gerçekleştirmiş olduğu arkeolojik kazıları ve daha sonra bu arkeolojik çalışmalara yöneltilen eleştirileri konu edinmektedir. Çalışmanın son bölümünü ise sonuç kısmı oluşturmaktadır.
|
Arkeoloji
|
Bu çalışmada, Fe(BF4)2.6H2O (Iron(II) tetrafluoroborate hexahydrate) ve Cu(BF4)2.H2O (Copper(II) tetrafluoroborate monohydrate) bileşikleri; 1,10-phenanthroline monohydrate (C12H8N2.H2O) ligantı ile ayrı ayrı tepkimeye sokularak Fe ve Cu içerikli yeni tek kristaller oluşturuldu. Kristallere ait kırınım şiddet verileri tek kristal difraktometresi ile toplatıldı ve toplanan kırınım şiddet verileri SHELXS-97 ve SHELXL-97 bilgisayar programları ile çözüldü ve arıtıldı. Bu kristallere ait bağ açıları, bağ uzunlukları vb. yapısal özellikler ortaya konuldu. İlgili kristallere ait manyetik özellikler ise AC Manyetik Alınganlık Sistemi ve Mössbauer Spektroskopisi yöntemleri ile yapıldı ve literatürdeki benzerleri çalışmalarla karşılaştırıldı.
|
Fizik ve Fizik Mühendisliği
|
Giriş ve Amaç: Restriktif ve obstrüktif akciğer hastalığına bağlı gelişen kronik solunum yetmezliğinde, evde noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV) ile takip edilen olguların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu hasta gruplarının hastaneye tekrar başvuru yerleri, sıklıkları ve hastalığın klinik progresyonuna etkisini gösteren ve karşılaştıran yeterli çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda Evde NIMV cihazı raporlanan bu hasta gruplarında tedavi uyumlarını, hastaneye tekrar yatış oranlarını ve mortalitelerini karşılaştırmayı amaçladık.
Yöntem: Retrospektif gözlemsel kohort çalışmada, 1 Ocak 2017 – 31 Aralık 2018 tarihleri arasında, 3. Basamak solunumsal yoğun bakım ünitesi polikliniğinde takip edilen ve evde NIMV kullanan obstrüktif (KOAH) ve restriktif akciğer hastalığı olan (obezite hipoventilasyon sendromu, kifoskolyoz) hastaların dosyaları geriye dönük tarandı. Hastaların demografik özellikleri, tanıları, başlangıç arteriyel kan gazı değerleri, başlangıç solunum fonksiyon testi değerleri, mMRC skorları, Charlson komorbidite indeksleri, cihaz tipleri, cihaz basınçları, günlük cihaz kullanım süreleri, cihaz yazıldıktan sonra yaptıkları hastane (acil,servis, yoğun bakım ünitesi) başvuru sıklığı, takipte mortalite varlığı kayıt edildi. Hastane başvuruları ve mortalite riskleri için Kaplan- Meier sağ kalım analizi ve Cox regresyon analizi yapıldı.
Bulgular: Kronik solunum yetmezliği nedeniyle evde NIMV kullanan ve yoğun bakım polikliniğinde takip edilen toplam 642 hastadan dahil edilme kriterlerini karşılayan 286 olgu çalışmaya alındı. 182 (%64)'si erkek, yaş ortalaması
69±11 idi. Kronik solunum yetmezliği olguları obstrüktif (KOAH) ve restriktif akciğer (Kifoskolyoz, OHS) hastalığı olmak üzere iki gruba ayrıldı; sırasıyla 201(%70), 85 (%30) idi. Obstrüktif akciğer hastalığı olan grubun YBÜ'ne başvuru sayılarının restriktif gruptan daha fazla olduğu görüldü, sırasıyla %27, %11 (p=0,002) şeklindeydi. Obstrüktif ve restriktif akciğer hastalarında takip süresince mortalite açısından benzerdi. Erkek cinsiyet (HR=2,379, CI%95(1,155-4,900), p=0,019), koroner arter hastalığı (HR=3,274, CI%95 (1,026-1,103), p= 0,02) ve ileri yaşın (HR=1,064, CI%95 (1,026-1,103), p=0,001), takip süresince her iki grupta YBÜ başvuru riskini artırdığı görüldü. Obstrüktif akciğer hastalığı tanısına sahip olmanın (HR=6,004, CI%95(1,281-28,140), p=0,023), başlangıç FEV1/FVC değerinde her bir birim düşmenin (HR=1,065 , CI%95(1,040-1,091), p=0,000), takiplerinde YBÜ yatışının olmasının (HR3,921, CI%95( 1,348-11,046), p=0,012) mortalite riskini artırdığı görüldü.
Tartışma ve Sonuç: KSY bağlı evde NIMV kullanan olgularda, takip süresince obstrüktif akciğer hastalığı olan grubun yoğun bakım başvuru oranı restriktif gruba göre anlamlı olarak fazla olduğu görüldü. Kronik obstrüktif (KOAH) ve restriktif akciğer hastalığı (OHS, kifoskolyoz) olguları, farklı akciğer patolojilerine sahip olmalarına rağmen, NIMV cihaz tipleri (Bi-PAP ST), günlük NIMV kullanım süreleri, Charlson komorbidite indekleri, MMRC skorları ve mortaliteleri benzerdi. Takip süresince tüm başvurular için; malignite, KAH varlığı ve Charlson komorbidite indeks yüksekliği risk faktörü olarak bulundu. Mortalite risk faktörler; obstrüktif akciğer hastalığı varlığı ve yoğun bakıma daha önce yatmış olmak idi. Restriktif akciğer hastalığı grubunda komorbiditeler hastalığın seyrinde ön planda iken obstrüktif hastaların yönetiminde hastalık seyrinin daha önemli olduğu saptanmıştır. Klinik pratikte KOAH olgularında KOAH seyrinin yakın takibi, restriktif akciğer hastalığı olan hastalarda ise komorbiditelerin tedavisi mortalite ve morbidite üzerine olumlu etki edeceği düşünülmektedir.
|
Göğüs Hastalıkları
|
ÖZETPOL BÜT LEN TEREFTALAT (PBT) VE KARI IMLARININBOYANMASI%100 PBT farklı boyama yöntemleri (Yüksek sıcaklık, atmosferik boyama,keriyer içeren atmosferik boyama, ultrasonik boyama yöntemleri) ile ve %83/17PAN/PBT materyal ise, ?tek banyo? ve ?iki banyo? boyama yöntemleri ileboyanmı tır. PBT materyal için yapılan boyamalarda dispers, PAN/PBT materyaliçin yapılan boyamalarda ise bazik ve dispers boyarmaddeler kullanılmı tır.Kullanılan farklı boyama yöntemlerine ait boyanmı numunelerin, spektrofotometrikrenk ölçümü ve yıkama haslı ı test sonuçları saptanmı tır. Her iki materyal için debirer boyama yöntemi dikkate alınarak boyamalara ait çekim özellikleri üzerindeçalı ılmı tır. Ayrıca, PBT materyalin boyanmasına ait termodinamik parametrelertespit edilmi tir. Boyamaların çekim özelliklerinin ve termodinamik parametrelerinincelenmesinde, UV-görünür alan spektrofotometresi, boyanmı numunelerin renkölçümlerinde ise, reflektans spektrofotometresi kullanılmı tır. Elde edilen tüm buverilerin de erlendirilmesi yoluyla, her iki materyal, kendi içinde, kullanılan tümboyama yöntemleri bakımından kar ıla tırılmı tır.Sunulan tez çalı ması be bölümden olu maktadır. Birinci bölümde; çalı manınamacı anlatılmaktadır.kinci bölümde; sentetik liflere ait genel bilgiler, PET, PBT, PAN ve karı ımmateryallere ait genel fiziksel ve kimyasal özellikler, dispers ve bazik boyarmaddegruplarına ait kimyasal yapı ve özellikler, PET ve PAN liflerinin bu boyarmaddegrupları ile boyanma yöntemleri, PET ve PAN içeren di er karı ımlara ait genelözellikler ve boyanma özellikleri ile boyama kineti i ve termodinamik parametrelerhakkında bilgiler sunulmaktadır.VIIIÜçüncü bölümde; uygulamalarda kullanılan yöntemler, maddeler, araçlar vestandartlar verilmektedir.Dördüncü bölümde; boyanmı PBT ve PAN/PBT materyallere aitspektrofotometrik renk ölçümü de erleri, PBT ve PAN/PBT materyallerinboyanmasındaki çekim özelliklerinin incelenmesine ait sonuçlar, PBT materyalintermodinamik parametrelerinin tespitine ili kin sonuçlar, yapılan yıkama haslı ıtestlerinden elde edilen veriler ve materyallere ait iplik test sonuçları sunulmaktadır.Be inci bölümde ise; tez çalı ması sonucunda elde edilen veriler ortaya konmu ,tartı ılmı ve de erlendirilmi tir.Haziran, 2006 Gaye YOLAÇANIX
|
Tekstil ve Tekstil Mühendisliği
|
Adli bilişim ve özellikle mobil cihaz adli bilişimi hem ekonomik hem de insan hakları açısından bilinçli şekilde geliştirilmesi gereken bilim alanlarıdır. Ülkemizin bu alanda söz sahibi olması için daha çok akademik çalışmaya ve bu alandaki yüksek lisans ve doktora çalışmalarının artırılmasına ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Bu tez çalışmasının amaçlarından biri ise alandaki adli bilişim ve özellikle mobil adli bilişim alanındaki hukuki ve teknik alandaki birçok soru ve soruna cevap ve çözüm önerisi sunmaktır.
Ayrıca hukuki süreçlerin nasıl yürütüldüğü, adli bilişim incelemecilerinin yetkinliği, adli bilişim iş akışları ve teknik yöntemlerinin akredite olma durumları, teknolojik gelişmeler ve delil zincirine riayet hususları adli bilişim yöntemlerinin kişi hak ve özgürlüklerini doğrudan etkileyecek dayanaklarıdır.
Bu tez kapsamında yukarıdaki hususlar değerlendirilirken mobil cihaz adli bilişiminde en güncel sorunlar ortaya konacaktır. Önemli bir nokta olarak, ülkemizde adli bilişim işlemlerinin dayanağı olan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) isimli kanunun 134. Maddesi ve eksiklikleri de irdelenerek bir takım düzeltme önerilerinde bulunulacaktır. Gerçek vakalar ve istatistiksel veriler kullanılarak hem teknik hem de hukuki boyuttaki bu sorunlara çözüm önerileri de sunulmaya çalışılacaktır.
|
Adli Tıp
|
Bu araştırmanın amacı, BİT Tabanlı Mobil çalışanların uzaktan çalışma, iş-yaşam dengesi ve motivasyon arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Bu amaca yönelik BİT tabanlı mobil çalışanların iş yaşam dengelerini durumlarının motivasyonları ile ilişkili olup olmadıklarını tespit etmek temel hedefler arasındadır.
1970'ler fordizmin krize girdiği ve yerini postfordist döneme bıraktığı yıllardır. Bu dönemde neoliberal politikaların hayata geçirilmesiyle beraber işgücü piyasaları değişmeye başlamıştır. Özellikle dijitalleşme, işgücü piyasalarında esnekleşme, küresel rekabet ve kadınların artan istihdama katılımı gibi nedenlerle yeni istihdam biçimleri ortaya çıkmıştır. Eğreti, atipik, güvencesiz veya esnek istihdam şeklinde kavramsallaştırılan bu istihdam türlerinden bir tanesi de tele çalışma ve bilgi iletişim teknolojileri (BİT) tabanlı mobil çalışmadır (TBİTM). TBİTM, çalışanların ağlar, dizüstü bilgisayarlar, cep telefonları ve internet gibi dijital teknolojileri kullanarak en azından işverenin şirketinden farklı bir yerde çalıştığı düzenlemedir. Günümüz koşullarında teknolojinin ilerlemesi ile bit tabanlı mobil çalışanların sayısı artmıştır ve çalışanların iş yaşam dengesi ve motivasyon kavramları ücretliler ve işverenler için önem arz eden bir unsur haline gelmiştir.
Bu çalışmada saha araştırması yapılmıştır. Veri toplamak için nicel yöntemler kullanılmıştır. Veriler anket yardımıyla toplanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 25.0 paket programında analiz edilmiştir. Araştırma örneklemi için yazılım sektöründe çalışan 400 kişiye ulaşılmış olup araştırma sorularına uygun şekilde yanıt veren 395 kişi için analizler gerçekleşmiştir.
Araştırmanın sonucunda bit tabanlı mobil çalışmanın iş yaşam dengesinin yüksek olduğu, içsel ve dışsal motivasyonlarının anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişkinin söz konusu olduğu sonucuna varılmıştır. İş yaşam dengesi ve motivasyonların cinsiyet, medeni durumu, yaş, öğrenim durumu, çocuk sayısı, bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı, uzaktan çalışma sıklığı, günlük çalışma saati ve kıdem derecelerine göre anlamlı farklılık olup olmadığı detaylı olarak incelenmiş sonuçlar iş yaşam dengesi ve motivasyon için farklı şekillerde anlamlılıklarının olduğu sonucuna varılmıştır. İş yaşam dengesi ve motivasyon arasındaki ilişkinin anlamlılığı regresyon ve korelasyon analizleri ile incelenmiş, iş yaşam dengesinin içsel motivasyon ve dışsal motivasyon ile anlamlı ve pozitif olarak bir ilişkinin varlığına ulaşılmıştır.
|
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
|
Bu çalışmanın amacı, termal kararlılığı, mekanik dayanımı ve yapışma özelliği arttırılmış nanokompozit esaslı silikon kauçuk (SR) formüllerinin geliştirilmesidir. Bu kapsamda silikonun çapraz bağlanması sırasında ağ yapısına doğrudan katılabilecek ve üzerinde bulunan polar ve/veya reaktif gruplar sayesinde takviye edici Kevlar ve Rayon elyaflar ile fiziksel veya kimyasal etkileşimde bulunabilecek Poli(hedral oligomerik silseskuiokzan) (POSS) nanoparçacık türleri (oktavinil-POSS, metakril-POSS ve oktamaleamik asit-POSS) kullanılmıştır. Ayrıca, halihazırda kullanılan ve toksik etkileri bilinen resorsinol formaldehit lateks (RFL) ile sağlanan elyaf/elastomer matris yapışmasının, çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi olmadığı bilinen POSS'larla sağlanması hedeflenmiştir. Çalışmada POSS türünün yanı sıra, POSS yükleme oranı, takviye edici elyaf türü, elyafın RFL ile kaplanmış veya kaplanmamış olması, silika ve peroksit miktarı ve harmanlama süreci değişken olarak ele alınmıştır. SR harmanları dahili karıştırma ve basınçla kalıplama üretim teknikleri kullanılarak hazırlanmıştır. Harmanların ısıl, reolojik, mekanik ve morfolojik özellikleri POSS türü ve yükleme oranının fonksiyonu olarak incelenmiştir. Elyaf/matris yapışma performansının belirlenmesi için H-yapışma testi uygulanmıştır. Bununla birlikte, elyaf/matris arayüzey etkileşimi temodinamik yapışma işi hesaplamaları ile de belirlenmiş ve H-yapışma değerleri ile termodinamik yapışma işi arasında korelasyonlar tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlardan, POSS'ların %50 gerilme modülü ve Young Modülü gibi mekanik özellikleri ve termal dayanımı iyileştirdiği görülmüştür. POSS türünden bağımsız olarak taneciklerin SR matris içinde nanometre seviyesinde homojen olarak dağıldığı gözlemlenmiştir. Diğer yandan, yüksek yükleme oranlarında oktavinil-POSS ve metakril-POSS içeren SR kompozitlerinin H-yapışma kuvveti referansa kıyasla 3 kat artmış, hatta RFL ile kaplanmış elyaflarda elde edilen yapışma değerleri RFL kullanılmadan POSS'lar varlığında elde edilebilmiştir. Ayrıca oktavinil-POSS ve metakril-POSS nanokompozitleri için H-yapışma kuvveti ile termodinamik yapışma arasında kuvvetli bir korelasyon bulunmuştur.
|
Polimer Bilim ve Teknolojisi
|
Devletlerin geçmişten günümüze yaşadıkları deneyimler sonucunda personel çalışma düzenini en iyi hale getirmek ve bununla ilgili sorunları çözmek için çalıştıkları görülmektedir. Ülkemizde 23/07/1965 tarihli ve 12056 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda memur ve diğer kamu görevlilerine dair düzenlemeler yer alırken; bu çerçevede devlet memurlarının; hizmet şartları, nitelikleri, atanma ve yerleştirme, terfi ve yükselme, devlet memurlarının görevleri, hakları, yükümlülükleri, sorumlulukları, maaşları memurların ödenekleri ve diğer özlük hakları düzenlenmiştir.
Bu çalışmanın amacı, devlet memurları rejiminde liyakat, kariyer ve sınıflandırma ilkelerinin uygulanması temel esasları ortaya koymaktır. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile İnsan Kaynakları Ofisi'nin devlet memurluğundaki değişim ve dönüşümlerinde güncel uygulamalar hakkındaki incelemelerde bulunarak bir ışık tutmaktır. Bu amaçla yürütülen üst düzey kamu yöneticisi olabilme şartları değerlendirilmiş ve hizmet süreleri ele alınmıştır. Üst düzey kamu yöneticilerinin siyasi iradenin etkileri üzerinde durulmuştur. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yeni kurulan sistemin memurlarla ilgili kararnamelere ilişkin açıklamalar ortaya konulmuştur.
Bu araştırma, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde Devlet Memurları Kanunu'nun dönüşümü, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve İnsan Kaynakları Ofis ile ilgili yayınlanan akademik çalışmalardan edindiğimiz bilgiler ile doküman analizi bilgileri kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
|
Siyasal Bilimler
|
ÖZET Türk dış politikasının temel taşlarından birini, Avrupa ve Batı ülkeleri ile uyum içinde olma çabası oluşturmuştur. Türk-Amerikan ilişkileri kısmen Türkiye'nin Batlılaşma çabasının bir parçası olmakla birlikte daha çok siyasi ve ekonomik çıkarlar ya da beklentiler üzerine kurulmuştur. Türkiye için ABD, himaye ve desteğine her zaman ihtiyaç duyulan büyük ağabey konumundadır. Bu yaklaşım, Uluslararası İlişkiler ve medya kuramlarıyla açıklamaya çalıştığımız Türk-Amerikan ilişkilerinin hegemonik yapışım temsil eder. Bu çalışmanın temel tezi iki ülke ilişkilerinin, eşitler arası bir ilişki değil, ABD'nin talepleri ve Türkiye'ye verdiği rollerle biçimlenen, karşılığında da -her zaman umulan düzeyde olmasa da- ekonomik, askeri ve siyasi bazı çıkarlar elde edilen bir ilişki olduğudur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, dünya siyasetinin baskın gücü olma politikasını uygulamaya başlamış ve 1990'larda Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından da tek hegemon güç haline gelmiştir. 11 Eylül saldırıları ise ABD 'ye kürsel ölçekteki hakimiyetini arttırmak için askeri güç kullanma fırsatı vermiş, ABD "önleyici darbe" adı altında "terörle savaş" çerçevesinde gerekli gördüğü ülkelere saldırabileceğini açıklamıştır. Çalışma, hegemonyayı askeri, ekonomik, politik ve kültürel olmak üzere çok boyutlu bir biçimde ele almış, bu çerçevede Amerika'nın kültür ürünleri ve daha özelde medya içeriklerinin üretim ve dağıtımı konusundaki hakimiyeti üzerinde durmuştur. Amerika'nın enformasyonun dağılımı konusundaki baskın konumunu göstermek amacıyla Afganistan ve Irak müdahalelerin Türk ve ABD'deki ana-akım içinde yer alan gazetelerde çerçeveleniş biçimleri karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma, incelemeye dahil edilen gazetelerdeki durum tanımlan ve haber çerçevelerinin örtüştüğünü göstermiştir. İncelenen Sabah ve Hürriyet gazeteleri, bölgede kendi muhabirleri de bulunmasına rağmen haber kaynaklan olarak büyük ölçüde Amerikan ajansları ve medyasına bağlı kalmışlardır.
|
Gazetecilik
|
Amaç: Diz OA'lı hastalarda dekstroz proloterapinin etkinliğinin saptanması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Prospektif, randomize kontrollü çalışmamıza 3 aydan uzun süren diz ağrısı şikayeti olan, Kellgren-Lawrence Sınıflaması'na göre evre 2 veya 3 diz OA tanısı konan, 40-70 yaş aralığında ki 66 hasta dahil edildi. Hastalar üç gruba randomize edildi. DPG'ye (Dekstroz Proloterapi Grubu, n=22) 0, 3 ve 6. haftalarda dekstroz proloterapi, SFG'ye (Serum Fizyolojik Grubu, n=22) serum fizyolojik enjeksiyonu uygulandı. Tüm gruplara ev egzersiz programı verildi ve KG (Kontrol Grubu, n=22) sadece ev egzersiz programı ile takip edildi. Çalışmada 6 ve 18. haftalarda ağrı şiddeti VAS (Vizüel Analog Skala), fonksiyonellik WOMAC (Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index), yaşam kalitesi SF-36 (Kısa Form-36) ve hastalığın işe etkisi HLQ formu (Sağlık ve İşgücü Sorgulama Formu) ile değerlendirildi.
Bulgular: DPG'de 18. hafta global ağrı VAS skorlarında SFG ve KG'ye kıyasla anlamlı (p˂0,05) iyileşme saptandı. DPG'de 18. hafta tüm WOMAC skorlarında SFG ve KG'ye göre anlamlı (p˂0,005) iyileşme bulundu. DPG'de 18. hafta SF-36 fiziksel fonksiyon, fiziksel rol kısıtlığı, ağrı, emosyonel rol kısıtlığı, mental sağlık, fiziksel sağlık toplam skorlarında SFG ve KG'den anlamlı (p˂0,05) düzeyde iyileşme saptanırken genel sağlık, vitalite, sosyal fonksiyon, mental sağlık toplam skorlarında anlamlı farklılık izlenmedi (p˃0,05). DPG, SFG ve KG'de 18. haftada ücretsiz ev işlerine ayrılan sürede tedavi öncesine göre anlamlı (p˂0,05) iyileşme bulundu ancak gruplar arası fark saptanmadı. Ücretsiz yardım süresinde ve ücretli yardım süresinde anlamlı (p˃0,05) farklılık gösterilemedi. DPG'de 18. haftada günlük işlerin yapımında SFG ve KG'ye göre anlamlı (p˂0,05) iyileşme görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda kronik diz OA tedavisinde dekstroz proloterapi, serum fizyolojik ve kontrol grubu arasındaki kıyaslamada fonksiyonel durum ve yaşam kalitesi üzerine anlamlı oranda fark bulundu. Dekstroz proloterapi diz osteoartrit hastalarında etkin, güvenli ve ekonomik bir tedavi seçeneği olarak önerilebilir.
|
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
|
Çenelerdeki kistik lezyonların marsüpyalizasyon ile tedavisi her geçen gün çok daha fazla tercih edilmekte olan bir tedavi yöntemidir. Marsüpyalizasyon tedavisi lezyon duvarına açılan bir pencere aracılığıyla lezyon iç basıncının azaltılması prensibine dayanır. Özellikle büyük kistik lezyonların tedavisinde lezyon komşuluğundaki mevcut anatomik yapıların korunması, rekonstrüksiyon ihtiyacının ve maliyetlerin azaltılması amacıyla sıklıkla tercih edilmektedir. Marsüpyalizasyon tedavisinin avantaj ve dezavantajları, kistik lezyonlar üzerindeki başarı oranlarıyla ilgili çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada hastanın demografik verileri, lezyonun lokalizasyonu, boyutu ve histopatolojisi gibi farklı faktörler göz önünde bulundurularak marsüpyalizasyonun çenelerde görülen kistik lezyonların tedavisindeki başarısı değerlendirilmektedir. Araştırma kapsamında 2013-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı'na başvurmuş ve marsüpyalizasyon protokolü kullanılarak tedavi edilmiş dentigeröz kist, odontojenik keratokist, radiküler kist veya rezidüel kisti bulunan 44 hasta incelenmiştir. Hastaların demografik verilerinin yanı sıra tedavi öncesi ve sonrası panoramik radyografileri üzerinde ölçümler kaydedilerek, lezyonların küçülme oranları istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada elde edilen sonuçlar marsüpyalizasyon tedavisinin kistin boyutunda ve davranışında değişikliklere yol açarak tedavi sırasında ve sonrasında ortaya çıkabilecek komplikasyonları azaltmada etkili olduğu görüşünü ortaya koymuştur.
|
Diş Hekimliği
|
Antik dönemlerden itibaren kütüphanelerin insanlığa sunduğu temel fayda, bilginin muhafazasını sağlamak olmuştur. Son 2000 yılda birçok değişiklik ve yenilik meydana gelmesine rağmen kütüphanelerin asıl amaçları, daima kullanıcılarına aradıkları bilgiyi sunmak ve doğruya ulaşmalarına yardımcı olmaktır. 21. yüzyıla gelindiğinde kütüphanelerin toplum için sağladığı yarar, sadece kitaplara erişim değil, aynı zamanda bu mekanların bir tür yaşam merkezleri haline dönüşmüş olmasıdır. Günümüzde birçok türü bulunan kütüphanelerden halk kütüphaneleri ve millet kıraathaneleri de bu amaç doğrultusunda bireyin, bilgiye erişiminin yanı sıra sosyalleşmesine ve kültürel faaliyetlerde bulunabilmesine olanak sağlayan merkezler haline dönüşmüştür. Nitekim insanlar kütüphanelere sadece bilgi aramak için değil, aynı zamanda sosyalleşmek için de gelmektedir. Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde Halk Kütüphanesi tanımı, işlevi ve Türkiye'deki durumu hakkında bilgiler verilmiş, halk kütüphanelerinin eğitim sürecinin desteklenmesinde önemli bir rol oynadığı ortaya koyulmuştur. İkinci bölümde millet kıraathanelerinin kurulmasında örnek alınan "kıraathane" kültürünün geçmişi ve geçirdiği evreler hakkında bilgiler verilmiştir. Ayrıca millet kıraathanelerinin ağırlıklı kullanıcı kitlesini oluşturan genç nesil üzerindeki etkileri ve bu kütüphanelerin sosyalleşmeye katkıları da incelenmiştir. Nitekim genç nesil için millet kıraathaneleri, çalışma grupları oluşturup birlikte ders çalışabildikleri, diğer okuyucular için de kültürel faaliyetlerde ve fikir alışverişinde bulunabildikleri mekanlar olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca, millet kıraathanelerinin sanatçılar ve sanat meraklıları için, sergiler düzenlemek ve kendilerini tanıtmak için bir mekân olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu bağlamda halk kütüphaneleri ve millet kıraathaneleri çeşitli benzerlikler ve farklılıkları açısından incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise 2018'den itibaren Türkiye'de açılmaya başlanan millet kıraathanelerinin, Merkezefendi Millet Kıraathanesi kullanıcıları üzerindeki etkileri ve özellikle genç ve okuyan nüfusun yoğun olduğu ülkemizde sıklıkla tercih edilen ders çalışma mekanları olarak kullanıcılarının bu kütüphaneler hakkındaki deneyimleri ve olumlu/olumsuz tecrübeleri araştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda, araştırma Zeytinburnu Merkezefendi Millet Kıraathanesi kullanıcıları üzerinde yapılmış ve anket tekniği kullanılarak birtakım sonuçlara ulaşılmıştır. Bu sonuçlar ışığında, bu kütüphanelerin kullanıcı üzerindeki etkisi ortaya koyulmuştur.
|
Bilgi ve Belge Yönetimi
|
Bu çalışmada, erişkin DEHB tanılı olguları kişilik bozuklukları, affektif mizaç özellikleri, mizaç ve karakter özellikleri bakımından incelemek; sağlıklı bireylerle karşılaştırmak amaçlanmıştır.Çalışmaya 100 erişkin DEHB olgusu ve DSM-IV'e göre herhangi bir psikopatolojisi olmayan 100 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. Olguların tanısal değerlendirmesi, DSM IV'e Dayalı Erişkin DEB/DEHB Tanı ve Derecelendirme Ölçeği kullanımı ve klinik görüşme ile yapılmıştır. Ardından katılımcılara sosyodemografik veri formu, TEMPS-A ve Mizaç ve Karakter Envanteri verilmiştir. Son olarak SCID-I ve SCID-II uygulanmıştır.Olgu ve kontrol denekleri, kişilik bozuklukları, mizaç ve karakter özellikleri acısından karşılaştırılmıştır.İstatistiksel analizler için SPSS 13 kullanılmıştır. Kategorik değişkenler için ?2 ve sürekli değişkenler için t testi uygulanmıştır. DEHB grubunda pasif agresif, paranoid, çekingen ve borderline kişilik bozuklukları, kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Baskın affektif mizaçlardan baskın irritabl ve baskın anksiyöz mizaç, DEHB grubunda kontrollere göre anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur. Kesme puanları göz önüne alınmaksızın puanlar üzerinden yapılan karşılaştırmalarda irritabl ve anksiyöz mizaçlara ek olarak siklotimik mizaç da DEHB grubunda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Cloninger'in psikobiyolojik modeline göre mizaç ve karakter alanlarında DEHB grubunda yenilik arayışı ve zarardan kaçınma puanları anlamlı olarak daha yüksek; sebat etme, kendini yönetme, işbirliği yapma ve kendini asma puanları ise anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Bu çalışmanın bulguları DEHB olgularının, doğuştan gelen, kalıtımsal, özgün bir mizaç profiline sahip olduklarını düşündürmektedir. DEHB, gerek mizaç özellikleri ile, gerekse hastalığın kişi için yarattığı sosyal, eğitime yönelik, aile içi ve mesleki güçlükler üzerinden çeşitli kişilik bozuklukları için risk oluşturmaktadır.
|
Psikiyatri
|
Bu çalışmada, W UMa türü sistemlerin salt parametrelerini hesaplayabilmemizisağlayan ikincil yöntemlerden ?Çıkarım? yöntemi yeni ve güncel evrim modellerikullanılarak geliştirilmiş ve son hali ile tayfsal gözlemleri bulunmayan, sadecefotometrik olarak gözlenmiş sistemlerin salt parametrelerini belirlemek amacı ilekullanılıp kullanılamayacağı tartışılmıştır. Yöntemi geliştirmek için kullanılan evrimmodelleri, `convective core overshooting? ve donukluk için daha güncel değerleri esasalan modellerdir. Yöntemi denetlemek için hem tayfsal hem de fotometrik gözlemleribulunan ve salt parametreleri oldukça duyarlı bir şekilde hesaplanmış olan sistemlerkullanılarak bir karşılaştırma yapılmıştır. Literatürden içlerinde henüz tayfsal gözlemleribulunmayan sistemlerinde bulunduğu ve yöntemin test edilmesi için kullanılan sistemlerdışında 102 geç tür (F-G-K) W UMa sistemi için salt parametreler ?Çıkarım? yöntemiile hesaplanmıştır. Son olarak da bu çalışmada kullanılan ikincil yöntem sayesinde 171sistem için bulunan salt parametreler arasındaki ilişkilere bakılarak W UMa türüyıldızların evrimsel konumları tartışılmıştır.
|
Astronomi ve Uzay Bilimleri
|
Küreselleşmenin etkisiyle birlikte sermaye de küreselleşmiş olup, ülke mevzuatlarına ek olarak birçok ülkede faaliyet gösteren uluslararası şirketlerin, tüm dünyada çeşitli çıkar grupları tarafından daha da anlaşılır olabilmesi için, finansal tabloların belirli standartlara göre hazırlanması ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle, ülkemizdeki şirketler de bugüne kadar Vergi Usul Kanununa göre uyguladıkları mevzuat hükümleriyle beraber, aynı zamanda Türkiye Muhasebe Standartlarına göre de raporlama yapma ihtiyacı duymuşlardır.
Duran varlıklarla ilgili standartların temel amacı varlıkların aktifleştirilmesi, kayıtlı değerlerinin belirlenmesi ve bunların finansal tablolara kaydedilmesi gereken amortisman tutarıyla, değer azalış zararlarının belirlenmesi ve değerleme yöntemidir.
Duran varlıklarda amortisman konusu Vergi Mevzuatında; Vergi Usul Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununda yer almaktadır. Ancak, bu konuda yapılan açıklamalara ayrıntılı bir şekilde Vergi Usul Kanununda yer verilmiştir. Çoğu işletmelerin finansal tabloları içerisinde önemli paya sahip olan duran varlıklar için amortisman ayrılması hem doğru maliyet hesaplayabilmek hem dönem giderlerini doğru saptayabilmek hem de gerçeğe uygun kar tutarı üzerinden vergi ödeyebilmek için oldukça önemli bir uygulamadır.
Bu çalışmada işletmelerin aktifindeki iktisadi kıymetlerin amortismanı Vergi Mevzuatı ve Türkiye Muhasebe Standartları açısından incelenmiş ve karşılaştırılmıştır.
|
Maliye
|
Resimli çocuk kitaplarında Maurice Sendak'ın ünü büyük ölçüde sanatsal başarısına ve fantezi kurgularına dayanmaktadır. Sendak'ın kitap resimlemelerinde kullandığı teknikleri, çocuğa görelik hakkındaki konuşmaları, eskiz çalışmaları, gözlem yeteneği, sanatsal stili ile kişiliği eserlerinde birlikte hareket ettiği görülmektedir. Bu doğrultuda çocuk kitapları alanında kendine has bir dil ve çizgi geliştirdiği görülen Sendak'ın ürettiği eserler, çocuk kitapları alanında yeni bir dönüm noktası oluşturmuştur. Çocuk kitaplarında öfke, sinir, korku ve çıplaklık gibi konuları ele alan ilk sanatçılardan olduğu gözlemlenmektedir. Aynı zamanda illüstrasyonlarında ritim, hareket ve canlılığı aktarma başarısı ve kitap formatını ele alış biçimi; çağdaş çocuk kitapları tasarımına olan etkilerini incelenmesini önemli kılmaktadır. Bu bağlamda, resimli çocuk kitapları alanında önemli eserler üretmiş Maurice Sendak'ın çocukluğu, gençliği, ailesi ve kişiliğine ilişkin incelemeler; sanatını ve eserlerini etkileyen bir konumda bulunması açısından önemle ele alınmıştır. Çocuk kitaplarındaki kariyerinin başlangıcı ve kendi yazıp resimlediği çocuk kitaplarını detaylı incelemeleri yapılarak; çocuk kitabı tasarımına olan katkılarına ve sanatına odaklanılmıştır. Literatür taraması yapılırken; sanatçı Maurice Sendak hakkında ülkemizdeki kaynakların sınırlı olduğu görülmüştür. Bu tez çalışması ile birlikte Maurice Sendak'ın sanatı ve eserlerinin ülkemizdeki bilinirliğini arttırmak hedeflenmiştir.
|
Güzel Sanatlar
|
Bu çalışmada Amasya ve Granny Smith elma çeşitlerinin modifiye atmosferde depolanmasında farklı kalınlıklardaki değişik ambalaj filmlerinin uygunluğunun araştırılması amaçlamıştır. Bu amaçla elmalar hasat edildikten sonra polistren tabaklara yerleştirilerek 20, 30, 40 mikron kalınlığında polipropilen ve 30, 50 mikron kalınlığındaki polietilen ambalaj materyalleri ile ambalajlanmıştır. Elmalar 1 oC'de soğuk depoda 10 ay süre ile tutulmuştur. On ay boyunca her ay soğuk depodan çıkar çıkmaz kalite parametrelerinde olan değişmeler incelenmiştir. Elmalarda sırası ile ağırlık kaybı, sertlik, suda çözünür kuru madde, pH, titrasyon asitliği, meyve eti ve kabuk rengindeki L*, a*, b* değerleri, ambalaj atmosfer bileşiminin belirlenmesi, sakkaroz, glikoz, fruktoz, malik asit, askorbik asit ve sitrik asit değerlerindeki değişimler belirlenmiştir.On aylık depolama sonunda her iki elma çeşidindeki ortalama en yüksek ağırlık kaybı (%4,62 ve %5,94) sırasıyla Granny ve Amasya elmalarının kontrol örneklerinde gerçekleşirken modifiye atmosferde depolanan örneklerde daha düşük düzeylerde (Granny smith çeşidinde %1,27-2,02, Amasya çeşidinde ise %1,14-1,44) ağırlık kaybı olmuştur. Meyvelerin sertlik değerleri incelendiğinde 10 aylık depolama süresi ortalamaları olarak en yüksek sertlik değerleri (Granny Smith çeşidinde 94,95 N ve 93,96 N, Amasya çeşidinde 76,29 N ve 77,38 N) polipropilen (20 ve 30 µm) filmle ambalajlanan örneklerde belirlenirken en düşük sertlik değeri ortalamaları (Granny Smith 71,53 N, Amasya 64,89 N) sırasıyla polietilen (30 ve 50 µm) filmlerle ambalajlanan örneklerde bulunmuştur. Titrasyon asitliği ve pH değerlerinin korunumunda modifiye atmosfer tekniğinin etkili olduğu saptanmış, en yüksek ortalama asitlik değerlerinin görüldüğü her iki elma çeşidi için de polipropilen (20 ve 30 µm) filmlerle ambalajlanan örneklerde görülmektedir. En düşük pH ortalama değerleri her iki elma çeşidinde de polipropilen (20 µm) filmle ambalajlanan örneklerde belirlenmiştir.
|
Gıda Mühendisliği
|
Adıyaman-Samsat bölgesi Arap levhasının kuzeyinde, Bitlis Bindirme Zonu'nun güneyinde yer almaktadır. Çalışma alanı karmaşık olmayan bir jeolojiye sahiptir ve tektonik yapısı Arap-Anadolu Levhaları'nın arasındaki çarpışmanın etkisindedir. Bölgedeki önemli fay zonları sol ve sağ yanal doğrultu atımlı faylardır. Bunlar Lice Fay Zonu, Kalecik Fay Zonu, Adıyaman-Samsat Fay Zonudur. Yapılan çalışma ve gözlemler sonucunda bölgenin sismik aktivitesini oluşturan depremlerin genellikle küçük veya orta büyüklükte meydana geldiği gözlemlenmiştir. Bu çalışmada 2009-2018 yılları arasında meydana gelen toplam 434 adet deprem verisi incelenerek bölgedeki sismik aktivite analiz edilmiştir. Deprem faz okumaları yeniden analiz edilerek hareket eden düzlemlerin konumları yeniden belirlenmiştir. Bölgede meydana gelen depremlerin odak mekanizma çözümleri P dalgası ilk hareket yöntemi kullanılmıştır. P dalgası ilk hareket yönteminde M≥3,5 olan 43 adet deprem verisi kullanılarak depremlerin odak mekanizma çözümleri yapılmıştır. Çalışma alanında meydana gelen depremlerin odak mekanizması dağılımlarına bakıldığında, baskın olan mekanizmasın doğrultu atımlı faylanma olduğu görülmektedir. Doğrultu atımlı faylanmalarda ayrıca normal ve ters faylanma bileşeni de görülmektedir. Odak mekanizması çözümlerine bakıldığında, çalışma alanında Samsat Yarımadası'nda ayrı bir değerlendirme yapabilecek kadar çözüm olduğu görülmektedir. Çözümü yapılan depremlerin odak derinliklerinin çok sığ olduğu, yerkabuğunun ilk 10 km'si içerisinde meydana geldiği görülmektedir. Bölgede yapılan çalışmalar sonucunda, Adıyaman-Samsat bölgesindeki depremlerin daha çok karasal kesimlerde, Samsat yarımadasında ve oldukça sığ derinliklerde oluştukları belirlenmiştir. Yapılan arazi çalışmalarında bölgedeki fay zonlarının izleri, topoğrafyada belirgin olmayıp Pliyo-Kuvaterner yaşlı birimler deforme edilmemiştir. Bu anlamda depremlerin oluştuğu fay düzlemleri, Neojen öncesi yaşlı birimlerin içerisinde olup reaktive olmuşlardır.
|
Jeofizik Mühendisliği
|
Bir Topolojk indeks, bir molekülün grafına karşılık gelen sayısal bir değer olup bu molekülün çeşitli fiziksel özellikleri, kimyasal reaktivitesi veya biyolojik aktivitesi ile korelasyon içinde olması anlamına gelir. Topolojik indeksler içerisinde son yıllarda en çok kullanılanlardan biri olan En Uzak Bağlantılılık indeksi bir grafın her bir tepesinin derecesi ile en uzaklığının çarpımlarının toplamıdır. Topolojik indekslerin tensör çarpımındaki değerlerinin hesaplanmasına literatürde yeni başlanmıştır. Bu çalışmada En uzak bağlantılılık indeksinin bazı özel graf sınıflarının tensör çarpımındaki değeri açık olarak bulunmuştur.
|
Matematik
|
Bu tezin amacı aynı dönemlerde dinî-geleneksel devlet yapısından modern seküler devlet yapılarına geçen Türkiye, Mısır ve İran'da Çağdaş İslami Siyasal Hareketler (ÇİSH'ler) olarak adlandırılan hareketlerin reaksiyonlarını incelemektir. Tezin kapsamı karşılaştırmalı tarihsel metodoloji kullanılarak her üç ülkede modern-seküler devlet inşa süreçlerinden ÇİSH'lerin her bir ülkede iktidara geldikleri bir yıl zarfındaki süreçtir. Bu tez, bahsi geçen reaksiyonların Türkiye'de neden siyasal sistem ile bütünleşen, Mısır'da neden sistem dışı kalıp yer altına inmek zorunda kalan ve İran'da neden İslam Devrimi ile sonuçlanan ve siyasal sistemi ele geçiren bir ÇİSH biçiminde ortaya çıktığını göstermeye çalışmaktadır. Araştırma ile Türkiye'de tarihsel olarak deorganize gelişen ulema örgütlenmesi, toplumun gündelik hayatına ilişkin hukuki düzenlemelerin seküler anlamda kök salması, seçimlerin değiştirici etkisi, ÇİSH'in toplumsal kontrol düzeyinin düşük olması ve siyasal pragmatizmi gibi sebeplerle Türkiye'de ÇİSH siyasal sistemle bütünleştiği gösterilmiştir. Mısır'da, tarihsel olarak yarı organize gelişen ulema örgütlenmesi, toplumun gündelik hayatına ilişkin hukuki düzenlemelerin seküler anlamda cılız olması, seçimlerin değiştirici etkisinin sınırlı olması, ÇİSH'in toplumsal kontrol düzeyinin sınırlı olması ve siyasal pragmatizmi gibi sebeplerle Mısır'da yarı eklemlenmiş bir durum olsa da çatışma kaçınılmaz olmuştur. Bu çatışma ÇİSH'in siyasal sistemden dışlanmasını beraberinde getirmiştir. İran'da tarihsel olarak organize gelişen ulema örgütlenmesi, toplumun gündelik hayatına ilişkin hukuki düzenlemelerin ulema kontrolünde olması, seçimlerin değiştirici etkisinin olmaması, ÇİSH'in siyasal pragmatizme başvurmaması gibi sebeplerle İran'da da çatışma kaçınılmaz olmuştur. Bu çatışma İslam Devrimi'yle sonuçlanmış ve ÇİSH siyasal sisteme hâkim olmuştur.
|
Din
|
Bu tez çalışmasında simetrik kanat profilleri veya kanat profillerinin kalınlık eğrilerini tanımlamak için yeni bir parametreleme yöntemi üzerine çalışılmıştır. Yöntem Polar Koordinat Dönüşümü Yöntemi (PCT) olarak adlandırılmış olup temel olarak simetrik kanat profillerinin kartezyen koordinatlarının başlangıç noktasının değiştirilerek polar koordinatlara dönüşümün sağlanması ile uygulanmaktadır. Polar dönüşüm gerçekleştikten sonra elde edilen eğrilere iki adet üçüncü derece Bezier eğrisi ile yakınsama denemesi yapılmıştır. PCT yönteminde kullanılan Bezier eğrilerinin kontrol noktaları, PARSEC ve Bezier-PARSEC yöntemlerindeki değişkenlere benzer değişkenler cinsinden basit denklemlerle ifade edilebilmiştir. Önerilen yöntemin performansını değerlendirebilmek için PCT yöntemi ile Bezier-PARSEC 3333 yöntemi çeşitli NACA tipi simetrik kanat profili geometrileri için yakınsama performansı ve belirli akış koşullarında optimum geometrinin elde edilebilirliği açısından kıyaslanmıştır. Elde edilen sonuçlara göre eğrilere yakınsama performansı bakımından PCT yönteminin denenen birçok kanat profili için BP3333 yönteminden işlem süresi, kontrol noktalarının basit denklemlerle hesaplanabilmesi ve yakınsanan eğriler ile orijinal eğriler arasındaki sapma (deviation) değerleri açısından üstün olduğu görülmüştür. Belirli akış koşullarındaki optimum geometriyi elde etmede PCT yöntemi uygunluk değeri açısından daha başarılı iken işlem süresi bakımından BP3333 yönteminin gerisinde kalmıştır.
|
Havacılık ve Uzay Mühendisliği
|
Ağır metaller doğada çok yüksek miktarda bulunduğunda birçok organizma üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Bu araştırmada, eksojen olarak uygulanan salisilik asit ve melatoninin bakır stresine maruz bırakılan Carthamus tinctorius L. bitkisinde bazı biyokimyasal ve fizyolojik cevaplar üzerindeki etkileri değerlendirildi. Bu amaçla C. tinctorius L. tohumlarına ekim öncesi ayrı ayrı 0.5 mM salisilik asit (SA) ve 100 mM melatonin (MT) uygulandı. Çimlenme sonrası bitkiler 21. günde 5 mM ve 10 mM konsantrasyonlarında CuSO4 stresine maruz bırakıldı. Bu gruplarda 1., 3. ve 5. günlerde; fotosentetik pigment sistemi, SOD, CAT, GST, GR, GSH, askorbik asit, H2O2, MDA ve Cu içeriğindeki değişimler karşılaştırmalı olarak incelendi.
Çimlenme sonrası CuSO4 uygulanan gruplarda pigment içeriği 1., 3. ve 5. günlerde azalırken SA ve MT uygulanan gruplarda artış gösterdi. SOD, CAT, GST, GR enzim aktiviteleri ile GSH ve askorbik asit içeriği CuSO4 uygulanan gruplarda 1., 3. ve 5. günlerde değişkenlik gösterirken, SA ve MT uygulanan gruplarda ise günlere bağlı olarak artış gösterdi. H2O2 aktivitesinde çimlenme sonrası CuSO4 uygulanan gruplarda 1., 3. ve 5. günlerde önemli oranda artış gözlenirken SA ve MT'nin H2O2 artışını baskılandığı saptandı. Çimlenme sonrası CuSO4 uygulanan gruplarda, malondialdehid (MDA) içeriği genel olarak 1., 3. ve 5. günlerde artış gösterirken SA ve MT uygulaması ile MDA içeriğindeki düşüş dikkat çekti.
Bakır içeriğindeki değişimlerde MT ve SA uygulanan gruplarda sadece CuSO4 uygulanan gruplara göre düşüş saptandı. MT grubunda bakırın alınımının daha iyi baskılandığı saptandı. Bulgularımız MT ve SA'nın bakır stresine maruz bırakılan C. tinctorius'da oluşan oksidatif strese karşı savunmada önemli düzeyde etkili olduğunu göstermektedir.
|
Botanik
|
Bu tezde, fiziksel aktivite seviyesini tahmin etmek amacıyla bir "fiziksel aktivite tespit
cihazı" (FATC) tasarlanmış ve uygulanmıştır. FATC, geniş bir lastik bant ve plastik toka
yardımıyla sakral dorsal bölgeye (S1 seviyesi) sabitlenir ve dahili sensörlerden gelen üç kanallı
ham ivme verilerini bir SD kartta saklar. Ayakta dururken, yürürken ve koşarken toplanan
veriler, yüksek, orta ve düşük olarak sınıflandırılmıştır. Levenberg-Marquardt metodu Matlab
patternnet ortamında bu verileri toplam yedi sınıfta sınıflandırmak için kullanılmıştır.
Geliştirilen model ve toplanan veriler kullanılarak yapılan eğitimler sonucunda %83,3 eğitim
doğruluğu ve %94,3 test doğruluğu değerlerine ulaşılmıştır.
Artan fiziksel hareketsizlik seviyeleri sağlık sistemleri, çevre, ekonomik kalkınma,
toplum refahı ve yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. 2001 yılından bu yana
küresel fiziksel aktivite seviyelerinde herhangi bir gelişme olmamıştır. Yüksek gelirli ülkelerde
2001 ve 2016 yılları arasında yetersiz aktivite %5 artmıştır (%31.6'dan % 36.8'e).
Hareketsizliğin etkileri; çocuklarda ve ergenlerde, artan adipozite (kilo alımı) daha zayıf
kardiyometabolik sağlık, zindelik, davranış yönetimi / pro-sosyal davranış azaltılmış uyku
süresidir. Yetişkinlerde ise tüm nedenlere bağlı mortalite, kardiyovasküler hastalık mortalitesi
ve kanser mortalitesi, kardiyovasküler hastalık, kanser ve tip-2 diyabet insidansıdır.
Akselerometre cihazlarının ve yazılımlarının tamamı ithal olduğundan fiyatları oldukça
yüksektir. Sağlık çalışanları hizmet verdikleri kişilerin haftalık fiziksel aktivitesini ölçme
konusunda maddi imkânsızlıklardan dolayı sorun yaşamaktadır. Bu çalışma kapsamında
tasarımı ve uygulaması yapılan cihaz ile piyasada bulunan cihazların maliyetler, arasında %500
ila %900 oranlarında tasarımı yapılan FATC lehine maliyet farkı bulunmaktadır.
|
Mekatronik Mühendisliği
|
Malthus 1789 yılında Nüfus İlkesini'ni yazdığında yankılarının bu yüzyıla kadar kadar süreceğinden habersizdir. Tarihin en ürkütücü iktisat teorisini yazan ve zamanın her diliminde ağır eleştirilere uğrayan Malthus insanların bir gün kıtlıkla karşı karşıya kalabileceği riskini izah etmiştir. Malthus iki önermede bulunmuştur. Birinci önermesi insanın varlığı için gıdaların sürekli olmasıdır. İkinci önermesinde ise nüfus artışının artarak devam edeceğini savunur. Bu iki önermenin sonuçları olgunluğa erdiğinde insan ırkı önlenemez bir krizle karşılaşacaktır. Nüfusun artma potansiyeli kontrol altına alınmadığı sürece nüfus artışı geometrik oranlı, buna karşılık geçim vasıtalarının artışı aritmetik oranlıdır. Bu tezin temel amacı dünyanın nüfus tarihini kısaca incelerken tezimde Malthusyen teorinin ortaya çıkış nedenlerini, teoriye diğer iktisatçıların yaklaşımlarını ve teorinin geçerliliğinin hala güncel olup olmadığını teoriye en yakın değişkenlerle tespit etmektir.
|
Demografi
|
Teknoloji ve endüstrideki gelişim ile birlikte, her geçen gün polimerik malzemelerden beklentilerin arttığı görülmektedir. Yangın durumunda tutuşmaması ve/veya kendiliğinden sönebilmesi, birçok endüstriyel uygulamada polimerik malzemelerden beklenen bir özelliktir. Yapılarında halojen içeren polimerlerin ve katkı maddelerinin yanmaya karşı dayanımlarının yüksek olmasına rağmen, bu tip malzemelerin yanma esnasında korozif gaz oluşturması ve zararlı duman açığa çıkarması kullanımlarını kısıtlamaktadır. İnşaat sektöründe Yapı Malzemeleri Regülasyonunun (CPR) oluşturulması sonrasında inşaatlarda kullanılan malzemelerin aleve karşı dayanıklı olması ile birlikte yanma esnasında düşük duman salınımı da birçok uygulamada zorunluluklar arasında yer almıştır. Bu bağlamda günümüzde yapı malzemeleri için geliştirilen polimerik malzeme bileşimlerinin, halojen içermeyen alev geciktirici (halogen-free flame retardant, HFFR) özellikleri sağlaması üzerine yapılan çalışmaların sayısı hızla artmaktadır. Üstün dielektrik özellikleri ve değişken hava koşullarına karşı dayanıklılığı sayesinde, etilen propilen dien kauçuk (EPDM), yapı sektörünün önemli bileşenlerinden biri olan kabloların kılıf ve izolasyon malzemelerinde yaygın olarak tercih edilen bir hammaddedir. Bununla birlikte EPDM'in tek başına kullanıldığı durumda alev dayanımı oldukça zayıftır; alev geciktirici özellikte çeşitli dolgu ve katkı maddeleriyle karıştırılarak bu eksikliğinin giderilmesi mümkündür.
Bu tez çalışmasında, halojen içermeyen alev geciktirici özellikte EPDM esaslı kauçuk hamurlarında farklı peroksit ve koajan bileşimleri ile kabaran alev geciktirici katkı kullanımının malzemenin reolojik, fiziksel, mekanik, ısıl yaşlanma ve yanmazlık özellikleri üzerindeki etkileri incelenmiştir. Pişirici sistem olarak dikümil peroksit (DCP) veya di(tert-bütilperoksiizopropil) benzen (BIPB) ile birlikte trialil izosiyanürat (TAIC), yüksek vinil 1,2-polibütadien (HVPBD), trimetilolpropan trimetakrilat (TMPTMA) ve çinko dimetakrilat (ZDMA) olmak üzere dört farklı koajan tipi, iki farklı oranda kullanılmıştır. Bu bileşimlerden, 2 phr koajan kullanılanlara ayrıca amonyum polifostat (APP), pentaeritritol (PER) ve genleştirilmiş grafitten (EG) oluşan kabaran alev geciktirici sistem de ilave edilerek hazırlanan ve endüstriyel olarak uygulanabilir toplam 24 farklı kauçuk hamuru sistematik bir yolla değerlendirilmiştir. Kabaran alev geciktiricilerle EPDM hamurlarının yanmazlığının geliştirilebildiği, halojensiz alev geciktirici EPDM hamurlarında hem reolojik ve mekanik özellikler, hem de yanmazlık özellikleri birlikte değerlendirildiğinde, di(tert-bütilperoksiizopropil) benzen ve çinko dimetakrilattan oluşan pişirici sistemin kullanılmasının avantajlı olduğu sonucuna varılmıştır.
|
Polimer Bilim ve Teknolojisi
|
Kurumların yönetim anlayışı ve uygulamalarının başarısı, kurumun genel başarısını etkilemektedir. Yönetim anlayışı ve günümüzde önemli yönetim uygulamalarından biri olarak stratejik yönetimin geliştirilmesinin gerekliliği, kurumların uzun dönemli kararlar almalarına katkı sağlamaktadır. Stratejik yönetim, kurumların faaliyetlerine daha yapıcı sonuçlar alınabilmesinde etkili bir yere sahip olan uygulamaları çevrelemektedir. Bir başka yönüyle ise kurumlarda faaliyetlerin başarılı olmasını sağlamak için hem stratejik yönetimden hem de inovasyondan faydalanılmaktadır. Ayrıca yenilikçi çalışmaları yapmalarında da öne çıkan bir etki sunduğu için inovasyon çalışmalarının yapılmasının bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Bu kapsamda stratejik yönetim ile inovasyon arasında kurulan ilişkinin temeli, genel olarak kurumların etkili performans göstermelerinde stratejik yönetimin gerekli olması ve bununla birlikte inovasyon ile de desteklenme durumunda etkilidir. Burada özellikle inovasyona katkısı, karar alma süreçlerinde stratejik yönetimin çalışanların memnuniyet düzeylerini artıracak uygulamalarla ilişkili açıklanabilmektedir. Sağlık kurumları açısından ise bu konu daha önemli bir yere sahiptir. Kaotik ve düzenin sağlanmasında yaşanan zorluklardan kaynaklı olarak diğer kurumlardan daha farklı yapıda olan sağlık kurumları, stratejik yönetimin zorunlu olduğu uygulamaların gerekli olduğunu gösteren gelişmelere sahiptir. Ayrıca hem çalışanlar hem de hasta yönetimine yönelik inovasyon çalışmaları yapılmalıdır. Bu araştırma kapsamında stratejik yönetim ile inovasyon arasında ilişkinin olup olmadığının belirlenmesi amacıyla sağlık kurumlarında çalışanlara sorular yöneltilmiştir. Buna göre elde edilen bulgular doğrultusunda yaş, çalışma süresi, eğitim durumu, cinsiyet, kurumda çalışma süresi birer etken olarak hem inovasyon hem de stratejik yönetim arasında bir ilişkinin olduğunu göstermiştir. İnovasyon çalışmalarının gerçekleştirilmesinde stratejik yönetim uygulamalarının etkin bir faktör olduğuna değinilmektedir. Buna göre ise çalışmalar ve etkinlikler çerçevesinde stratejik yönetim, inovasyon faaliyetlerini şekillendiren ve çalışanların memnuniyetlerini artıracak inovasyon çalışmalarıyla birlikte kuruma da önemli bir katkı sunan nitelikleriyle ele alınmaktadır. Örneğin medeni duruma bağlı olarak çalışanların önceliklerini baz alan bir süreç yönetildiğinde, çalışanların işe devamlılıkları da artmaktadır. İnovasyon çalışmalarının kalitesi ve potansiyeli arasındaki ilişkinin temeli de buna dayalı ele alınmaktadır. Bir örgütün stratejik yönetim anlayışına sahip olmasıyla pozitif yönde bir ilişkiye dayanan çalışma ve uygulamalar, sağlık kurumları gibi kaotik ortamların fazla olduğu, çalışma yoğunluğunun fazla olduğu kurumlarda etkili bir sonuç yaratabilecek detaylara sahiptir. Genel bağlamda ise stratejik yönetim ile inovasyon arasında bir bağlantının olduğu belirlenmiştir.
|
Sağlık Yönetimi
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.